Amacımız; ekonomi-politik koşulların belirlediği sınıfsallık ve tarihselllik temelinde, egemen zihniyetle meşhur akademisyen Bay Papyon’un zihniyeti arasındaki bağa dair bir kavrayış, bir epistemoloji sunmaya çalışmaktır

Bay Papyon’un iflah olmaz zırvalıkları

MURAT MÜFETTİŞOĞLU

2013 Gezi Direnişi’nden beri bu sayfalarda, karınca kararınca, politik-edebiyat, politik-felsefe, politik-sanat, ara ara bizzat politika hakkında yazmaya çalışıyorum. Gelgelelim, bendeniz aslında bir yerbilimciyim. Bu yazı da başka bir yerbilimci hakkında. Onu hepiniz çok iyi tanıyorsunuz, biz kısaca ‘Bay Papyon’ diyelim. Kategorik açıdan pek çok akademisyenin sembolik karşılığı sayılabilir çünkü.

Bay Papyon, bir röportajında evindeki kütüphanesinde 30000’den fazla kitap olduğunu söylemiş. Geçenler internette ünlülerin kütüphanelerini konu alan bir belgesele denk geldim. Tesadüf bu ya; onlardan biri de Bay Papyon’un kütüphanesiydi. Zaman zaman yaptığı skandal çıkışlarını bilmekle birlikte, malum belgeselde kurduğu bir cümle sinirlerimi tekrar zıplattı. Aynen aktarıyorum: “Gördüğünüz şu raflar felsefeye aittir ve gerçek ‘epistemolojik’ eserler vardır. Öyle Marx, Marksizm gibi zırvalıkları göremezsiniz!” İçe dönük sessiz öfkenin kimseye faydası dokunmadığını bildiğimden derin bir nefes aldım, okumakta olduğunuz yazıyı yazdım.

bay-papyon-un-iflah-olmaz-zirvaliklari-283010-1.

Meseleyi daha bilimsel, daha nesnel temellere oturtarak devam edelim: Marksizm’in temel tezlerinden biri; üretim ilişkilerinin ‘egemen zihniyeti’, egemen zihniyetin de ortalama bireyin bakışını belirlediği yönündedir. 20.yy’ın büyük düşünürlerinden Foucault da, iktidarın biçimlendirdiği toplumsal ilişkilerin ve ürettiği bilginin ‘özneyi’ oluşturduğunu söyler. Bu iki tespit bize Bay Papyon’un kategorik bakışını anlamamız için gerekli epistemolojiyi sunabilir. Peki, Bay Papyon’un kütüphanesini tanıtırken de kullandığı ‘epistemoloji’ kavramı nedir? Kısaca bilgi felsefesi demektir: Bilginin yapısını inceler, meselelere dair belirli bir kavrayış ortaya koyar. Dolayısıyla, etik, toplumbilim, din felsefesi vb gibi disiplinlerle sürekli iletişim halindedir. Diyeceğim; felsefi bir öğreti, disiplin yahut doktrin hakkında ‘epistemolojik değeri vardır ya da yoktur’ yargısında bulunabilmeniz için onu bütün boyutlarıyla bilmemiz icap eder. Yoğun emek harcayarak ve bedel ödeyerek yaratılmış Marksist öğreti hakkında ‘zırvalık’ demekse, her şey bir yana, bilimsel açıdan etik değildir. Uzun lafın kısası, Bay Papyon’un Marx ve Marksizm hakkındaki yargıları ‘nesnel’ değil, ‘özneldir’, sadece kendisini bağlar.

Marx ve Marksizm hakkında atıp tutan ve bir yerbilimci olan Bay Papyon hakkında eleştiri yaparken, ‘tarihin ve toplumların gelişim yasaları’ ile ‘Doğa’nın ve yerkabuğunun dinamikleri’ arasındaki benzerliğe değinmeden olmaz. Uzun, ayrıntılı bir konu olduğundan meselenin en can alıcı kısmına vurgu yapıp geçelim: Tarihte ve Doğada iki ana belirleyici dinamik vardır: Biri, karşıt unsurların kesintisiz mücadelesidir; diğeri, nicel(sayısal) değişimlerin kritik bir değere ulaştığında nitel sıçramalara yol açmasıdır. İşin içine biyolojiyi de katabiliriz. Tam da bu noktada ‘Devrim, Deprem ve Evrim’ olguları arasında sıkı benzerlikler kurmak mümkündür. Zira bilgi felsefesi Evren’i özünde bir bütün olarak kavramaya dönük akıl yürütür. Yani Bay Papyon’da olmayan yeti!

Marksizm’in tespitiyle ‘egemen zihniyeti’ belirleyen, Foucault’un ifadesiyle (toplumsal) özneyi yaratan etkinliklerin başında ‘eğitim-öğretim’ gelmektedir. Kahramanımız Bay Papyon hayata gözlerini İstanbul’da açmış biri olmakla birlikte, Anglosakson ağırlıklı eğitim geleneğinin çarklarında yetişmiştir. Robert Koleji’nde başlayan tedrisat serüveni, State University of New York’ta devam etmiş; İTÜ’deki asistanlığının ardından Londra Jeoloji Cemiyeti’nin başkanlık ödülünü alarak kariyer basamaklarını tırmanmıştır vs. Seküler, laik, akılcıl, modernist, bilimsel, pozitivist vb normları gözetmeleri hasebiyle söz konusu kurumları tümden olumsuzlayacak halimiz yok. Dahası, siyasal iktidarın bilimum okullara dayattığı gerici müfredat ve yönetmelikler dikkate alındığında tercih edilmelerinde yarar olduğu bile söylenebilir. Altını çizmek istediğimiz nokta şu: Kategorik yaklaşımda eğitimle ilgili tercihler, deneyimler, etkilenmeler önemlidir. Ancak temkinli olmakta ve epistemolojiyi daha geniş, daha derin tutmakta yarar var. Zira tercihler ve deneyimler tek başlarına bizi doğru bilgilere götürmeyebilirler. Dolayısıyla bir zihniyeti ya da öznel bir tavrı çözümlerken tarihsel ve sınıfsal koordinatları pas geçemeyiz. İnternette gezinirken bulduğum şu anekdot işimize yarayabilir: ‘Cumhuriyet yeni kurulmuş. Yoksulluk bütün ülkeyi kasıp kavuruyor. Ülkede şeker yok. Atatürk, (dönemin üst düzey bürokratlarından ve siyasetçilerinden) Kazım Taşkent’e şeker fabrikaları kurma görevini verir. O da, Almanya’dan bu fabrikaların makinelerini nakledecek güvenilir bir adam olarak Bay Papyon’un dedesini seçer(sonradan babası da İstanbul’un sanayicilerinden biri olacaktır). Bay Papyon açık yüreklilikle olayı şöyle özetlemiş: “Atatürk’ün sayesinde bir gecede zengin olduk.”bay-papyon-un-iflah-olmaz-zirvaliklari-283009-1.

Ne Atatürk’ü, ne Kazım Taşkent’i, ne (şanslı) dedeyi, ne sanayici babayı, ne de bizzat Bay Papyon’u tercihlerinden ötürü eleştirmek niyetindeyiz. O işin zemini ve zamanı farklı. Amacımız; ekonomi-politik koşulların belirlediği sınıfsallık ve tarihselllik temelinde, egemen zihniyetle meşhur akademisyen Bay Papyon’un zihniyeti arasındaki bağa dair bir kavrayış, bir epistemoloji sunmaya çalışmaktır. Ama önce, kavram ve kurum olarak Akademi’nin nereden gelip nereye gittiğine kısaca bir bakalım: Kökleri Eski Yunan’a uzanıyor. Akademos, Atina yakınlarında etrafı duvarlarla çevrili bir bahçeymiş, Platon burada feslefe dersleri verirmiş. Rönesansla birlikte İtalya’da büyük gelişme gösteren akademiler, Sanayi Devrimi’nden sonra bütün Avrupa’ya yayılmışlar. Felsefe, sanat, bilim derken, iş, “savaş sanatının” öğretildiği harp akademilerine kadar varmış. Bay Papyon’un, ‘memlekette en en eğitimli, en entelektüel ve en demokratik sınıfın ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’ olduğunu iddia etmesi, darbeci Evren’e methiyeler düzmesi ve ıssız cenazesine çelenk göndermesi, ‘iflah olmaz zırvalıklarının’ taşarak görünür hale geldiği örneklerdir. Hatırlarsanız, 1989 senesinde bir subayın Cizre-Yeşilyurt kırsalında köylülere yedirdiği iddia edilen dışkı mevzuunda Bay Papyon’un sarf ettiği (öznel) vicdansız yorum kendisine (nesnel) dışkı olarak iade edilmişti.

Yazıyı Bay Papyon’la bağlayacak halimiz yok. Ülkemizde ve dünyada benzer kentsoylu köklere sahip binlerce akademisyen var. Sayıları az da olsa, bır kısmı Bay Papyon’dan farklı düşünüyor, hatta tamamen zıt fikirlere sahipler. 17.yy’dan itibaren Akademi’nin bilgiyle kurduğu pragmatik ilişkinin ve bilimin amaç değil araç haline getirilmesinin farkında olduklarından, bilimsel etiğin ve sağduyunun gereğini yaparak muhalif kanatta kalmayı tercih ediyorlar; mevcut akademilerin bürokratik mekânlarında özerklik mücadelesinden vazgeçecek gibi de görünmüyorlar. En önemlisi, bilimi ve toplumu bir bütün kabul edip akademinin içiyle dışını ayrı tutmuyorlar. OHAL kapsamında son çıkarılan KHK ile mesleklerinden ihraç edilen 330 akademisyenin 115’i ‘Bu suça ortak olmayacağız’ bildirisine imza atan barış severlerdir. Duruşları duruşumuzdur, onurumuzdur!