Kostantinapolis’in göz bebeği Lykos bir destan gibi akardı Haliç’e. Suriçi’nin suyu Lykos, önce Bayrampaşa Deresi oldu, sonra üzerine “Vatan”ı koydular

Bayrampaşa Deresi nereye gitti?

ÖNDER ABAY onderabay603@gmail.com

İstanbul dünyanın en büyük ve kalabalık kentleri sıralamasında ilk 15 şehir arasında. Birçok semtine suyla, dereyle, çeşmeyle ilgili isimler koyulmuş bu şehirde su sıkıntısının yaşanması nereden baksanız tutarsızlık.

Babaannem 78 yaşında, hayatındaki birkaç günü saymazsak köyünden hiç çıkmamış birisi. Ne zaman eski hikâyelerini anlatmaya kalksa mutlaka açlık ve kıtlık çektiklerinden bahseder. Köyünü bir torununun düğününü görmek için kısa süre için terk etmek zorunda kaldığında ilk kez İstanbul’u gezdi.  Bir asıra yaklaşan ömründe onu en çok şaşırtan şey suyu parayla satın almam olmuştu. Günlerce ona burada çeşmelerden akan suyun temiz olmadığını, içmek için suyu parayla almamız gerektiğini anlatmaya çalıştım. Tabii ki anlamadı.

Medeniyet tarihinin ayak izlerini takip edince suya ulaşırsınız. Çünkü medeniyet, en özet tabiriyle insanların önce suya ulaşma sonra da suyu kontrol edebilme çabası. Çinli düşünür Lao Zi’nin dediği gibi ”Sudan daha yumuşak ve ince başka bir şey yoktur; fakat önüne çıkan her şeyi sürükleyecek ve parçalayabilecek kadar güçlüdür.”

Bütün felsefi akımlar, dinler, ideolojiler insanın doğa ile olan ilişkisinin farklı ölçülerdeki türevleridir. Nazım Hikmet’in “akar suya düşman” dedikleri boşuna değildir. Umuda, hürriyete düşman olanlar, hiç kuşkusuz akar suyun da meyve çağında ağacın da düşmanıdır. Yaşar Kemal’in bir çiçeğin açışını 40 sayfada anlatması boşuna değildir. Çünkü üstad bilir ki her açılan çiçek, umuda bir basamak, zulme bir başkaldırıştır. İşte bu yüzden Abdi Ağa değil de İnce Memed anlar kayaların arasında açan mavi çiçeğin kıymetini. Lykos’un değerini de hiçbir Abdi Ağa’nın anlayamadığı gibi.

Kostantinapolis’in gözbebeğidir Lykos. İncelikli bir destan gibi akar Haliç’e dökülene kadar. Efsanevi Bizans surlarını deler geçer. Hem öyle büyük toplara da gerek yoktur bunun için. Etrafının bereketi, suyun mavisi, çiçeğinin rengi, enginarın lezzeti yeterlidir boyun eğmeye. Altı mermer kaplı bir limana doğru yüzer Lykos. Sularının geçtiği yere bir kule dikilir. İsmi Sulukule. Rivayete göre Sultan Mehmet geldiğinde, ilk düşen kule olacaktır.

ÖNCE İSİM DEĞİŞİR
Zaman gelir geçer. Suriçi’nin tek akar suyu olan Lykos, Bayrampaşa Deresi olur. Önce ismi değişir yani. Eskiden kalana tahammül yoktur. Bir paşanın ismiyle anılmalıdır su. Bayrampaşa Deresi, Fatih’ten dökülür Haliç’e. Suyun etrafında tarım vardır. Suyun isminin değişmesiyle elbette enginarın da ismi değişecektir. Bayrampaşa enginarı oluverir ismi. Bugün dere kalmamıştır ancak Bayrampaşa enginarı hala tezgahlardadır.

İki imparatorluk, bir de Cumhuriyet görür dere. 1950’lere gelindiğinde hala canlıdır. Çoğunlukla gayrimüslimlerin tarım yaptığı dere havzası çiçeklere, kuşlara ve yaşama gebedir. Ta ki dönemin başbakanı Adnan Menderes’e kadar. Su ölmüştür. Doldurulan yere bir bulvar yapılır. Buradan geçen caddenin ismi ise “Vatan”dır. Bu memlekette medeniyetin ölçüsü o günlerden beri betondur. Menderes şimdi o beton yığınına bakan bir anıt mezarda yatmaktadır.

SULUKULE YIKILDI
Sulukule de yıkıldı. Lykos’tan 50 yıl sonra öldü. Suyun özgürlüğüne katlanamayanlar, çingenelerin özgürlüğüne de katlanamadı. Bir akarsuyu ya da umudu yok edip üzerine “Vatan” konduruverirseniz kahraman olursunuz.

'SAVURDUM TOKADI'
Babaannem 78 yaşında hayatında birkaç günü saymazsak köyünden hiç çıkmamış birisi. Ne zaman eski hikâyelerini anlatmaya kalksa mutlaka çok açlık ve kıtlık çektiklerinden bahseder. Destanlarında da, ağıtlarında da bir su hikayesi bulunurdu muhakkak. Artık bu destanları anlatacak ya da anlatılanı duyacak kadar takati kalmadı. Eğer bunları yapacak gücü kalmış olsa eminim ki 54 yaşındaki komşusu Nazife Abla’nın mahkemesine giderdi.

“Bir sabah büyük bir sesle uyandık. Bizim köyde pek alışıldık bir ses değildi. Daha güneş doğmadan girdiler köye. Nicedir söylentisi gezerdi. Suyu alıp başka yere taşıyacaklarmış. Can suyu bırakırız dedilerdi. O günden beri ne profesörü kaldı ne de devrimcisi. Can suyu dedikleri yalanmış. Buraya HES falan yaptırmayız deyip dikildik önlerine. İki evladım var sizlere ömür. Evladımdan küçük 2 kişi tuttu saçımdan. Yerde sürükleye sürükleye attılar bir köşeye. Canım yandı. Savurdum ben de tokadı. Aha işte 2 kişiden birinin suratına gelmiş tokat. Yüreğimi soğutmaz ya, yine de az da olsa dindirdi acımı.”

O attığı tokat yüzünden yargılanırken böyle anlattı Nazife Abla. Suyu taşıyınca tarlasını taşıyamayacağını biliyordu.  “Bu kadar parayı ne yapacaklar?” dedi. Cevap veremedim.