Seba’nın vefatı sonrası Aziz Yıldırım’ın açıklamalarına dair yazı mecburen bu haftaya kaldı. Evet, üzerinden epey zaman geçti. Evet, artık o açıklamalar gündem değil

Seba’nın vefatı sonrası Aziz Yıldırım’ın açıklamalarına dair yazı mecburen bu haftaya kaldı. Evet, üzerinden epey zaman geçti. Evet, artık o açıklamalar gündem değil.
Fakat her şeye rağmen Yıldırım’ın eski çalıştığı teknik adamlara dair söylediklerinin üzerinde durmak gerekiyor.

Çünkü Yıldırım’ın sözleri ve o sözleri söyleme şekli ülke futboluna dair çok şey anlatıyor. Hatta sadece futbol da değil, bu ülkede iş yapma biçimine, kültürüne dair de önemli ipuçları içeriyor.
Önce özetleyelim. Ne diyordu Aziz Yıldırım? Zico, Daum, Aykut Kocaman gibi teknik adamların kulübe kazandırdığı başarının sadece onların başarısı olmadığını söylüyordu. Böyle dillendirince malumun ilanı gibi duruyor, farkındayım.

Fakat Yıldırım bunları söylerken kulübün başarısının aslında yönetimin başarısı gibi okunması gerektiğini ima ediyor, hatta meseleyi bir adım ileri götürerek bütün çalıştığı teknik adamların yeteneklerini sorguluyor, teknik adamlık mesleğinin gerekliliğini tartışmaya açık bir hale getiriyordu.

Başkanın tarif ettiği evrendeki teknik adam tanımıyla bizim bildiğimiz teknik adam tarifi arasında büyük bir uçurum var gibi.
Biz kulüplerin idari kısmını yöneticilerin üstlendiği, kimlerin forma giyeceği, takımın nasıl bir oyun disiplini benimseyeceği, hangi antrenmanların ne zaman uygulanacağı gibi teknik kararların ise adı üstünde teknik direktörler tarafından verildiği bir evrene aşinayız.

Hal böyle olunca doğal olarak evet, şampiyonlukların teknik adamların ve tabii oyuncuların becerileriyle elde edildiğini düşünüyoruz.
Takımların, sadece maaşları zamanında ödendiği; tuvaletleri, soyunma odaları, tesisleri düzgün olduğu için şampiyonluğa koşabildiğini ilk kez Aziz Yıldırım’dan duymuş olduk.
Şaka bir yana, Yıldırım teknik direktörlerin verdiği teknik kararların öyle ahım şahım işler olmadığını söylerken bir noktada haklı olabilir tabii. Bir futbol takımını yönetmenin her şeyden önce zorlu bir insan grubunu yönetmek olduğu gerçeği hepimizin malumu.

Bu yöneticilik becerisinin teknik direktörlerden çok, kulüp yöneticilerinde olabilme ihtimali de kabulümüz.
Fakat tüm bu gerçeklerden yola çıkarak, başarılarda teknik adamların payını sorgulamak, eski iş arkadaşlarının yaptığı işin önemini küçülten açıklamalar yapmak sanki her şeyden önce iş ahlakına uygun düşmüyor.

Eski müdürünüz, patronunuz aynısını yapsa dava açmayı düşünürsünüz. O derece...
Ayrıca kusura bakmasın ama Aziz Başkan’ın yaklaşımı sokakta iki adam sallandırarak memleketi yöneteceğini, üç hamlede ekonomiyi iki dakikada düzelteceğini, ‘Bu takımı bana vereceksin’ diye başlayan cümlelerle her türden sportif başarıyı gözü kapalı hayata geçireceğini iddia eden insanlardan hiç de farklı değil.
Yıldırım’ı dinleyince insanın ‘Eh madem o kadar kolay, teknik direktöre ne ihtiyaç var, takımı sen yönetsene başkan’ diyesi geliyor.

İsmail Kartal’ı incitmek istemem ama bu yeni dönemle birlikte zaten Aziz Yıldırım ‘de facto’ teknik direktör pozisyonuna gelmiş oluyor. Daum, Zico gibi hocaların kariyerlerini bir çırpıda hiçe sayabilen Yıldırım’ın karşısında İsmail Hoca’nın teknik kararlarında ısrarcı olması neredeyse imkânsız. Dolayısıyla Yıldırım bundan böyle Samandıra’da her şeyin, her yerin, herkesin patronu.
İktidar herhalde böyle bir şey. Bir süre sonra sahip olduğun gücün sınırları olması insanın sinirlerini bozuyor olsa gerek. Madem buraları yönetiyorum, buralara niye karışamıyorum? Madem bu konularda istediklerimi yaptırıyorum, şu konularda niye yaptıramıyorum? Derken... Bir bakmışsınız ki, hepsini, her şeyi istiyorsunuz.
Bir kulübün, bir şehrin, bir ülkenin ‘babası’ oluveriyorsunuz.

Yasama kesmiyor yürütmeyi talep ediyorsunuz. Hazır yürütme bendeyken yargıyı da ben halledivereyim diyorsunuz.
Sözün özü memlekette neler oluyorsa, Fenerbahçe’de de aynısı oluyor.
Şaşırmamıza pek gerek yok.