ORHAN ŞENER – TGS Akademi Direktörü ve Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğretim görevlisi İnternette kirli bilgi neden son beş yılın sorunu? Dezenformasyon, manipülasyon, asılsız haber, yalan haber, ‘fake news’ ve hatta ‘algı operasyonu’ ve benim genel tercihim olan kirli bilgi… Hangi tabiri kullanırsanız kullanın kastedilen şey genellikle İnternet üzerinde yayılan ve kasıtlı veya kasıtsız olarak insanların hatalı, […]

Bilgi kirliliğine dair  Gutenberg’den neler öğrenebiliriz?

ORHAN ŞENER – TGS Akademi Direktörü ve Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğretim görevlisi

İnternette kirli bilgi neden son beş yılın sorunu?

Dezenformasyon, manipülasyon, asılsız haber, yalan haber, ‘fake news’ ve hatta ‘algı operasyonu’ ve benim genel tercihim olan kirli bilgi… Hangi tabiri kullanırsanız kullanın kastedilen şey genellikle İnternet üzerinde yayılan ve kasıtlı veya kasıtsız olarak insanların hatalı, yanıltıcı şekilde ‘bilgilenmesine’ yani bir nevi kandırılmalarına sebep olan enformasyon öbekleridir. Kirli bilgi sorununun ne kadar İnternet’e has olduğu ve tam olarak ne zaman, neden başladığına dair süregiden pek çok tartışma mevcut. Ancak bu yazıda, bir Pazar okumasına yakışır şekilde, çok akademik bir tartışmaya girmeden, son yıllarda üzerine bolca yazılıp çizilen post-gerçek literatürünün de biraz dışında kalmaya gayret ederek, Gutenberg matbaası ile İnternet’in tarihsel paralelliklerinden hareketle yukarıda sorduğumuz ne zaman ve nasıl sorularına cevaplar aramaya çalışacağız. Buyurun…

Ütopyadan Distopyaya İnternet

İnternet’in yakın tarihini 2000-2010 arası ile 2010-2019 arası şeklinde iki döneme ayırıp incelediğimizde karşımıza çıkan en somut fark, ilk dönemde İnternet ile ilgili yapılan yorumların ekseriyetinin pozitif, ikinci dönemdeyse negatif olmasıdır. Nerdeyse ilk yirmi beş yıl boyunca görece ufak ve ilgili kitleler dışında pek az insanın haberdar olduğu İnternet, sonraki on beş yılda da ekseriyetle aşırı optimist bir ütopyacılıkla birlikte anılageldi. Başlarda bilgi kaynağı, sonra ticaret mecrası, ardından da bir demokrasi makinası olarak görülen İnternet, 2016 yılından bu yana önceki dönemle tezat oluşturacak şekilde pesimist ve eleştiriler bir tutuma maruz bırakıldı. Öyle ki, Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesinden, Birleşik Krallık’ta gerçekleşen BREXIT referandumunun sonucuna kadar birçok siyasi sürprizin müsebbibi olarak (özelde Facebook başta olmak üzere çeşitli sosyal platformlar olmakla birlikte) İnternet gösterildi. Tüm bu tartışmalar esnasında en çok şikâyet edilen enformasyonel unsur da asılsız, manipülatif haberler oldu. İki dönem arasındaki bu keskin dönüşümün temel sebebi İnternet’ten beslenen dijital içerik üretim, manipülasyon ve dağıtım süreçlerinin konvansiyonel, analog süreçlere nazaran çok daha kolay, ucuz ve hızlı olması ve dolayısı ile kirli bilginin de çok daha kolay şekilde üretilebilmesi, çoğaltılabilmesi ve yayılabilmesi…

Gutenberg’den Dijital Devrime

Bu mukayesenin daha iyi anlaşılması için tarihsel bir örnekten faydalanmak kolaylaştırıcı olabilir. Hareketli matbaanın, yani Gutenberg’in tarihin seyrini değiştiren icâdının etkisi ile dijital enformasyon dünyasının ve özellikle İnternet’in insanların bilgi üretme, bilgiyi değiştirip çeşitlendirme, çoğaltma ve yayma süreçleri arasında birçok benzerlik bulmak mümkün.

Gutenberg sonrası ve öncesi dünya arasındaki en somut farklar şunlardı: Matbaa öncesi Batı dünyasında bilgi el ile ekseriyetle deri, bazen kâğıt üzerine kaydedilir, çoğaltım süreci de genellikle manastırlarda keşişlerce icra edilirdi. Kaligraf olan bu keşişlerin işi bitince, çizerler sayfa kenarlarını süsler, görselleri çizerdi. Ortaya çıkan şey zanaatin de ötesinde bir sanat eseri olmakla birlikte, yaratım süreci emek yoğun olduğundan ve kullanılan malzeme görece pahalı olduğundan bilginin temel yayılma formatı olan el yazması manüskriptler nadir bulunan objelerdi ve pek az sayıda ki onlar da genellikle soylu veya zengin tüccar sınıfından insanlarda bulunurdu. Nadir bulunan bu enformasyon taşıyıcı araçlar halka yayılmaz, barındırdıkları fikirler de ancak dolaylı yoldan ve sözlü (vaazlar) veya görsel (ikonalar) formatta kitlelere sirayet edebilirdi.

Hareketli matbaanın yaygın şekilde kullanılması ve bu sürecin bir parçası olan ucuz ve dayanıklı kâğıdın kolay üretimi ile birlikte bilginin kayda geçirilmesi hâlâ el ile yapılan bir süreç olmakla birlikte çoğaltılması çok daha kolay ve mâliyet olarak da çok daha düşük bir hâl aldı. Kitap, sadece soylu ve tüccarların sahip olabildiği lüks bir meta olmaktan çıkarak, çok daha yaygın kesimlerin, özellikle de kentli ‘orta sınıfın’ (evinde en azından bir İncil olması şeklinde) görece kolay erişilebildiği bir enformasyon aracına dönüştü. Bu sürecin sonunda enformasyonun Batı’da yayılma hızı muazzam şekilde arttı ve sonrasında gelecek büyük reform, devrim ve dönüşümlerin alt yapısını oluşturdu.

İnternet’in 1969’da Vint Cerf ve Bob Khan’ın yönettiği ekip tarafından bir ABD askerî projesinin çıktısı olarak yaratılması ile başlayan ve 1989’da Tim Berners Lee’nin CERN’deki bilimsel veri ve enformasyonun daha pratik bir şekilde paylaşılması amacıyla Web’i yaratması ile olgunlaşan süreç sayesinde dijital enformasyon ağları da aynen matbaa gibi birey ve toplumlar ve hatta devletlerarası ilişkiler üzerinde bazen devrime varacak yoğunlukta dönüştürücü bir etki gösterdi.

Gutenberg matbaasının etkisine benzer şekilde İnternet sayesinde bilgi çok daha kolay, ucuz ve hızlı olarak çoğaltılabilir ve paylaşılabilir hale geldi. Zira dijital formatlarda veri kaydı analog süreçlere göre kolaydı, manipüle etmek ise çok daha pratik ve masrafsızdı (daktilo ile yazılmış bir metnin üzerinde notlar düşüp, düzeltmeler yaptığınızda yeni metnin baştan temize çekilmesi gerekir; oysa bir kelime işlemcide bu iş ‘tek tıkla’ halledilebilmektedir). Asıl fark ise bilginin çoğaltılmasında yaşanmıştı zira dijital ortamlarda bilginin marjinal üretim maliyeti ve gereken emek pratikte sıfırdı (basılı gazetenin kopyalarını oluşturmak matbaa, kağıt ve mürekkep barındıran büyük bir fiziksel üretim süreci gerektirirken, dijital ortamda bir gazeteyi çoğaltmak basit bir kopyala yapıştır işleminden ibarettir). Dağıtım hususunda da İnternet penetrasyonu olan her yerden açık erişimli dijital içeriğe ulaşmanın masrafsız, hızlı ve kolay olduğu daha İnternet’in ilk günlerinde bile anlaşılmıştı. Tam da bu sebeplerden dolayı İnternet asılsız ve manipülatif bilgi için çok daha kolay üretilip, manipüle edilebilip, çoğalatılabildiği ve dağıtılabildiği bir ortam yaratmış oldu.

Elli yıllık gecikme: form, stil ve dil

Peki, bunun için neden İnternet’in ilk yıllarından bu yana neredeyse kırk beş yıl beklememiz gerekti? Cevabı bulmak için tekrar geçmişe bakmakta fayda var.

Gutenberg sonrası dünyada değişim dramatik olmakla birlikte aniden gerçekleşmedi. Sıklıkla yanılgıya düşerek matbaa ile doğrudan ilişkilendirdiğimiz Protestan Reformu arasında kronolojik olarak elli yıl olması üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Bu geçiş döneminin sebebi, kilise ve devletin yani mevcut sosyo-politik yapıların ve bunların idarî kadrolarının bu yeni teknolojinin gerçek mahiyetini kavrayamamaları ve dolayısı ile eski usulün, eski işleyişin biraz daha pratik hali olarak düşünmeleri idi. Ne zaman ki Martin Luther, hareketli matbaanın reformist fikirlerini yaymak için çok uygun bir propaganda aracı olduğunu farketti, o zaman gerçek dönüşüm başladı. Zira Luther’e kadar yeni nesil matbaanın en büyük müşterisi gene Katolik Kilisesi olmuştu. Kilise erki bu yeni aracı, mevcut enformasyon üretim, çoğaltım ve paylaşım pratikleri içerisine süreçleri pek de değiştirmeden entegre etmişti. El yazmalarının orjinal nüshaları gene elle yazılıyor, ancak sonrasında kopyalama işlemi matbaa ile yapılıyordu. Süreç kolaylaşmış ve biraz hızlanmış olmakla birlikte, hâlâ yaldızlı, çok pahalı kâğıtlara basılan İnciller, matbaa çoğaltımı sonrası gene süslenmek üzere çizerlere gönderiliyor ve dolayısı ile matbaadan kazanılan zaman burada tekrar kaybediliyordu. Sonuç itibarı ile elli yıl boyunca hareketli matbaa teknolojisinin mevcudiyetine rağmen bilginin kayıt (üretim), çoğaltım ve dağıtımı pek de dramatik olamayan ufak bir güncelleme yaşamış, asıl dramatik dönüşümü için Luther’i beklemek zorunda kalmıştı.

Luther, bu sistemin sorununu gördü ve pahalı kâğıttan basit ve ucuz kâğıda basılmış pampletlere (tek sayfalık el ilanları), kaligrafiden tipografiye, el emeği sanat eseri süslemelerden hazır basım görsellere geçti ve bilginin üretim, çoğaltım ve dağıtımı süreçlerini muazzam bir şekilde kolaylaştıdı, hızlandırdı ve ucuzlattı. Kullanılan dili de sadece belli bir siyasî ve dinî elit sınıfın (ki onların da hepsi değil, bir kısmının) bildiği Latince’den, yaygın dil olan Almanca’ya taşıdı ve böylece form (pamplet), stil (tipografi), dil (Almanca) üzerinde yaptığı değişikliklerle bir enformasyon devriminin de kapılarını aralamış oldu.

Dijital devrime dönecek olursak, İnternet’in 50. ve Web’in 20. yaşını kutladığımız bu yıl itibarı ile retrospektif olarak dönüp baktığımızda, İnternet’in bildiğimiz hâle gelmesinin son on yılın eseri olduğunu görebiliyoruz. Web’e kadar e-mail, forum, chat gibi temel formlar üzerinde dönen, ekseriyetle akademik ve tabii ‘geek kültürüne’ dair içeriklerin paylaşıldığı bir enformasyon ağı olan İnternet, 95 sonrasında web sayfaları, 2000’lerin başlarından itibaren (dünyada Wikipedia, Türkiye’de Ekşi Sözlük gibi) kullanıcıların yarattığı içeriklere dayalı platformlar, 2000’lerin ortalarından itibaren (MySpace ve sonrasında Facebook ile olgunlaşan) sosyal medya ile tanıştı. 2010 sonrasında ise görsel ve video içerik ağırlıklı, algoritmaların içerik moderasyonu yaptığı ve en dominant içerik formatının uçucu (ephemeral) ‘hikayeler’ olduğu günümüz dijital enformasyon ekosistemine ulaştık. Hareketli matbaanın kendini gerçekten bulabilmesi için ihtiyaç duygu yeni form, stil ve dil ögelerinin dijital alemdeki tezahürü de video/görsel, uçucu içerik ve emojiyle bezenmiş mizahi, sarkastik, ‘atarlı’ yeni bir dil oldu. Bu ögelerin ortaya çıkması ile birlikte İnternet de gerçek mahiyetine kavuştu ve kitlelerle buluşabildi. Bugün İnternet, bir bilgi kaynağı olmanın, küçük eğitimli, ‘geek’ bir kitlenin ‘oyuncağı’ olmanın çok ötesinde dünya çapında kitlesel bir iletişim ve enformasyon ağı.

Televizyonlaşan internet

İnternet’in kitlelere bu kadar yayılabilmesinin (alt yapının oturması, cihaz sahipliği ve internet erişiminin geniş kesimlere yayılması dışında) bir sebebi de form, stil ve dil bakımından ortalama insana, ‘sokaktaki vatandaşa’ hitap eden bir noktaya gelmesi oldu. Ve tam o noktada İnternet, kendinden bir önceki popüler mecraya yakınsayarak yeni nesil bir televizyona dönüştü. Artık İnternet, iletişim teorisyeni Hossein Derakhshan’ın dediği gibi okunan değil, izlenen bir şey.

Web siteler arasında linklere tıklayarak gezinmek anlamına gelen ‘web surfing’ artık İnternet kullanıcılarının çoğu için bir şey ifade etmiyor. Zira çoğu kullanıcı için tıklayacak bir link, gezinecek bir web sayfası yok. İnternet artık ait olduğunuz demografik grup veya meşrebinize göre Youtube, Facebook, Instagram, Twitter veya TikTok’tan mütevellit bir dijital alan. Bu alanda genellikle görsel ve/ya videoya dayalı içerikler mevcut ve kullanıcılar ekseriyetle algoritmaların (kullanıcıların daha çok etkileşime geçmelerini amaçlayarak) karşılarına çıkardığı içeriği tüketerek televizyon izlercesine pasifize olmuş durumda. Bu hâlin, bilgi kaynağı olma iddiasıyla ortaya çıkan bir platforma çok da uygun olmadığı muhakkak zira rasyonalitenin değil duyguların, aktif şekilde bilgiye erişimin değil pasif halde içerik tüketiminin asılsız ve manipülatif bilgiye maruz kalmak için oldukça müsait bir ortam yaratmış olduğu görülebiliyor.

Yapısal sorun, yapısal çözüm

Gutenberg analojisine son kez dönecek olursak, İnternet mevcut haliyle form, stil ve dil bakımından duygusal ve pasif kitlelere, dijital içerik üretim, çoğaltım ve dağıtım imkânlarından faydalanarak ‘kirli bilgi’ yaymak için muazzam bir araca dönüşmüş durumda. Buradan çıkış için kolay bir çözüm yok zira yaşanan şey yapısal bir dönüşüm ve yapısal çözümler gerektiriyor: Farkındalık, regülasyon ve eğitim…