Türkiye'de halen birçok ünlü politik kimliğini bir sır gi

TACIM AÇIK

Hane Fonda 1972"de Kuzey Vietnam"a gidip Amerikan politikasını eleştirince muhafazakar çevreler ona "Hanoi Fonda" lakabını takmıştı. Marlon Brando ülkesinde Kızılderili ve siyahların hakları için aktif olarak çalışmıştı. Yeni kuşaktan Pearl Jam solisti Eddie Wedder, Radiohead lideri Thorn Yorke arada bayramlık ağızlarını açıp "peace" diyor; Nicole Kidman, Angeline Jolie gibi isimler her fırsatta çevre ya da kadın dernekleri için faaliyetlerde bulunuyor. Bu sayede basında hatırı sayılır düzeyde reklamları dönüyor. Türkiye"ye dönüp baktığımızda halen birçok ünlü politik kimliğini bir sır gibi saklıyor; "ne etliye ne sütlüye" diyerek konforlu hayatlarına devam ediyor. Bahane olarak yeteri kadar STK"ların olmayışından, organize olamadıklarından bahsediyorlar. Hareketi başlatandan çok, -belki belki- mevcut harekete katılım sağlayabileceklerini vurguluyorlar. Evvelki dönemlerde ülkeleri için çalışan ünlü simaların başına gelenler ise hepsini yeterince korkutmuş; "onlar çalıştı-çabaladı elde var sıfır, biz de hiç kasmayalım" fikrini savunuyorlar. Konuşmaktan bile endişe duyan ünlü isimler kitleleri peşlerinden sürüklemek bir yana, görünmez olmayı tercih ediyor. Türkiye"nin gündemini oluşturan, tezkere, savaş olasılıkları, halklar arasındaki gerilim hakkında kelam edip barıştan söz etmek yerine onlar yorumsuz kalmayı tercih ediyorlar. Belki de bizdeki ünlü isimler başka bir Türkiye"de yaşıyor, kim bilir... Ülkemizden ünlü isimlerle politik duruş, aktivistlik ve yurtdışındaki ünlülerin aktivistliği üzerine kıyaslama yapmalarını istedik, ortaya Türkiye"deki sosyal hayatın ve ün kavramının profili çıktı.


KADİR İNANIR:
Politik kimliği belli olmayanların derdinden bana ne! Ben su katılmamış sosyal demokratım.


NİLÜFER!:
Bildiğiniz üzere müzikte sınıf, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik görüş, ulus, etnik köken ayrımı olmaz. Bu nedenle de müzik insanları birleştiren bir etmen haline geliyor. Bunun içinde bir sanatçı asla bir politik görüşün taraftarı olmamalıdır. Bu yüzden ben de müziğimle gündeme gelmeye özen gösteriyorum.


VEDAT SAKMAN:
Sanatçılar toplumsal sorumluluğu olan insanlardır. Halk onları dinliyor ve sözlerini önemli kabul ediyor. Sosyal konulara sanatçıların mutlaka duyarlı olması gerekiyor. Yıllardır benim de bağırdığım bir konudur. Oraya gelen birilerinin aydınlık uğruna hareket etmesi, çaba göstermesi gerektiğine inanıyorum. Ama artık sanatçılar da üzerine düşüne yapamayacak kadar aciz bir fotoğraf veriyor insanlara. Siyasetten korkmamak gerekiyor, başka korkulara pencere olmaması için.


LALE MANSUR:
Sanat hayatın içinden çıkar ve hayatın aynasıdır. Ancak Türkiye"de sanat genelde, eğlence ve süs olarak algılandığından bazı sanatçıların hayata ait bir sorumlulukları yokmuş gibi davranmaları şaşırtıcı değil. Ya da, belki başka bir galakside yaşıyorlardırü!


SONER ARICA:
Orada eylem konusunda insanları çok kategorize etmiyorlar. Toplumun genel kültürü, değer yargıları, belirlediği normlar ile ilgili bir şey. Sanatçının yaptığı eylemler sonucu eserlerine karşı bir önyargı ile karşılaşmıyor. Yine insanlar takip etmeye devam ediyor. Ama bizim ülkemizde böyle olmuyor. Bir dizi oyuncusu özel yaşamından dolayı diziden atılabiliyor. Bu arada Türkiye"de çocukluğumuzdan bu yana korkutularak yetiştirildiğimiz için üzerimizde bunun ciddi bir psikolojik baskısı var. Bir de sesinizi yeteri kadar duyuramamanın vermiş olduğu yılgınlık duygusu oluşuyor. İlla siyasi bir eylem olması gerekmiyor; hayvanları korumaya yönelik bir eylem de olsa sonuç değişmiyor. Hele siyasi bir duruş sergilenirse başkaları tarafından susturulacağınız düşünülüyor.


FERİDE ÇETİN:
Eylemlerde olmamalarını korkak olmalarına bağlıyorum. Yurtdışında da işin çok şov kısmı ve ticaretine dönüştürdüler. Mesela Angelina Jolie 5 Milyon $ bağışlıyor ama karşılığını alıyor da. Bakıyorsunuz; kadının BM"ye üye olması, 3. Dünya ülkeleri için bir şeyler yapması onun basına daha iyi çıkmasını sağlıyor. Hatta kötü bir imajı varken Jolie bu sayede imajını parlattı. Hollywood"da çok dürüst davranıldığını düşünmüyorum. Türkiye"ye gelirsek, daha sendikaları yok ve bunun için hiçbir şey yapmıyorlar. Tabii ülkemizdeki politik bilincin çok gelişmiş olmaması da yön veriyor. Baktığınız zaman doğru dürüst tavrı olan kaç tane film var? Kaç yönetmenin eylemlere katıldığını söyleyebilirsiniz? Ortada politik birçok mevzuu var: Niye bir Pınar Se-lek"in hikayesi yapılmıyor? Niye bir Sivas Olayları filme çekilmiyor?


KEREM ALIŞIK:
Sosyal sorumluluklarda üzerine düşen görevleri yapan arkadaşlarımız da var. Kimisi bunu çok deşifre edebiliyor, kimisi etmiyor. Ancak genel anlamda memleketimizdeki sanatçıların yanlış algılanıp taraf gibi görünür olma endişeleri ve korkularından çok fazla aktif olmadıklarını söyleyebilirim. Kendi ideallerim, doğrularım çerçevesinde sosyal sorumluluk projeleri için elimden geleni yaptığıma sonuna kadar inanıyorum. Ne şove-nist bir üslupla yapmak ne de inanmadığı şeyleri sadece toplum psikolojisine uygun düşecek diye göstermelik yapmak doğru değildir diye düşünüyorum.


ŞERİF SEZER:
Ben yıllarca devlet tiyatrosu ve devlet memuru kimliğimle olduğum için eylemlerde olamadım. Ama tabii ki sanatçılar politik kimliklerini açıklamalılar. Eğer özgür bir yerde yaşıyorsak bunu saklamanın anlamı yok bence. Ayrıca herkesin kim olduğunu herkes biliyor. Kimin nasıl olduğunu, hangi politik kimlikte olduğunu aşağı yukarı herkes biliyor saklasalar da saklamasalar da.


BÜLENT SOMAY:
Soru bir haksızlıkla başlıyor; kendi kendini lanetleyen oto oryantalist bir noktaya varıyor: Gavurlar yapıyor, biz niye yapamıyoruz. Halbuki öyle değil. Ne gavurlar o kadar yapıyor ne biz o kadar yapamıyoruz. Tabii ki görece olarak biz daha kötü durumdayız. Çünkü bizim devletimiz çok daha totaliter, tabii ki bizim kamuoyumuz çok daha alakasız, Yurtdışında savaş aleyhtarı olmak dünyanın en kolay şeyidir mesela: Şık görünür, bir risk içermez. Sizin herhangi bir şekilde toplumsal varlığınız ve sağlığınız tehlikede olmaz. Size bir getirişi vardır. Dolayısıyla Sir Bob Geldof olmak gayet mümkündür. Ama aynı şeyi gerçek bir savaş olanağının yaşayan Türkiye"de yapmaya kalkarsanız böyle olmaz. Mesela İngiltere"de çevreci olmak dünyanın en kolay şeyi. Türkiye"de çevreci olduğunuz zaman, altın madeni açılması gereken yerde eylem yapmanız gerekiyor. Sadece savaş ve çevre değil, Türkiye"de kadın hakları ya da kadına karşı şiddet konusunda tavır koyan biri olsanız, ülkenin yaklaşık 3 "te ı"ini, izleyici kitlesi olarak kaybetmek riski ile karşı karşıyasınız. Halbuki, bu başka yerlerde böyle değil. İngiltere"de kimse karısını dövmüyor değil, dövüyor ama aynı zamanda karısını dövmeye karşı eylem yapan ünlüyü de destekliyor. Türkiye"de hem devletin yarattığı tehdit çok fazla hem de izleyici ladesinin yarattığı tehdit çok fazla.


BERNA LAÇİN:
Çok fazla bilinçli bir ülke değiliz. Sendikalarımız yok, sivil toplum örgütleri, dernekler zaten çok zayıf. Yurtdışında organizasyonlar çok iyi çalışıyor. Bir takım inanlar teklifte bulunuyor, ona göre katılım sağlanıyor. Mesela anne sütü ile ilgili kampanyalar olduğu zaman ben katılıyorum ya da kız çocuklarının okutulması için TE-GEV"le çalışıyorum. Ama onun dışında bir toplumsal hareket olmalı ki sen de onu destekle. Aksi takdirde toplumsal hareketi başlatanın biz olması beklenir ki, yurtdışına baktığınızda hareketi başlatan da sanatçılar değillerdir zaten. Biz daha telif haklarımızı alabilmiş değiliz. Dolayısıyla sen tek başına çıkıp da, "Bilmem neye hayır!" diye çıkamıyorsun. Organize olmak lazım ama ülkemizin organize olup bir araya gelememe gibi bir problemi var. Sizin anlayacağınız bu toplumsal bir problem.


NEJAT YAVAŞOĞLULARI:
Eylemlerden kaçmak iktidarlara her zaman için hoş görünme düşüncesi bu konuda egemen midir diye düşünmek lazım. Sorumlu bir vatandaş bilincine sahip değiller bizdekiler. Söylemeye dilim varmıyor ama eğitim meselesi de sanatçıların durumunu çok net özetliyor. Tabii eğitimli isimlere baktığımızda da aynı şeyleri yine göremiyoruz. Ne eğitimlisi ne de eğitimsizi bir şey yapmıyor. Ama sanatçı adıyla anılan insanlardan entelektüel bir bakış açısı beklemek toplumların hakkı diye düşünüyorum. Bu yok maalesef. Belki de çok okumak da eğitimli olmak anlamına gelmiyor. Radio head"in Thom Yorke"un röportajını okudum, kendimi çok yakın hissettim ona. Yurtdışındaki insanların birçoğu bu konuda çok bilinçliler. Ama buradakiler ne etliye ne sütlüye karışmak istemiyorlar. Rock müzik camiası hiç değilse pop müzik camiasına göre bu konuda çok ileride. Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ya da yeni jenerasyondan mesela Barışarock"a katılan birçok grup da aynı düşünceleri paylaşıyor. En önemli sebebi ise hiç kuşkusuz basın. Basın artık basın olmaktan çıktı. Türkiye"de demokrasinin olmadığına inanıyorum. Hükümet, medya ve uluslararası tekelci kapitalizm üçgeni kurulmuşken, böyle bir ülkede demokrasiden bahsedenleyiz zaten.



Yurtdışında eylemlere destek veren ünlü simalara halkın önyargısı oluşmuyor aksine popülerlikleri artıyor...


PELİN BATU:
Türkiye"de eylem yapan ya da başkal-dıran insanlar bunun aslında pek bir işe yaramadığını, tam tersine hayatı zorlaştırdığını gördükleri için genel olarak eylemsizliği tercih ettiklerini düşünüyorum. Çünkü, "bir şey yaptık da ne oldu, biz mi değiştireceğiz" mantalitesinden dolayı böyle. Sonuçta sanatçılar da halkın aynası olduğu için halk da öyle. Bu halkın bu sanatçısı da böyle. Ayrıca Osmanlı dönemine de bakacak olursak ayaklanma açısından doğru dürüst hiç bir şey de göremeyiz. Halk biraz bilinçli olsa halkın sanatçısı da farklı olurdu. Neden Fransa"da farklı? En küçük bir şeyde bir grev, bir protesto oluyor. Çünkü haklarını savaşarak almaya koşullanmışlar 1789"dan beri.


MEHMET ALİ NUROĞLU:
Türkiye olarak koca bir ailenin içinde yaşıyor gibiyiz ya; ağırbaşlı, efendi, uslu insanlar olduğumuz için hiç kimse kötü çocuk olmak istemiyor. Garip bir ahlak yapısına sahip olduğumuz için insanlar da cici cici ortalarda dolaşıyorlar.


GÜVEN KIRAÇ:
Yurtdışında ünlüler kendi stratejileri adına doğruyu söylemeleri gerekiyorsa bundan geri kalmıyorlar. Ülkemize bakarsak çok fazla gerçek sanatçı olduğundan da söz edemeyiz. Apolitize edilmiş toplumun profilini sanatçı da veriyor. Buranın sanatçısı da bu toplumda olduğu için onlarda da bir erozyon/kayma var. Toplum da politik bir toplum olsa, sanatçı da bunun gerisinde dursa anlayacağım da, top-yekün bir kirlenme var. Anladığım kadarıyla insanların pek bir umutları kalmadı. Türkiye için sanatın ve sanatçının durumu da çok muallak bence. Onun için sanatçının liderlik yapma vasfı ve insanları/kitleleri peşinden sürükleme gücünde de bir zayıflama söz konusu. Tabii yurtdışına baktığımızda oradaki sivil toplum örgütleri daha iyi örgütlenmiş durumda. Bizde sivil toplum örgütleri ne yazık ki o kadar az ve çabaları cılız kalıyor ki, onlara katılım da çok az sayıda olduğu için yeterli olmuyor. Herkesin üzerine ölü toprağı serpilmiş, herkes her şeyi kabullenmiş gibi adeta sona doğru yuvarlanan bir makara gibiyiz aslında herkes yokuş aşağı salmış öyle hayatını yaşıyor. Ciddi bir bilinçsizlik var. Bütün bunlar zincirleme şeyler. Az okuyan, az sinemaya, tiyatroya giden bir toplum olursanız bütün bunlar arka arkaya birbirine eklenir. Ama tembel olduğumuz ve apolitik yapıldığımız kesin.


NUR SÜRER:
Herkesin hayatla olan ilişkisi değişik olduğu için duyarlılıkla ilgili olduğunu düşünüyorum. Ama illa toplum için bir şey yapacak ya da eylemde bulunacak diye sanatçının böyle bir görevi de yok. Sanatçının topluma örnek olma görevi de yok. Neden böyle bir şey sanatçılardan bekleniyor ki? Ben sanatçı olsam da olmasam da yine aynı olurdum.


HÜLYA KOÇYİĞİT:
Ülkem için yapabileceklerimi siyasete girmeden de yapabilirim. Ben bir sanatçıyım. Meclis"te yapabileceklerimi sinema sayesinde de yapabilirim. Her seçim döneminde hemen hemen her partiden teklifler geliyor. Ancak siyaset ciddi bir iş ve ekip işi. Bu nedenle gelen teklifleri ciddiye almıyorum.


UMUT KURT:
Yurtdışındaki sanatçıların birçoğu gerek gelişmiş toplum olma özellikleri gerekse ekonomik koşulları sebebiyle istedikleri eylem biçimini istedikleri şekilde yapma olanakları ve şansları var. Bizim ülkemizde şartlar buna uygun değil, ben bunu görüyorum. Onlara göre daha büyük bir ödün vermek, risk almak gerekiyor. Tabii, ülke koşullarının kültür ve sa-nada iç içe olmasıyla da alakalı. Gelişmiş bir toplum olmadığımız için insanların olanakları da çok kısıtlı oluyor.


BÜLENT ORTAÇGİL:
Türkiye"de genel olarak insanlar sivil toplum örgüderinde yer almıyorlar, sosyal olayların içinde genellikle yer almamayı tercih ediyorlar. Batıdan Doğuya giden bir eksen içinde, Batıda bu miktar artıyor, insanlar daha aktif, daha çok söz sahibi olmak istiyor; Doğuya doğru gittikçe insanlar daha boş veriyor, bir şey olmayacağına inanıyor ya da birlik olmanın yöntemlerini bilmiyorlar, anlamıyorlar. Sanatçı dediğimiz insan türü de, insan türünden bağımsız olmadığı için memleketlerine göre değişiyor. İkincisi, -benim tahmin ettiğim kadarıyla- herhangi bir politik olayda taraf olmanın kendilerine izleyici/dinleyici kaybettireceğine dair bir pazar endişeleri olduğunu sanıyorum. İnsanlar saklıyorlar kimliklerini. Tabii bir de Batının sorunu bizimki gibi değil: Asit yağmurları, çevre duyarlılığı gibi bir sürü sorun zaten çözümlenmiş işin cila kısmı kalmış, o cila bölümü de yapılıyor. Onlar bu projelerde yer aldıkça artısı onlara geri dönüyor, biz-dekilere ise tamamen eksi olarak... Türkiye toplumu tamamen depolitik vaziyette ama Batıdaki politizasyon da bizim tahmin ettiğimiz kadar çok keskin çizgilerde değil. Orada ortadaki bir insan en sağdaki insanla da temas edebiliyor, aynı eylemde yer aldıkları zaman çekinmiyorlar. Bizde daha keskin tavırlar var. Oradaki her biri sosyal hayatın içindeki bir takım faaliyetlerde yer alma cesaretini gösteriyorlar... Mesela kayınvalidem al-zaymırh, bir alzaymırla ilgili bir şey olsa yer almak isterim çünkü canım yandı zaten o işten. Çevre duyarlılığını tabii ki saygıyla karşılıyorum ama bahsettiğim Doğu-Batı eksenini düşününce biraz fazla romantik geliyor bana. Ama yine balık çifdiği ile ilgili bir eylem olsa o kadar da bağırdım da çağırdım da. Öyle bir eylem olsa en başta yürürüm. Kendi açımdan söylediğim gibi ben de bir Doğu insanı olduğum için bütün Doğu insanının ahrazları bende de var diyebilirim.


TÜLİN ÖZEN:
Sadece sanatçılar değil, Türkiye"de birçok bireyin birey olma durumu yok. Söz söyleme haklarının olmadığını görüyoruz. Türkiye"dekiler daha korkak. Ailelerin ya da toplumun da payı büyük, hatta solcu aileler bile, "Biz yaptık, olmuyor, boş ver hayatına bak sen" bilinci bir kuşağı etkiledi. Bunun sanatçıya yansıması da aynı. Yurtdışındaki gibi örgüdenme ve sivil tolum örgüderi de bulamıyorlar, birlikte hareket edecek. Eskiden çok daha fazla bir eylem tuhu vardı ama aza-la azala köreldi. Korkular arttı, inançlar yitirildi. Ben de eylemlerde yer alınca oyuncu kimliğimle değil, vatandaş kimliğimle katılıyorum. Çünkü bu benim boynumun borcu, oyunculuğum getirişi değil.


SEVİNÇ ERBULAK:
Kimse katılmıyor diyemeyiz, sadece aynı kişilerin eylemlerde olduğunu söz edebiliriz. Bizim ülkemiz zaten dünya meselelerinde de haberden aldığı bilgiler kadar vakıflar. Ünlü isimlerin bazıları da Cumartesi Annelerinden Greenpeace yürüyüşlerine kadar katılıyorlar. Ama genel olarak apolitik bir toplumuz. Ünlüsü de ünsüzü de öyle. İnsanlar dikte edilen rejimden dolayı kıstırılmış durumdalar. Ama kendini bu işe adamış insanlar da var. Nur Sürer sadece sinema sendikası başkanı değil bir sürü başka eylemde de gözüken bir isim. Genç isimlerden Mehmet Ali Alibora her an her yerde görülüyor. Bunun yanında popülerlik bütün avantajlarının yanında kişiye son derece dezavantajlı bir dünya sunan da bir kavram. Bir de şimdi bunun altı çok boşaldı. Tarık Akanların, Halil Ergün"lerin zamanındaki popülerlik başkaydı, bizim kuşağımızın popülerlik anlayışı başka. O isimler yürekliydi ama artık her önüne gelen popüler sayıldığı için ünlülerin geneli eylemlerde yokmuş gibi algılanıyor... Ben annemle Cumartesi Anneleri için Beyoğlu"nda Tünel"e kadar uzun bir yürüyüş yapıp bildiriyi okuduğumda, bir karikatür dergisinde giydiğim elbisenin dizüstü elbise olması sebebiyle bir alay karikatürü çizilmişti... Mesela Türk Telekom özelleştirilecek, grev var devam ediyor, Türk Hava Yolları büyük bir sıkıntı yaşadı. Ama neredeyse hiçbir ünlü onlar için bir şeyler yapmadı. Ateş düştüğü yeri yakar mantığı devam ediyor. Korkular da buna çok etken, bu ülkede düşünce özgürlüğü olamadığı müddetçe, insanlar düşüncelerini söyleyip hapse girdiği müddetçe eylemlere katılım oranı hep aşağılarda seyredecektir. Bizim çok ciddi Anayasal değişikliklere gitmemiz gerekiyor toplum olarak.


MURAT ERTEL:
Halk deyimiyle onların tuzu kuru... Amerika"nın resmi devlet politikasına karşı film yapıp kitap yazabiliyorlar, üretebiliyorlar... Ülkemizde öldürülen, işkence gören sanatçı, yazar ve araştırmacılar diri diri yakılan aşıklar, şairler var... Açık ve gizli sansür söz konusu... İbrahim Tathses gibi mafioso bir karakter bile Tv"de Kürtçe söylemeye kalktığında baskıyla karşılaşabiliyor... Örnekler Çoğaltılabilir... Ünlü isimlerin çoğu apolitik... Aşıklar ile toplum arasında uçurum var ve aşk dışında bir konuyu işlediğiniz zaman hemen dışlanıyorsunuz. .. Pırasa isimli şarkımızı örnek verecek olursak TRT"den sözleri nedeniyle vize alamayan bu şarkı yüzünden konu bulamamakla eleştirilmekten tutun Bek-taş Veli şenliklerinde sahneden indirme çabalarına kadar çeşitli tepkilerle karşılaştık... Yine de biz sözümüzü anlayana ulaştırdığımızı düşünüyoruz fakat sanatçılardan çok daha fazla sorumluluk bekliyoruz... Hiç olmazsa insan, hayvan ve bitkilerin haklarını savunsunlar, özellikle kadınların...


ÖZLEM TEKİN:
Bizim ülkemizde ne zaman ne olacağı belli olmadığı için taraf kaybetmek istemiyorlardır herhalde. Ben de sanatçıların tuttuğu takımlarla veya politik görüşleriyle anılmasını doğru bulmuyorum.


TARIK AKAN:
Yerli sanatçıların bilinç düzeylerinin yüksek olmaması ve bundan doğan bireysel çıkarlar; her türlü toplumdaki katmanı üzmemek, kırmamak dolayısıyla onlardan para kazanmak etkili. Toplum bilinci yoktur, kültür bilinci yoktur, sadece kendi çıkarı vardır. 3 kişi 5 kişi bu ülkede bir şeyler yapmaya çalışıyor, gerisi arkadan bakıyor.