Bülent Ayyıldız, “Yerli korku-fantastik tür istenilen düzeyde değil? Çünkü önce okuru ve yazarı kapsayan kültür içerisinde bir aşinalık olmalı” diyor

Bilimin yetersiz olduğu yerde bilimkurgu olmaz

Barış Can Sarıkaş

Edebiyat dergilerinde yer alan öyküleriyle son dönemin en öne çıkan yazarlarından biri olan Bülent Ayyıldız’ın ikinci kitabı 'Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değil' İthaki Yayınları’ndan çıktı. Kitap, İthaki’nin elinin oldukça güçlü olduğu fantastik kurgu - korku türüne ait. Sade bir üslupla dikkat çeken romanın yazarına merak ettiklerimizi sorduk

»İlk kitabınız 'Durun Yanlış Anladınız' ve şimdi 'Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değil' adlarını düşününce alt metinde bir mesaj veriyor gibisiniz?
Bir şeyleri izah etmek o kadar kolay değil. Çünkü bir düşünceyi ya da imgeyi dil alanına çekerek ifade etmek mecburen anlatmak istediğiniz şeyi de değişime uğratacaktır. Hele hele anlatmak istediğiniz şey soyut ya da alışılagelmişin dışında bir şey ise. Yapı-sökümcüler bunu 'metnin dışında bir şey yoktur' diye ifade ediyor. Kitabın ismi kitaba dair bir şeyler söylüyor elbette; ama iki kitap adını beraber düşündüğümüzde üslubumla da alakalı bir mesaj veriyorum. Üstanlatıları ve postmodern teknikleri kullandığım 'Durun Yanlış Anladınız'da demek istediğim, 'biraz bekleyin, hep böyle postmodern gitmeyeceğim' idi. Şimdi de fantastik türe girerken yine üslubumun göründüğü gibi olmadığını söylüyorum. Bir sonraki kitap yine beklenmedik bir yerlere gidebilir.

»Gelelim, romanın çıkış macerasına; bu kitabı size yazdıran ne oldu?
Uzun süredir kafamdaki meselelerin bir tezahürü bu kitap. Fantastik ya da bilimkurgu türlerine girebilecek bu kitabın 'Balkan Edebiyatı' olarak da anılmasını isterim. Bulgaristan doğumluyum. Orada büyümedim ama yoğun bir Balkan kültürü içinde yetiştim. Balkanlara dair bir şeyler yazmak aklımda hep vardı. Geçen yıl, kitabımda bahsi geçen ve Balkanlar'da bulunan mekânları ziyaret ettiğimde de kurmaca için malzeme oluşturdum. Zaten öncesinden de kurmacalarımda kullanırım diye Osmanlı hâkimiyetindeki Balkan coğrafyası üzerine notlar biriktirmiştim. Öte yandan yerli fantastik ve bilimkurgu üzerine de üniversitedeki iş arkadaşlarım ve hocalarımla zaman zaman tartışıyorduk. 'Neden yerli fantastik-bilimkurgu türünden eser çıkmıyor, çıkıyorsa da çoğu taklitten öte geçemiyor?' gibi sorulara cevap ararken, bu türde bir kurmaca yazma isteği de oluşmuştu.

»Kitabınızı nasıl tariflersiniz? Kaleminizle ilk defa karşılaşacak bir okuyucu neden bu kitabı okusun?
Öncelikle 'yerli' bir fantastik kurgu arayışı içinde olanlara uygun olduğunu söyleyebilirim. Tolkien’in yarattığı dünyayı kendi eserlerine uygulayıp özgünlük iddia etmiyor bu kitap. Sadece Batı mitlerine değil, bir yüzü Doğu'ya yönelik. Bizim coğrafyamız Doğu ve Batı'nın ortasında. Her iki kaynaktan da beslenmekte bir beis görmüyorum. Artık Kelt isimleriyle karakter yaratan fantastikten sıkıldı okuyucu ve yerli fantastiğe karşı temkinli yaklaşıyor. Bu alanda oluşmuş önyargıları kırabilecek bir kitap olduğunu düşünüyorum.İkinci bir sebep, 'gayri-ciddi' bir tür olduğuna inanılan fantastiğin ciddi işler peşinde olduğunu ve olabileceğini de göstermek istedim. Fantastik kurguya çoğu okur burun kıvırıyor, çocuk ya da kaçış edebiyatı olarak bakıyor. Tolkien bile bu tarz eleştirilerden nasibini almış. Benim romanım sade bir dille, aksiyon ve merak unsurlarına tutunarak ilerliyor; fakat arka planında işlediğim felsefi metinler ve gerekli ilgiyi görmemiş tarihi olaylar da var. Fantastik seven ya da sevmeyen, akıcı bir eser okurken zaman zaman çok boyutlu düşüncelerle zorlanmayı seven okurun ilgisini çekecektir.

»Romanın alt metninde akan bir tarih ve lokasyon var; yazarken öncelikleriniz neydi?
Balkanlar çokkültürlü bir çoğrafya. Uzun yıllar bu farklılıkları muhafaza ederek hep beraber yaşayabilmişler; ancak bu çeşitlilikleri barındıran bir coğrafyada dengeler de haliyle hassas oluyor. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkışı dahil, birçok savaşın çıkmasına müsait bir yapısı var. Maalesef, bu sebepten birçok kanlı olaya da tanıklık etmiş bir alan. Öte yandan bu kanlı savaşlar çok çabuk unutulmuş. Avrupa’nın göbeğinde yaşanan Bosna soykırımı mesela... Katliamlar gerçekleşirken herkes başını öte yana çevirdi. Ya da Bulgaristan’daki Türklerin göçü, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük göçtür; ama bunu çoğumuz bilmiyoruz, üstünde durmuyoruz. Bana biraz tuhaf geliyor. Çevremizden kime sorsak, illa birileri 'Bizim dede tarafı da Yunanistan’dan' tarzı cevaplar verir. Fakat bu durum edebiyatımızda karşılığını bulmamış. Balkanlar'a dair kurmaca edebiyat keşfedilmemiş bir alan gibi duruyor. Bu lokasyon seçiminde kurguya dönük, mekânın biricikliğini gösterebilirim. Coğrafyası, mitleri ve özlü anlatının da güçlü olduğu bir kültüre sahip... Demek istediğim, buralarda fantastik maceralar yaşanmayacak da nerede yaşanacak!

»Son yıllarda dikkat çeken bir konu olan 'paralel evren' mevzusunu merkeze alan bir romanla karşımızdasınız; kitaptan da yola çıkarsak siz bu mevzuda ne söylemek istersiniz?
Sadece paralel evrenler değil, zaman yolculuklarının, bilimkurgunun ve fantastiğin yükselişte olduğu bir dönemdeyiz. İnsanlar bu türlerdeki anlatının gücünü keşfetmeye başladı. Örneğin, Oscar ödüllerinde, bir ilk yaşandı ve fantastik bir film olan 'Suyun Sesi’ne (ben o kadar beğenmesem de) 'En iyi film' ödülü verildi. Korku türüne girebilecek 'Kapan' filmi de özgün senaryo ödülü aldı. Grafik ve çizgi romanların da buna paralel olarak artması okuyucu artışını da tetikliyor. 'Paralel evren' konusu da bu imkânlar dahilinde çok kullanılan bir tema. Ben bu konuya işleyişi açısından birtakım değişiklikler getirmeye çalıştım. Schrödinger’in Kedisi teorisine göre, gözlem yapılamayan kutunun içinde iki olasılık da aynı anda mevcut olabiliyor. Ben bu 'kutu'yu ve 'olasılıkları' farklı bir yorumlamayla büyüye ve Todorov’un olağanüstü (marvel) kategorisine yaklaştırıyorum. Düşündürmek istediğim: Doğu’nun büyü dediği olayları, Batı teoriler ve bilimle açıklamaya çalışıyor. İki taraf farklı diller kullanarak aynı şeyi betimlemeye çalışıyor aslında. Bu açıdan, fantastik ve bilimkurgu arasında çok ince bir çizgi var. Biri seni bir makine aracılığıyla ışınlıyor, diğeri bir çift söz ya da bir asa ile.

»Romanın en ilgi çeken özelliklerinden biri de korku-fantastik tür severlerin iştahını açması; Türkiye’de, yurtdışı dizi ve kitaplara bu kadar saran bir okuyucu kitlesi varken, sizce neden yerli korku-fantastik tür istenilen düzeyde değil?
Bu soru, kitabın çıkış aşamasında kendime sorduğum sorulardan biri. İlk akla gelen cevap, bilimin yeterli seviyede olmadığı bir yerde bilimkurgu da olmaz. Önce okuru ve yazarı kapsayan kültür içerisinde bir aşinalık olmalı. Bir uzay yolculuğundan bahsedeceksek, önce bir uzay üssü ya da uzay araştırmaları enstitüsü gerçekte de mevcut olmalı. Dikkat ederseniz, ne zaman bir uzay filmi ya da bilimkurgu filmi yapmaya kalksak komedi türüne geçiveriyoruz. Bu kendiliğinden oluyor. Kendimizi, uzaylılar konusunda ahkam kesecek kapasitede göremiyoruz. Ciddi bir şeyler yapmaya kalksak, okur ya da izleyici bunu küçümsüyor. Böyle bir şeyin 'inandırıcılığı' yok onlar için. Öte yandan, çok sağlıklı bir neden olmayabilir bu. Bilimle o kadar haşır neşir olmayan başka ülkelerde güzel bilimkurgu örnekleri görüyoruz. Bizde de yakın zamanda güzel işler çıkıyor. Bizim toplumdaki bilimkurguya engel en temel etmen 'dil' problemi sanıyorum. Bir önceki sebeple bağlantılı olarak, bu alanda bir dil kurabilmiş değiliz. Oysa ki, edebiyat bir dil inşasıdır. Batı bilimkurgu eserlerinde gündelik dilde kullandığı terimleri kullanıyor... Ve ‘tek bir kelime’ ile durumu anlatabiliyor. Türkçe’de nasıl yapacağız? Hadi diyelim, bu kelimenin tam karşılığını bulduk ve kullandık. Bu sefer karşımızda bu kelimeyi anlayacak bir okur bulmak zor. Teşbihte hata olmaz, umarım demek istediğimi anlatabilmişimdir. Yine de, her şeyin teknolojiyle iç içe olduğu bir toplumda bu türde yazan ve okuyan kitlenin artacağına eminim.