Açıklanan önlemlerin vaka sayılarını düşürmek değil, uygulanan “kitle bağışıklığı” politikasında kontrolü kaybetmemeyi amaçladığı düşünülse de bunun bilimsel bir karşılığının olmadığı başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere tüm bilimsel çevreler tarafından kabul edilmektedir.

‘Bir Başkadır’ memleketimin pandemi yönetimi!

DR. GÜLGÜN KIRAN
Ankara Tabip Odası Kadın Hekimlik Komisyon üyesi

Ekim ayı başından itibaren ülkenin dört bir yanından yükselen vaka artışı söylemleri, 16 Kasım akşamına kadar Sağlık Bakanlığı duvarlarına çarpıp geri dönerken, o akşam toplanan Bilim Kurulu’nun bulmaca tadında (!) hazırladığı önlemler, ertesi gün RTE’nin açıklamaları ile aksak yaşamlarımızın ortasına düşüverdi. Pandemiyle mücadelede alınması gereken radikal önlemlerin çok ötesinde olan bu açıklama, kamuoyunda kafa karışıklığı yarattığı ile kaldı. Kimin ne zaman içeride kalacağı, kimin çalışıp kimin evde oturacağı, bütün bunların ne zamandan itibaren geçerli olacağı, ne zaman biteceği soruları adeta uzun kış akşamlarında vatandaşı oyalayacak bulmacaya dönüştü.

11 Mayıs’ta Covid-19 pandemisi halen sürerken siyasi iktidarın tercihini ekonomiden yana kullanarak AVM’leri açması, 1 Haziran’da “normalleşme” algısı yaratılarak önlemlerin hızlıca gevşetilmesi ile kamusal alanlar kalabalık grupların istilasına sunulmuştu. Salgının sürmesine aldırış edilmeden, epidemiyoloji biliminin gereklerine göre davranılmadan, halkın ve sağlık çalışanlarının sağlığı düşünülmeksizin başlatılan sürecin ardından gelen yaz tatili rahatlığı, bayram ritüelleri, düğünler, Ayasofya açılışı ve parti kongreleri gibi siyasi şovlar kapasitesini aşan hastaneler, yoğun bakım doluluğu ve vefat sayılarında artış olarak cisimleşti.

Ne var ki siyasi iktidar durumu görmezden gelerek ve hatta inkâr ederek hayali turkuaz tablo verileri ile krizi yönet(eme)me stratejisine devam etti. Faturası sağlık çalışanlarına ve işçi sınıfına kesilen bu uygulamalar sonucunda kasım ayı başında nisandaki vaka ve ölüm sayılarına ulaşıldı. Siyasal ve toplumsal sorumluluk kamusallıktan sıyrılarak tek tek bireylere yüklendi. Bunun sonucunda da tüm ülke, yeniden kapanma önlemleri uygulayan Avrupa ülkeleri arasında “stratejik yalnızlığa” gömüldü.

ÇOCUK HASTALAR ARTTI

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okulların fiziki yapısı, istihdam sorunu düzeltilmeden ve pandemi önlemleri için gerekli malzeme temini sağlanmadan başlatılan yüz yüze eğitim, bu alanda fırsat eşitsizliğinin giderilmesi ve eğitime erişimde zorlanan kesimler açısından sevindirici olsa da öğrenciler ve okul çalışanları arasında vaka patlamaları yaşanmaya başladı. Okullar öğretmen sıkıntısı çekerken çocuk hastaların acil servislere başvuruları arttı. Oyalama politikası olarak açıklanan 65 yaş üzerine getirilen sokağa çıkma kısıtlaması ve açık alanda sigara içme yasağı ise günlük ölüm sayısının daha 90’ları aştığı süreçte bile deyim yerindeyse, “devede kulak” kaldı.

Sağlık Bakanlığı'nın açıklamalarına göre 1 ila 18 Kasım arasında bin 568 kişiyi, yani mayıs ayından daha fazla insanı kaybetmiş olmamıza ve ölüm sayıları ile birlikte vaka ve ağır hasta sayılarında korkutan bir artış olmasına rağmen, halen etkin önlemlerin alınmaması, sağlık sistemi üzerindeki yükü daha da artırıyor. Şöyle ifade edebiliriz: Sağlık sisteminde yangın alarmı çalışıyor!

►Sağlık çalışanlarının tükenmiş durumdadır.

►Filyasyon hizmetleri aksamaya başlamıştır.

►Hastanelerin poliklinik ve serviste yatan hasta sayılarında rekor artışlar yaşanmaktadır.

►PCR test kuyrukları uzamaktadır.

EN AZ 14 GÜN KAPANMALI

Türk Tabipleri Birliği (TTB), epidemiyologlar, halk sağlığı çalışanları ile bu alanda emek veren tüm uzmanlar kapanma gerekliliğini hep bir ağızdan ifade etmektedir. 9-15 Kasım haftasında günlük ortalama ölüm sayısı 89 iken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın açıklaması, bunu doğrulamaktadır: “Türkiye için açıklanan günlük Covid-19 ölümlerinin 50 kadar fazlası İstanbul’da.” Sonuçta, artan toplumsal ve bilimsel baskı ve tabloya yansıtılmayan gerçek rakamların acılığı karşısında 17 Kasım 2020’de açıklanan ve 20 Kasım saat 20.00’den itibaren geçerli olacağı ifade edilen (bu aradaki süre bile zaman kaybı idi aslında!) önlem ve kısıtlamalar, bu korkutucu süreçte yeni bir hayal kırıklığı yarattı.

Bilimin ışığında kamusal sorumlulukla hareket eden uzmanların virüsün en uzun kuluçka süresi kabul edilen 14 gün boyunca, (hatta mümkünse 28 gün) herkesin eve kapanmasını, bunu yaparken sosyal ve ekonomik şartların sağlanması gerektiği görüşünü savunurken bu kısmi kısıtlamaları belirleyen Bilim Kurulu’nun bir üyesinin söylediği “Herkes kendi OHAL’ini ilan etmeli” sözleri, devletin pandemi yönetiminin özetidir.

Deneyler ve araştırmalar sonucunda kişisel önlemlerin belli bir ölçüde koruma sağladığı ortaya çıkmıştır. Özellikle kış aylarının da gelmesiyle kapalı alanlarda temiz hava sirkülasyonunun azalacağı ve bulaş riskinin artacağı aşikârdır. Grip vakalarında artış beklenen, ölüm sayısının 100’ün üzerine çıktığı bu dönemde restoran ve kafelerin kapatılması çok geç kalmış bir tedbirdir. Açıklanan önlemlerin vaka sayılarını düşürmek değil, uygulanan “kitle bağışıklığı” politikasında kontrolü kaybetmemeyi amaçladığı düşünülse de bunun bilimsel bir karşılığının olmadığını başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere tüm bilimsel çevreler tarafından kabul edilmektedir.

Enfekte olan ve hayatını kaybeden insanlarımızın ve sağlık emekçilerinin sayısı her gün artarken bu tür oyalama politikaları ile pandemi mücadelesi yürütülemeyeceği ortadadır. Son haftalarda her ilde tabip odaları tarafından açıklanan vaka artışlarının önümüzdeki süreçte sağlık sistemini zorlayacağı, zaten aşılmış olan kapasitelerdeki yetersizliğin sağlık sistemini çökertebileceği olasılığı ise pandemi yönetiminde mutlu son algısı yürütenlere karşı acı son olarak karşımızda durmaktadır.

RADİKAL ÖNLEMLER ŞART

Sağlık Bakanı’nın “Virüs kitlesel bulaşma dönemine girmiştir ve radikal tedbirler kaçınılmazdır” ifadesinde de belirttiği gibi bugün geldiğimiz noktada toplumsal bulaşıcılığı, toplumsal yayılımı azaltacak radikal önlemlere ihtiyaç olduğu kesindir. Açıklanan son önlemlerin elbette olumlu yansımaları olacaktır. Ancak alınan önlemler arasında çalışma hayatına ilişkin tedbirler yoktur. Toplu taşımada yoğunluğu, işyeri temasını ve kümelenmeleri kısıtlayıcı önlemler mutlaka alınmalı; salgında yaşadığımız ikinci yükselişin sosyal ve ekonomik etkilerinin ilkinden çok daha derin olabileceği öngörüsüyle sosyal ve ekonomik destek paketi hayata geçirilmelidir.

TTB’nin, Sağlık Bakanlığı’nın 2021 bütçesiyle ilgili değerlendirmesinde, tedavi edici hizmetlere çok fazla kaynak ayırılırken koruyucu sağlık hizmetlerine gerekli maddi kaynak ayrılmadığı saptaması, ekonomik destek paketinin hayal olacağını düşündürtmektedir.

Grip aşılarının yüzde 80’inin gelişmiş ülkelere pazarlandığı süreçte, grip aşısına ulaşamayan ülkenin vatandaşları Covid-19 aşısının aralık sonunda geleceği umudu ile avunmaktadır. Son önlemler, pandemi yönetiminde sınıfta kalan yöneticilerin acizlikleri ile yap boz tahtasına dönen yaşamlarımızda, fenomen dizi “Bir Başkadır”ın kadın karakterinin “24 numara buradan geçiyor mu?” sorusu gibi bir soru olarak yerleşiyor yaşamlarımızın merkezine: “Şimdi biz, hangi saatte dışarı çıkacağız?”