Bileylenen işçi

> KEMAL CAN KAYAR kemalkyr@gmail.com

Lisenin birinci yılını bitirdikten sonra ilk cep telefonumu almak için yazın konfeksiyonda çalışmaya başladım. Görevim, konfeksiyon camiasında hiyerarşik olarak en altta yer alan ortacılıktı.

Öğlene kadar benimle aynı boydaki kumaş toplarını ezile ezile taşır, öğle sıcağının bastırmasıyla atölyeye kaçardım. Atölye kendi kuralları olan apayrı bir dünyaydı. Yanımda çalışan bir kıza ismini sorduğum için, son ütücüler tarafından ölümle tehdit edilince bunu daha da iyi anladım. Konfeksiyonu monarşi ile yönetilen bir ülke kabul edersek, buhardan beyazlamış vücutlarında çeşitli jilet yaralarıyla yarı çıplak çalışan son ütücüler buranın krallarıydı. Onların üzerinde sadece karşı siteden bildiri dağıtmaya gelen abiler vardı. Onlardan patron bile korkardı. Aniden içeri dalar çalışan makinaların gürültüsünde bize insanca çalışmayı hak ettiğimizi bağıra bağıra anlatırlardı. Onlara göre patronlar kan emiciydi.
Kralların yazılı olmayan kuralları vardı. Bunlardan biri “Hep damar full damar” jenerikli radyo kanalının değiştirilmesinin kesinlikle yasak olmasıydı. Beyaz florasan ışığı altında gün boyu çaresizlik ve ayrılık acısı üzerine dinlediğimiz şarkıların hepimizin ruhunda tahribata yol açtığını düşünür ama buna engel olamazdım. Bir süre sonra bu şarkılardan zevk almanın yolunu buldum ve zihnimde arabeskçilere yardım eden bir süper kahraman yarattım. Şarkının sözlerini dinlerken, arabeskçileri kör kuyulardan çıkartıp bu çocukları üzen zalimleri bulup tokatlamanın hayalini kuruyordum.
Bu hayallerden kurtulup gerçeğe uzun süre adapte olamadım. Bütün hayallerime rağmen günü yalnız geçiriyordum. En sonunda bana bu karmaşık dünyanın raconunu öğreten Hasan isimli bir çocukla arkadaş oldum. Benden iki yaş büyük Hasan›ın lakabı «dürümcü”ydü. Hasan’a “dürümcü” denmesinin sebebi sürekli açacağı dürümcü dükkanından bahsetmesiydi. Burada birinci yılını doldurmuştu. Okulu vakit kaybı olduğu için bırakan Hasan’a göre sadece memur olmak için okunurdu ve kendisi memur olmayacaktı. Hasan gelecekle ilgili durmadan plan yapardı. Sohbetlerimiz genelde Hasan’ın açacağı dürümcü dükkanının detayları üzerineydi. Rahmetli babası da kebap ustası olan Hasan dürüm etlerine koyulacak kıyma miktarından, biber turşularını koyacağı kaba kadar detayları uzun uzun anlatırdı. Onu sessizce dinlerken, “Seni seviyorum çünkü yalan söylemiyorsun,” derdi bana. Aslında Hasan ona yalan söyleyecek kadar konuşmama hiç izin vermemişti. Sessizlik hayallerin saklandığı bir orman olmuştu benim için. Ne zaman sussam o ormanda kendimin ve Hasan’ın hayalleri arıyordum.
Hanımelleriyle çevrili çardakta çay içtiğimiz bir gün bana “Sana güvenebilir miyim,” diye sordu. Ne söyleyeceğini merak bile etmeden, “Güvenebilirsin,” diye cevap verdim.
Kulağıma doğru eğildi, fısıldayarak: “Bu şerefsiz ‘bir yılın dolunca’ diye söz vermesine rağmen hâlâ sigortamı yapmadı. Geçenlerde bizim mahalledeki kalıpçıda bir kaza olmuş. Sigortasız işçi çalıştırıyor diye adama kaç milyar ceza kesmişler. Benim başıma burada bir şey gelirse, hem sigortasız çalışıyorum hem de on sekiz yaşıma daha girmedim. Yemin ederim dükkânı bir daha açamaz. Bu yüzden bunun duyulmasına engel olur,” dedi.
“Ne gelecek ki başına?”
“Elim presin altında kalabilir mesela”
Korkmuştum: “Bunun duyulmasını nasıl engellleyecekler?”
“Parayla! Senden isteğim burada bir senedir çalıştığıma ve kazada kusrum olmadığına dair şahitlik yapman sadece. Benim onları ispiyonlamama gerek kalmayacak onlar zaten olay duyulmasın diye bana böyle bir teklif yapacaklar.”
“Böyle bir şey için sana şahitlik etmem.”
“Sana güvenebilceğimi söylemiştin.»
“İyi o zaman. Ne yaparsan yap,” dedim. Çünkü böyle bir şeyi gerçekten yapacağını düşünmüyordum. Okulun başlamasına iki hafta, işi bırakmama bir hafta vardı. Çıplak ayakla kırık camların üzerinde dolaşıyor gibi geçiyordu günler. Gözüm sürekli Hasan’daydı. Aksesuar kalıpları çıkartmak için kullanılan makinanın başına ne zaman geçse gözlerimi ondan ayıramıyor, soğuk soğuk terliyordum. Geceleri Hasan’ın kolunu dişleriyle ısıran canavara dönmüş bir makinayla boğuştuğum kabuslardan sonra günler geçti. İşi bırakmama iki gün vardı. Öğle yemeğinden sonra Hasan makinanın başına geçti. Bense paket yapan kızlara yardım ediyordum. Makinayı çalıştırırken Hasan’la göz göze geldik. Sadece ikimizin bildiği bir sırra değil bir trajediye ortak olmuş gibi hissettim. Kendimi sıktığım için başım deli gibi ağrıyordu. Altına koyduğu vinleksleri kalıpla parçalayıp şekil vermeye başladı. Hipnotize olmuş gibi Hasan’ı takip ediyordum ama ellerini göremiyordum. Presi her bastığında gelen tok sesin değişmesini, belki bir kemik sesi duyulmasını korkuyla bekledim. Yaklaşık on dakika sonra Hasan dişlerini sıktı. Artık elini makinaya vereceğinden emindim. İçimden bir çığlık kopmasına rağmen kılımı bile kıpırdatamadım. Fakat Hasan’ın çığlıklarını herkes duydu.
O gün işi bıraktım ve bir daha Hasan’ı hiç görmedim. Benim için büyük bir travmaydı kapitalizmle tanışma hikâyem. Bu anıyı yenebilmek için işçilerin patronlardan intikam aldığı yeni hikâyelerin hayalini kurdum. Bu hayaller gerçekle aramdaki bağı tamamen koparıyordu ki bir gün okul yolu üzerinde güçlü bir işçinin elinde çekiçle durduğu o afişi gördüm. “Haydi hesap sormaya” diyordu. İşte ilk 1 Mayıs’ıma böyle katıldım. Belki hesabı soramadım ama neden orada olduğumu biliyordum.