Gülümser Çankaya: Mektuplar, yazan kişinin en öznel, en insani yanlarını ele veren metinler. Bir mektubu söylediklerinden çok söylemedikleriyle okursunuz, döne döne okursunuz. Galiba günyüzüne çıkararak saklamak istediğim buydu

‘Ben bir mektup zamanı kızıyım’

Duygu Kankaytsın

Mektubun bir türe sıkıştırılması onun ontolojik bağını anlamaya yetmez. Goethe’in Genç Werther’in Acıları’na ne denilebilir? Yahut Cahit Sıtkı Tarancı’nın Ziya’ya Mektuplar’ına? Roman... hikâye... şiir... deneme... anı... aklımıza gelebilecek pek çok tür mektuba dokunarak onu melezleştirir. Bir şairin şaire mektubuysa bu açılardan daha kıymetlidir. Ama genç bir şaire mektup yazmak daha başka. Bu minvalde Gülümser Çankaya ile hazırladığı bir topluluk kitabı olan Mektupta Şiir Var’ı konuştuk.

»Sevgili Gülümser, Denizden Sonra (2005), Soğuma (2010) ve Sebep (2018) adlı şiir kitaplarının yanı sıra Etken ve Şiirsaati adında da iki dergi çıkardınız. Şiirsaati şüphesiz ki iyi bir arşive sahipti. Özellikle Genç Bir Şaire Mektuplar bölümü çok önemli. Rilke’nin Genç Şaire Mektuplar kitabından ne kadar yakın ne kadar uzak hissettiniz kendinizi?
Her koşulun kendi eylemini yarattığına, yaratması gerektiğine inanıyorum. Rilke’nin Genç Bir Şaire Mektuplar’ı esin oldu ama bunu kendi koşullarımıza uyarladık. Haliyle farklılaştı, bambaşka bir şey çıktı ortaya. Yayın yönetmenliğini yaptığım Şiirsaati dergisi adına, şiirimizde yer edinmiş kimi şairlerden genç bir şaire mektup yazmasını istedim. Anlaşılacağı üzere burada fizyolojik gençlikten söz etmiyorum. İlk adımın içerdiği tazelikten söz ediyorum. Yola çıkan yolun gencidir, fizyolojik olarak kaç yaşında olursa olsun. Mektupları yayımladıkça ilgiyle izlendiğini gördüm. Şairlerin yazın serüvenini kendi anlatımından okuyor, aynı zamanda şiirine ilişkin poetik çıkarımlarda bulunabileceğimiz metinler biriktiriyorduk. Zaman içinde genç şaire şiir ve hayat konusunda referans olabilecek paha biçilmez bir toplam oluşturdu. Dergi sayfalarında unutulup gitmesin istedim. Mektupları yayımlamaya şu an aramızda olmayan Kemal Özer’in öncülüğüyle başlamıştık. Arif Damar, Melisa Gürpınar, Sennur Sezer, Enver Ercan ve Ülkü Tamer de aramızdan ayrıldı. Her birini saygıyla anmak isterim. Kimi telefonla, kimi yüz yüze, kimi e-posta aracılığıyla şairlerden yazmasını istediğim zamanlarda onlarla yaşadığım tatlı diyalogları hep hatırlayacağım. Dergicilik deneyimim yaklaşık on yıl sürdü. Bana çok şey öğretti. Her şey bir yana şair duruşunun bir görgü meselesi olduğunu da bu sayade öğrendim. Mektupta şiir var, yedi yıllık ortak bir çabanın, emeğin ürünü. Şiirsaati dergisi çiçek açmış gibi hissettiriyor bana.

»Rilke’yle ilgili başka bir şey daha… “İçinize dönün, hayatınızın kaynadığı derinlikleri yoklayın; onun kaynağında siz, yaratmanız gerekiyor mu sorusunun karşılığını bulacaksınız. (...) yaratıcı, başlı başına bir dünya olmalı ve her şeyi içinde, bağlandığı tabiatta bulmalı” diyor Genç Şaire Mektuplar kitabında. Şairin içe dönüş hali, yani kendi olma hali biriciktir. Bir başkasından, velev ki dışarıdan gelebilecek bir söz, şairin şiirini ne derece etkiler?
Şair olmanın “Bu benim şiirim” diyebilme olgunluğuna ulaşmaktan başka bir şey olmadığını düşünmüşümdür hep ama bu zannedildiği kadar kolay bir mesele değil. Bu ancak özgürleşmiş insanın kurabileceği bir cümle. Şiir konusunda söylenenlerin hepsini duyacak ama hiçbirini duymayacak, hepsini anlayacak, öğrenecek sonra unutacak, kendiniz olarak yeniden oluşturmaya çalışacaksınız… Yazmak çelişik çaba, delice bir cesaret gerektirir. Dışardan gelen seslere kulak kesilmek, başka hayatlara bakmak kendi bilgimizi oluşturmanın yollarından biridir. Türk şiirini, dünya şiirini okumadan, başka seslerden bağımsızlaşmadan kişinin kendi sesini bulabileceğini sanmıyorum. Gitmeden gelinmez; gitmeli ki insan kendine dönebilsin. Yalnızca şiirde değil, yapılan her işte bence insan kalbine baksın, oradan filizlenmeyen hiçbir şey sahici olmaz çünkü.

»Bu çalışmanın faydasına inandığınızı görüyorum. Başka bir açıdan sormak isterim, bu mektupların hiyerarşik değerlendirilmesi, genç şaire öğüt ya da ders verme şeklinde algılanması gibi kaygılar taşıdığınız oldu mu? Mesela Haydar Ergülen, ‘Genç Bir Şaire Mektup Değildir’ başlığıyla genç şaire mektup yazmaktansa genç bir şairden mektup almayı daha yakın buluyor.
Bu türden kaygılar hiç taşımadım çünkü niyetimin bu olmadığı açıktı. Mektupları okudukça içerikten de emin oldum. Ne ben ne de kitapta mektubu bulunan şair arkadaşlarım gençlere ders verme, öğüt verme gibi bir tavır içinde olmadık, kitabı okuyan herkes bunu kolayca anlar.

»Cahit Sıtkı Tarancı’nın Ziya Osman Saba’ya mektuplarında, iki şairin birbirlerinin şiirleri ile dönemlerini anlamak ve hayata geçirmekte bu mektupların katkısı olduğunu biliyoruz. Edebiyat okurları için de şiire giren hayatları, hayatın şiire çıkan yolları rahatça kavrayacakları metinlerdir bunlar. Hazırladığınız Mektupta Şiir Var kitabı ise dönemsel ve poetik anlamda birbirinden farklı şairlerin bir kereliğine yazdıkları mektuplardan oluşuyor. Peki ‘şair ve poetika’ kavramları ile buna ilişkin dönemsel özellikleri de eklediğimizde okur nelerle karşılaşacaktır?
Şair mektuplarında poetika konulu bir dosya hazırlamış ve bunu Şiirsaati dergisinin 5. sayısında yayımlamıştık. O sayıda değerli eleştirmen Mustafa Durak, şair mektuplarında poetika aramanın gökyüzünden yıldız toplama çabasından farksız olduğunu söylemişti ama bu çabadan geri durmayıp Tarancı’nın lirik, simgeci, bir arı şiir poetikçisi olduğu sonucuna da ulaşmıştı mesela. Bu kitapta birbirinden değerli yirmidokuz şairin, yirmidokuz mektubu bulunuyor. Yalnızca okumayla bile birçok sosyal ve edebi çıkarımda bulunulabilir. Bu okurun ne aradığıyla, algı ve kavrayışıyla ilgili biraz da. Okur, bir aynayla karşılaşacaktır belki de kimbilir?

»Hız çağı ve dijitalleşmenin getirdikleriyle mektupla daha doğrusu kâğıt ve kalemle kurulan ilişki zayıfladı. Mektup da başka bir yere evrildi. Onun yerine Elektronik Posta, Messenger, WhatsApp vs işlerlikte. Böyle bir zaman diliminde, bu toplamı oluşturmak, mektupları basmak, güzel delilik değilse nedir?
Teknolojinin sağladığı iletişim hızı işimizi kolaylaştırmıyor değil, bu yönü güzel. Öte yandan ben bir mektup zamanı kızıyım. Mektup yolu beklemenin ne demek olduğunu bilenlerdenim yani. Mektuplar, yazan kişinin en öznel, en insani yanlarını ele veren metinlerdir. Bir mektubu söylediklerinden çok söylemedikleriyle okursunuz, döne döne okursunuz. Galiba günyüzüne çıkararak saklamak istediğim buydu. Şiirsaati dergisinin işlevini tamamladığını düşünüyorum. Bence Mektupta şiir var iyi bir final oldu. Cemal Süreya kapanan dergilere ‘kalleş menekşeler’ diyordu. Bu kalleş menekşe benim deliliğim olsun.