Mevsime göre nispeten yumuşak bir havada son dakika yetiştiğim motorla Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçtim. ‘Mabet’ten sesler yükselirken,

Mevsime göre nispeten yumuşak bir havada son dakika yetiştiğim motorla Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçtim. ‘Mabet’ten sesler yükselirken, hızlı adımlarla gişeye yaklaştım. Kombinemin kart okuyucuya girdiği anda çıkan “diiiit” sesi “Hakka tapan milletimin istiklal” sesine karıştığı anda arkadaşların yanındaki yerimi almıştım.
Maç öncesi kaçırdıklarıma bin kere üzüldüm. “Nerdesin birader!” sitemi yetmiyormuş gibi “Irkçılığa karşıyız, Beşiktaşlıyız” sloganı hep bir ağızdan söylenmiş.
Bu sloganın benzerini, yani “Savaşa karşıyız, Beşiktaşlıyız”ı ABD’nin Irak’a saldırdığı dönemlerde, yani yıllar önce Yeni Açık’ta ilk kez söylediğimizi hatırlıyorum. Hangi maçtı hatırlamıyorum ama tüm stad alkışlarla ve tezahürata katılarak desteklemişti. Bu tezahüratın ve pankartın tezkerenin Meclis’ten geçmemesinde etkisinin olmadığını kim söyleyebilir?
Sonra, Diyarbakırlı taraftarlarla karşılıklı siyah-beyaz çekildiğini, yeşil-kırmızı diye tezahüratlar yapıldığını, dostane bir şekilde maça ısınıldığını duyunca çok şey kaçırdığımı bir kez daha anladım.
Aslında hepsinden önemlisi Diyarbakırlı kardeşlerimizin bir isteği varmış bunu öğrendim. El ele tribünlere giden futbolcuları alkışlayan sıcacık ellere sahip yeşil kırmızılı renklerin gönüldaşları, medyaya da seslenmeyi unutmamışlar. Yıllardır hakemlere edilen küfrün aynısını tüm medyaya nükte dolu yollamışlar: “i...e basın bunu da yazın!” Yani, kardeşliği yazın, olayların olmadığını yazın. Yazın alkışları, renklerin ve halkların kardeşliğini. Tezahüratlara yansıyan hasretliği yazın, gurbeti yazın. Bunları yazın!..
Maç sonunda plaza medyasından birkaç gazete az veya çok bu olanlara yer vermiş, haklarını yemeyelim. Ne de olsa haber değeri var değil mi? Bazı çığırtkanların sırf Ermeni olduğu için Alen’e alenen, ahlaksızca küfür eden ırkçılara karşı, Diyarbakır’ın deplasmanlara gittiği bazı şehirlerde kendini taraftar zannedenlerin yaptıkları ‘ince’ tezahüratlara karşı, “Ogün Samast Oleyyy” diye bağıran katil savunucularına karşı ‘Beşiktaş taraftarının manşetlere, daha da yukarı sürmanşetlere taşınacak hareketini de yazın. Milyonlarcasının “öteki” diye tanımladığının, tanımlarken ırkçılığın kralını yaptığının farkında olmayanlara inat, onlara göre ‘öteki’nin yanında olmanın cesaret istediği şu günlerde, ‘Kürt’ kelimesini söylerken bile sesimizi alçalttığımız şu dönemde ‘Irkçılığa karşıyız’ diyebilmek yürek isterdi. Bunu da Beşiktaş taraftarı gayet güzel yerine getirdi.
Sonra maç başladı ve bitti. Skor umurumda değildi. En beter durum oldu ve berabere bitti. Yazılarına hasret kaldığım Kenan Başaran’ın son yazısında dediği gibi “arafta kalmak”tı bu. Diyeceğim, beraberlik futbolun arafıdır. Böyle ne sevindiğine, ne üzüldüğüne, ne hissettiğine anlam veremezsin, işte öyle.
Diyarbakırspor çok zaman çalmış, kaleci topa bir türlü vurmamış, Beşiktaş uğurlu formayla maça çıkmamış, Nihat yuhalanmış, tribünlerin çoğu boşmuş falan...
Hikâye. Bizim birçok şeyden önemlisi, cebimizi doldurduğumuz onurumuz var bu maça dair. Heybemize koyduğumuz bir dostumuz daha var yarınlara dair.
Daha ne olsun ki?
Maç bitti ve konuşuyorduk aramızda tayfayla, “yahu hangi deplasmana gitsek bu sezon” diye. En güzel, en yaşanılası deplasman Amed olmaz mı şimdi?
Not: 34 haftalık ‘Uzaklara Mektuplar’ serüveninden sonra yine buradayım, heyecanlıyım. Ben salı günlerini çok sevdim.
Bundan böyle ‘yine’ her salı, kalemim, nefesim yettikçe. Yine, bu sefer ‘yeni’ bir merhaba!