Yeni CHP’nin iç oluşumunda uzun süredir bir çatlak gözlemleniyor.

Yeni CHP’nin iç oluşumunda uzun süredir bir çatlak gözlemleniyor. Genel başkan yardımcılarından S.Batum’un çıkışları yeni CHP’nin oturtulmaya çalışıldığı zeminin oldukça kaygan olduğunun işaretlerini veriyor bize. CHP’nin yeni bir umut olacağına dair beklentiler de doğal olarak bu zeminde tutunamıyor.

Politikada eğer ağzınızdan çıkanları hesap edemiyorsanız çuvallamaya başlamışsınız demektir. Batum’un her defasında gündeme kendisini oturtan tarzı ve sözleri genel başkan yardımcılığından daha çok genel başkan havası ile birleşince başka bir hal alıyor. Bu yanıyla Batum’un kendisine biçilen misyonla değil, kendisinin kendisine biçtiği misyonla davrandığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Mao’nun “Emperyalizm kâğıttan bir kaplandır” sözünü “ asker de kâğıttan kaplanmış” diye çevirerek askerin siyasal alana müdahalesizliğine sitem edişi çoktan yeni CHP’nin siyasi haznesinde yerini aldı. Postalcı-lık talebinin bir genel başkan yardımcısı tarafından bu kadar açık dile getirildiğine de ilk kez tanıklık etti kamuoyu.

Postal siyaseti doğal olarak jandarma dipçiğine bel bağlayan, baskı ve zordan medet uman militarist bir anlayışın ürünüdür. İdeolojik olarak bu anlayış, muz cumhuriyetlerinde bile artık dile getirilmeyecek kadar ayıp sayılıyor.  Batum, Mao’ya ait bir başka söz olan“Küçük bir kıvılcım tüm bozkırı tutuşturabilir” de diyebilirdi. Algı pusulasının bozukluğu seçilen sözleri de belirliyor.

Türkiye’de Atatürkçülüğü postal’a indirgeyenlerin ideolojik anlamda bir ahmaklık yaşadıkları çok açık. Orduyu göreve çağıran yani ‘darbe isterük’ çığırtkanlığı yapan, genelkurmay başkanlığının gece vardiyası ışıklarına karanlığı aydınlatan bir mummuş gibi bakan ve ertesi gün tankların yürüyeceğine tam inanmışlıkla bayrakları hazır eden bu hazır kıta rütbesiz siviller, beklentileri gerçekleşmeyince bu ordunun aslında ‘kâğıttan bir kaplan’ olduğu kanaatine vardılar. En azından Batum itiraf edilmeyeni, dile getirilmek istenmeyeni ifade etmiş oldu.

Ergenekon davası sanıklarından belli isimlerin CHP’den milletvekili adayı gösterilmesi gerektiğini de yine kamuoyu Süheyl Batum’un ağzından duydu. Parti içi yeni bir dalgalanmaya neden olan bu önerinin de tıpkı askere dair söylemde olduğu gibi Kılıçdaroğlu’nu zora soktuğu çokça tartışıldı. Sürekli Batum’un arkasını toplamak zorunda kalan genel başkan görüntüsü de böyle oluştu.

Bu öneri daha çok Haberal’ın milletvekili gösterilmesi yönünde bir seyir izledi. İşte bu noktada Toplumsal Bellek Platformunun belleğine başvurmakta oldukça fayda var. (*)

26 Kasım 1978 de Necdet Bulut ve ailesine yönelik Trabzon’da silahlı saldırı gerçekleştirildi. Necdet Bulut Bilişim Derneğinin ve Tüm-Öğretim Üyeleri derneğinin kurucuları arasındaydı ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) in aktif üyelerinden birisiydi. Türkiye’nin bilgisayar alanın da doktora yapan ilk akademisyeni olarak ODTÜ’nin bilgi işlem merkezini kurmuş, bu merkezin başına geçmiş ve daha sonra Karadeniz Teknik Üniversitesinde de ayni bölümün kuruluşu için görev almıştı.

Eşi Neşe Erdilek ve ilk evliliğinden olan oğlu Yiğit ile birlikte bir akşam yemeğinden dönerken yola pusu kuran bir grup tarafından çapraz ateşe tutuldular.

“İlk kurşun Necdet’in tarafından geldi. Necdet ağır yaralandı. Neşe kalçasından, Yiğit ise topuğundan vuruldu. Necdet hemen ameliyata alındı.” Her şey böyle başladı. Polisler mermi çekirdekleri dâhil her şeyi delillerin arasından yok ettiler. “Necdet Bulut’un sol böbreği parçalanmıştı, başarılı bir ameliyatla alındı. Ancak yirmi dört saat sonra ateşi yükselince, TİP’in ve ODTÜ Rektörünün devreye girmesiyle Ankara’ya Hacettepe Hastanesi’ne nakledildi. Vuruluşunun 12. Gününde hayatını kaybetti.”

Prof. Dr Mehmet Haberal’ın bu olayla olan bağlantısını Necdet bulut’un eşi Neşe Erdilek Bulut bakın nasıl anlatıyor;

“ THY’nın öğle uçağıyla Prof. Dr Nevzat bilgin, Prof. Dr Mehmet Haberal ve şimdi adını hatırlayamadığım bir anestezi uzmanı profesör geldi… Biz ameliyat yapılmasını beklerken, ‘Burada koşullar iyi değil,’ dediler. THY’nin uçağını bekletiyorlardı, bu arada bir askeri nakliye uçağı geldi. Sonunda Necdet’in Hacettepe Hastanesine nakledilmesine karar verdiler. Ankara ya doğru yola çıktık… Pilotlar, doktorlara sütlü neskafe ikram ettiler, bana da teklif ettiler. Necdet’in canı çeker diye ‘yok dedim’. “O da içebilir” diye itiraz ettiler. ‘Nasıl olur?’ diye sordum; cerrah kızı olarak karın ameliyatlarında, hele de bağırsak delinmesi şüphesi olan hastalarda ağızdan sıvı verilmeyeceğini de biliyordum. Yok deyip itirazlarını sürdürdüler: “içsin bir şey olmaz…” Sütlü kahvelerimizi içe içe Ankara’ya ulaştık. Ben hemen ameliyat edilmesini beklerken Necdet yoğun bakıma alındı. Sorunca da tansiyonuna bakıyoruz, tahliller yapılıyor, sonuçlarını bekliyoruz, diye yanıtladılar. Yirmi dört saat sonra ameliyata alındı. Ameliyathane başhemşiresi arkadaşımızdı, karın açıldığında ortalığı kesif bir kokunun sardığını, iltihabın tamamen yayıldığını görünce arkadaşlarımıza ağlayarak ‘Necdet’i kaybettik’ demiş… Başhemşire bilgisiyle sonu görmüş. Öyle de oldu, mide kanaması başladı, ciğerleri iflas etti, solunum durdu, suni ciğere bağlandı, öbür böbreği de işlevini yitirdi… Morardı, sarardı. Bilinci hep açıktı, acı çeke çeke, gözümüzün önünde gitti… Tüm tıp insanları, tıp öğrencileri dâhil en çok mikrop üreten gıdalardan birinin süt olduğunu, karındaki operasyonlarda bırakın sütü, hiçbir şekilde sıvı verilmeyeceğini, peritonit şüphesi olduğunda müdahale için dakikaların bile değerli olduğunu ve o dakikaların kaybedilemeyeceğini bilir… Sonradan,  o sırada Mehmet Haberal’ın sekreterinin, Mehmet Ali Ağca’nın kız kardeşi olduğunu örgendik. Buda bizim şüphelerimizi arttırdı.”

 Bu olay öncesi bir başka olay ise 1975 Ocağında yaşanıyor ve yine aynı doktorla karşılaşıyoruz.

“ Faşistlerin ODTÜ otobüslerine saldırılarından birinde iki örgenci ağır yaralanıyor. Boynundan yaralanan Semih Erbek’e ilk müdahale Hacettepe Acil Servisi’nde yapılıyor ve hayata döndürülüyor. Bağırsak, kasık ve kolundan yaralanan diğer örgenciyle birlikte yoğun bakıma alınıyor. Yan yana yatıyorlar. Semih’te mide kanaması başlıyor, ateşi yükseliyor. Şeftali yemek istiyor. Arkadaşının ve genç doktorların karşı çıkmasına rağmen sorumlu doktoru Mehmet Haberal’ın talimatıyla konserve şeftali yediriliyor. O günden sonra Semih düzelmiyor, üst üste geçirdiği ameliyatlara rağmen ölüyor.”

Bellekten çıkanlar bugüne kadar uzanıyor. Ergenekon dava dosyasına da giren Ecevit’e yanlış müdahale iddiası tüm bunlarla bir araya geldiğinde, bu ismin şaibeliliği ve ilişik ilişkileri tavan yapıyor.

Tüm bunlara rağmen Batum’un, Haberal’ın milletvekili yapılmasına dair gündem oluşturma çabası bana Haberal kadar şaibeli gözüküyor. CHP, ya bu belleğin sahiplerine kulak verecek ya da Belleksizler Partisi olarak siyasetini her zamanki gibi yürütmeye devam edecek.

Parti içi demokrasi kavramı için belki de ilk gerekli olan şey bir demokrasi belleğine sahip olmaktan geçiyor. Eğer o belleğe sahip değilseniz parti içi demokrasiyi oluşturamaz ve eski olanla benzeşmeye başlarsınız. Tepeden görevlendirilenlerin kendi kişisel çıkarlarını ve egolarını tatmin ettikleri görüntüsünden kurtulamayacağınız gibi, bire bir bunun kurumsal uygulayıcısı haline gelirsiniz. Eski gelenek sanırım CHP içinde bir hayalet gibi dolaşıp duruyor ve bu hayaletlerin oluşturduğu gündemle belleksizlerin gücü kurumsallaşıyor.

(*) Mesele dergisinin Mart 2010 sayısında yer alan Neşe Erdilek Bulut röportajından alınmıştır.