Biden’ın paketi kapitalistlere dokunmayacak

Stephen Maher

ABD Demokrat Parti’nin adaylık yarışında Bernie Sanders’ı geride bırakarak aday olan ve seçimi kazanan Joe Biden, imza attığı devasa destek paketleriyle solcuları şaşkına çevirdi. 1,9 trilyon dolarlık Covid-19 destek paketinden sonra 1,7 trilyonluk altyapı paketi planlanıyor. Açıklanan paketler salgının olumsuz etkilerini onarmanın, otoyolları ve köprüleri onarmanın ötesine geçiyor. Biden ‘altyapı’ tanımını bakım evleri, konut, okul, çocuk bakımı ve diğer sosyal hizmetleri de kapsayacak şekilde genişletmeyi de deniyor.

Bu tür sosyal refah odaklı harcamalar neoliberal dönemde eşi benzeri görülmemiş nitelikte. Obama’nın 2008 krizi sonrasında açıkladığı paketin toplam büyüklüğü 831 milyar dolardı. Tüm bu sosyal harcamalar, Amerika’yı daha adil ve medeni bir ülke haline getirebilir. Dolayısıyla halen Sanders’ın yenilgisini atlatmaya çalışan solcuların şaşkınlığı anlaşılabilir.

Planlanan harcamalar etkileyici olsa da ABD sosyal güvenlik ağı Avrupalı refah devletlerine kıyasla zayıf kalmayı sürdürecek. Biden solun herkesin sağlık sigortasına kavuşturulması ya da saati 15 dolarlık asgari ücret uygulanması tekliflerini kabul etmedi. Sunduğu ‘yeşil’ çözümler de iklim krizini çözmeye yetmeyecek.

Fakat Biden’ın ilan ettiği paketlerin temel eksikliği, sosyal demokrasiyi inşa etmeyecek olmaları ya da yeterince ‘büyük’ olmamaları değil. Sosyalistler için nihai hedef sosyal demokrasi ya da kapitalizmin reformdan geçirilmesi değil. Sosyalistler için hedef, emek sınıfının yaşam koşullarını iyileştirmek ve toplumun örgütlenme biçimini baştan aşağı değiştirmek; ekonomik sistemin özel çıkarlara değil, insani ihtiyaçlara hizmet etmesini sağlamak. Biden’ın paketleri bu amaçlara hizmet etmiyor.

SOSYAL DEMOKRASİ TEK BAŞINA YETMEZ

Sosyal demokrasi insanların ve ekolojinin ihtiyaçlarını karşılamakta tek başına yeterli olmuyor. Bu konuda spekülasyona ihtiyacımız yok çünkü tarihsel örnekleri var. İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda sosyal demokrat partiler çeşitli ülkelerde önemli zaferler kazandılar. Refah devletleri sağlık hizmetlerini, emekli sandıklarını, işsizlik sigortalarını geliştirdiler ve belli başlı endüstrileri kamulaştırdılar.

Fakat 1970’lere gelindiğinde bu partilerin toplumsal düzeni kökten değiştiremeyecekleri ayyuka çıktı. Kapitalist devletlerin içine entegre oldular, işçileri terbiye etmeye koyuldular ve kapitalizm çatısı altında neler başarabileceklerine odaklandılar.

İşlerin buraya varmasının sebeplerinden biri, sosyal demokrat partilerin tepeden ve bürokratik biçimlerde yönetilmeleriydi. İşçiler sandığa gidip oy vermek ya da kapı kapı gezmek gibi pasif rollere veriliyordu. İktidara oturan parti liderlerinin, işçilerin ‘yüksek yararı’ doğrultusunda karar alacakları düşünülüyordu. Fakat liderler ‘sınıfsal tavizler’ siyasetini benimsediler ve sosyalistleri, solcuları ‘ciddiyet sahibi olmamakla’ itham ederek sistematik olarak dışladılar. Bu tür partiler demokratik kapasiteyi güçlendirmediler, seçmene enerji vermediler ve sosyalizme geçişi mümkün kılacak şekilde işçi sınıfının örgütlenmesini sağlamadılar. Devleti demokratikleştirmek yerine işçileri disipline ettiler ve kapitalist kısıtlar çerçevesinde faaliyet yürüttüler.

Sosyal demokrasinin işçilerin ‘piyasaya bağımlılığını’ azalttığı, hakkaniyetsiz maaşlar karşılığında çalışmak yerine sosyal destek mekanizmalarına bel bağlayabilecekleri söylenir. Diğer yandan, sosyal demokratlar ‘kazandıkları’ reformların sürdürülebilmesi için kapitalist şirketlerin rekabetine ve özel sermayenin kazanç hırsına bel bağladıkları da kabul ediyorlar.

Neticede, savaş sonrası ekonomi 1970’lerde çöktüğünde sosyal demokratlar bütçe kesintileri ve yeniden yapılanmadan başka seçenek göremediler. Giderek sağ politikalar izlemeye başladılar ve 1990’lı yıllara gelindiğinde ‘üçüncü yol’ sloganlarıyla neoliberal dönüşümü kucakladılar.

Kalıcı kazanımlar istiyorsak tek ümidimiz daha ileriye gitmek. Kapitalizm çatısı altında yapılan reformlar, insanların yaşamını bugün iyileştirmek için önemli. Fakat sol daha büyük bir proje inşa etmeli. Biden’ın bugün hayata geçirdiği politikalar, ortalama yurttaşın acılarını dindirmeye yardımcı olsa da, bizi kapitalizmin ötesine taşımayacak, işçi sınıfının gücünü ve bağımsızlığını inşa etmeyecek. Zaten kurumlar vergisinin yükseltilmesi dışındaki tüm konularda şirketlerin desteğini de arkasına aldı.

Andre Gorz’un 1968 tarihli yazısında ‘reformcu olmayan reformlar’ şeklinde tarif ettiği dönüşümü yalnızca sosyalist sol gerçekleştirebilir. Günümüzde sosyalistler karşı karşıya olduğu temel zorluk, sağlık güvencesi gibi ivedi konuları, uzun vadeli siyasi ve ekonomik dönüşüm ile bağdaştırmak.

Bunu başarmak için, sosyalist hakikatlerin çığırtkanlığı yapmaktan fazlasına ihtiyacımız var. İşçi sınıfının kurumlarını, bilincini, demokratik kapasitesini inşa etmeliyiz. Reformların derin mücadelelere dönüşüp dönüşmeyeceğini, süreç esnasında çıkardığımız dersler belirleyecek. Dolayısıyla sağlık hizmetleri için mücadeleye eşlik etmesi gereken sendikaların demokratikleşmesi, yerel toplulukların güçlendirmesi ve sosyalist düşünüşün işçi tabanında karşılık bulması olacak.

Sağlık hizmetlerine erişimin acil bir konu olduğunu salgın döneminde netlik kazandı. Fakat yaşanan toplum sağlığı krizi, kamu kaynaklarından yararlanarak geliştirdikleri teknolojilerle salgın döneminde korkunç kazanç elde eden ilaç şirketleri üzerinde toplumun söz sahibi olması gerektiğini de gösterdi. Salgının ardında yatan ekoloji krizi, siyasi ve ekonomik kurumları dönüştürmemiz, neyi nasıl ürettiğimizi gözden geçirmemiz gerektiğini ortaya koydu.

Sosyalizme ulaşacağımızın garantisi yok. Aslında bakarsanız, şansımızın az olduğunu kabullenmeliyiz. Ancak Leo Panitch’in ‘zihnin devrimci iyimserliği’ olarak tarif ettiği tavrı benimsemeliyiz. Somut bir ütopya hayal etmeli, stratejik düşünmeli, tarihin bizi getirdiği bu anın sunduğu olası açılımları değerlendirmeliyiz. Daha iyi bir gelecek inşa edebileceğimiz umudunu yaşamalıyız.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Jacobin