Geçen Pazartesi akşamı Son Kale programında yaşananları biliyorsunuzdur.

Geçen Pazartesi akşamı Son Kale programında yaşananları biliyorsunuzdur. Toroğlu-Çakar ikilisi Reha Muhtar’la birbirine girdi. Malum programı Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar götürüyor. ¨Ali kıran, baş kesen¨ bu ikili her zaman olduğu gibi önüne gelene sallıyor, maçların sonuçlarından yola çıkarak envai çeşit komplo teorisini arka arkaya sıralıyor. Sorsan onlar Türk futbolu için kendini feda eden iki cesuryürek. Gelin görün ki işin iç yüzü öyle değil. Adeta yeşil sahanın altında dinamit yerleştiriyor, sonra da kerameti kendinden menkul spekülasyonlarının ortalığı karıştırmasını büyük bir zevkle izliyorlar.

Pazartesi akşamı, bir zamanlar hayatını insanları ¨haber¨ görüntüsü altında kavga ettirmekten kazanan Reha Muhtar’ın ¨sorumlu¨ gazeteciliğine şahit olduk.

Çakar-Toroğlu ikilisi, Eskişehirspor’un Fenerbahçe karşısında pek de istekli oynamayışını Bülent Uygun’un Fenerbahçeli oluşuna bağlarken Uygun programa katıldı. Televizyon haberciliğine ¨kavga eşittir reyting¨ felsefesini yerleştiren Reha Bey,  ne hikmetse kavga çıkmasın diye ikilinin Uygun’a soru sormasını engelledi.

Çakar-Toroğlu ikilisi ise bu durum karşısında devletin gadrine uğramış bağımsız gazeteci numaralarına yattı. ¨Sansürleniyoruz ey halkım, unutma beni¨ ambiyansında sona erdirildi program.

Şimdi tam da her maçın altında şike arayan Çakar-Toroğlu şüpheciliğinden hareket ediyorum, kimse beni bu ikiliyle Reha Muhtar’ın, Bülent Uygun’a soru sorup sormama meselesi nedeniyle kavga ettiğine inandıramaz. Ne Reha Muhtar kavgayı önleyecek adamdır, ne de bu ikili böyle bir sebepten  dolayı programdan ayrılma, ¨yaşasın özgür basın¨ nidaları savurur. Benim aklım da bana bu işin altında bir bit yeniği olduğunu söylüyor. Henüz bunun ne olduğunu bilmiyoruz ama sanırım çok yakında öğreniriz. Artık kanal mı değiştirirler, eski yuvalarına geri mi dönerler, hep beraber göreceğiz.

***
 
Aslında mevzu buralara gelmişken Türk spor basınından bahsetmek lazım. Aslında spor medyası ayrı bir yazıyı hak ediyor. Lakin öyle bir yazıya sığacak hikayeler, tartışmalar değil bunlar. Acaba diyorum, önümüzdeki haftadan başlayarak şöyle üç hafta sürecek bir ¨Türk Spor Medyası¨ serisine mi başlasam? TSYD’nin ne işe yarayıp, ne işe yaramadığından tutun da, spor basınımızın insan kalitesi problemine kadar tüm temel meseleleri tartışsak... Güzel olmaz mı?

***
 
Geçenlerde Galatasaray’ı içeriden çok çok iyi bilen, gerek eski gerekse müstakbel yönetimle (Ünal Aysal yönetimini kastediyorum elbette) arası epey iyi olan bir arkadaşımla konuşuyorduk. ¨Galatasaray’da Florya da dahil olmak üzere tüm kadroları baştan aşağı yenilemek lazım, başka türlü çözülmez bu iş¨ diye bir laf attım ortaya. ¨Saçmalama o kadar da değil¨ filan demesini bekliyordum, ¨Ne yazık ki doğru söylüyorsun¨ dedi. Şaşırdım kaldım. Başta en sıkı Galatasaraylılar olmak üzere herkes kulübün tamamının kangren olduğu konusunda hemfikir sanırım. Ve bu saatten sonra bir revizyon meseleleri halledemeyecek belli ki. Baştan aşağı yeniden yapılanmaya ihtiyaç var. Mevcut kadrolar için acıklı bir durum evet ama bazen böyle değişimler kaçınılmaz oluyor. Elden ne gelir!

***

Kayserispor tribünleri takımın menajeri Süleyman Hurma’yı bir maçta harcadı. Çok mu kötü durumdaydı takım? Yoo...  Hurma o kulübün son beş-altı sezondur elde ettiği istikrarlı grafiği yaratan isim. Kendisini yakından tanımam, çok muhtemelen tanısam da çok hoşlanmam. Fakat yine de Ertuğrul Sağlam’ın gidişi sonrası çizginin düşmemesinde, kulübün başarılı ve yerinde transferler yapmasında büyük emeği olduğu belli. Böyle bir ismi birkaç maçlık kötü grafiğe kurban etmenin mantığını da anlamıyorum açıkçası. Anadolu’da böyle bir şey var sanki. Yani başarıyı hazmetme sorunu var ve bu durum beraberinde başarısızlığa tahammülsüzlüğü getiriyor. Çabuk havaya giren kulüpler bir o kadar da çabuk adam harcıyor. Oysa üç İstanbullu bile bu kadar tahammülsüz değil. Ve Anadolu takımları herkesten daha iyi biliyor olmalı ki, sabır yoksa başarı da yok!