Artvin Cerattepe’nin, Yeni Türkiye’nin ilkel birikimci sermayesi tarafından fiili işgali için çevre illerden 7 bin polis ve jandarma toplanmıştı.

Güneydoğu’da beş aydır ilçe ilçe yazılan ‘militer-İslamcı’ destan, yükseltilen milli teyakkuz söylemi, 25 yıldır Cerattepe’yi zehirli madenci faaliyetine kaptırmamak üzere direnen, örgütlenen Artvin halkına işlemeyeceğinden...
Bu defa Artvin’de ‘anonim şirket’ veçhesine bürünmüş Yeni Türkiye, polis ve jandarmayı sermayenin ‘özel güvenlik timi’ gibi halkın üzerine sürüyor.

Ve Cizre, Sur ve diğer ilçelerde haftalarca havan topu ve yüzlerce cenaze eşliğinde açılan ‘yeni birikim alanlarına’, yığılan iş makineleri ve kent kuşatmasıyla Artvin katılmaya çalışılıyordu.
Rejim beslemesi sermayenin altın dişine rant değince, yer tahsisi bile yapılmamış, Danıştay kararı beklenmeyen 32 hektar köpük köpük yeşil ormanlık alan, güvenlik güçleri tarafından ‘çitleniyordu’.
Pazar günü Cerattepe’ye yürümeye çalışan, yaşlı ve kadınların ön saflarda olduğu üç bin kişiye robocop barikatları ‘yerli sömürge halk’ gibi yine şiddetle karşılıyor, plastik mermiler göz çıkarırken, biber gazı kapsülleri devlet hastanesi çocuk koğuşuna kadar ulaşıyordu.

Arka tarafta ise ‘kamu güvenlik güçlerinin’ adeta ‘milli vatan müdafaası’ halinde önünde saf tuttukları iş makineleri, burnu dahi kanamadan ‘sermaye gasp’ alanına çoktan varmıştı.

İnsan olana, vatandaşa, halka böylesine trajik ‘yabancılaşma’ elbet Yeni Rejimin hem sermaye hem mutlak otorite bekası adına ‘hukuk üstü’ vurucu gücü olmakla alakalıydı.

Ne yazık ki; evi, bahçesi, çocuğu, suyu ve nefesini birkaç yüz metre ötede kurulacak maden sahasının ‘asit bulutlarından, zehirli metallerden’ korumaya çalışan Artvin halkını ve mücadelesini ayrıştıracak ‘ortak düşman’ bulmak hayli zor görünüyordu.
Artvin merkezde, su kaynaklarının yönünde kurulması planlanan, buharlaşarak havaya, sızarak toprağa karışacak, ‘kapalı’ bakır madencilik faaliyetine tüm Artvinliler karşıydı.

Bu yüzden ‘Milletin değerlerine yabancılaşmış iç ve dış düşmanlar’ diye klişe gürleme pekâlâ ters tepebilirdi.
Çünkü dünyanın biyolojik çeşitlilik açısından en zengin ve en büyük yaşlı orman sistemi sayılan, kamu ortak mirası sahadan çıkartılacak 7 milyon ton bakır rezervinin katmerli ‘değerinin’ kime gideceği belliydi.

Artvin’in topyekûn yaşam alanının, Cengiz İnşaat’ın Cerattepe’de kuracağı kirli madencilik faaliyetine feda edildiği de...
‘Devlet projesi’ adı altında sözümona meşruluk kazandırılan ‘yağmacı birikim’ projesinin ürettiği kimyasal kirlilik ve ekolojik ölüm yüzyıllar boyu kalıcı olacaktı. Fakat malum bakır madeni ve yanında promosyon ‘altın madeni’ hakkında Rize İl Mahkemesi’nce verilmiş ret kararı ve üst mahkemede devam eden dava sürecinin ‘fiili rejim’ nazarında hiçbir kıymeti yoktu.
Yani mevzu, sermayeye doğrudan ‘kamu mülkü’ transfer ve gaspı olunca da ‘mevzuat bir kenara’ koyulur.
Ve ‘zeytinlik, milli park sit alanı’ dahil işletmeye açan yeni maden yasası gereğince Çevre Bakanlığı’ndan anında temin ‘Yeni Türkiye’yi’ doğa talanıyla semirtecek binlerce ruhsat ve ÇED raporu havada uçuşurdu.
Şüphesiz ki geçen baharda yürürlüğe sokulan Türk Tipi Başkanlık stratejisinin hâkim söylemi ‘şehit kanıyla sulanan vatan toprağı’ yerine göre, aniden mal sahibini bekleyen yeraltı zenginlikleri ‘atıl’ bırakılmış mülke dönüşürdü.
Her gün ‘terörle mücadele’ gerekçesiyle yeraltına gömülen, bombalı saldırılarda katledilen canlarla, 7 bin polisle kent kuşatıp, sermaye namına etrafı çevirmesi ve yeraltı rantını ‘fiili’ çıkartma telaşı arasındaki eşanlı ‘milli ilişki’ ancak böylece görünür olurdu.