Referandum sürecinin aktüel hale getirdiği bir 12 Eylül tartışması var. Askeri darbe yıllarını  yaşamış olan hemen her kesimden insan

Referandum sürecinin aktüel hale getirdiği bir 12 Eylül tartışması var. Askeri darbe yıllarını  yaşamış olan hemen her kesimden insan o karanlık günleri kendi hikâyesi üzerinden dile getiriyor. Anlatılanlar, anlatılabilenler yapılanların binde biri bile olsa, Pandora’nın Kutusunun açılmış olması önemli.
12 Eylül’de devrimci hareketler içinde yer almış insanların sordukları tek bir soru vardı;  “neden yenildik?”. Gerçekten de soru önemliydi, hem ideolojik planda hem kitleselleşme açısından büyük bir yükseliş yaşayan sol, bu gücünü kalıcı kılamamış, askeri darbe solu ezmeyi başarmıştı. Bu topyekûn yenilginin sağlıklı bir değerlendirmesi aradan bunca yıl geçmesine karşın yapılabilmiş değil.
Elbette bu değerlendirme ‘bireysel düzlemde’ yapılabilecek bir şey değil; bireylerin bugünkü bakışları geçmişe bakışlarını da koşulluyor. Bireysel düzlemde yapılan değerlendirmelerin faydası bu değerlendirmeyi yapacak olanlara malzeme sağlamak olabilir.
Buna bir örnek Kurtuluş hareketinin en yetkili isimlerinden biri olan Mustafa Kemal Kaçaroğlu’nun 1 Ağustos Pazar günkü Taraf gazetesinde Necdet Adalı’yla ilgili yaptığı değerlendirme. Bilindiği gibi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 12 Eylül dönemi üzerine yaptığı bir konuşmada idam edilen biri sağcı diğeri solcu iki gençle ilgili düşüncelerini ortaya koymuş; onların mektuplarından pasajlar okurken de gözyaşlarını tutamamıştı. Başbakan’ın konuşmasında adı geçen solcu genç Necdet Adalı’ydı.
Necdet Adalı, Kurtuluş hareketinin içinde yer alan, onurunu ve inançlarını sonuna kadar koruyarak idam sehpasına çıkan bir devrimciydi. Kendisiyle Ankara Merkez Cezaevi’nde aynı koğuşta yatmış, hikâyesini kendinden dinlemiştim. Necdet’in hikâyesi alışılmış bir hikâye sayılmaz; nedeni de Necdet Adalı’nın karıştığı olayda Aslan Törer adlı en hafif deyimiyle polisle işbirliği yapan bir ‘muhbir’in de olmasıdır.
Hürriyet gazetesinde Soner Yalçın, Aslan Törer konusunda gerçeğe yakın bilgiler aktardı, yine Taraf’ta Mustafa Kaçaroğlu olayın kendi açısından nasıl yaşandığına ilişkin son derece samimi ve gerçek anlatımlarda bulundu. Yine yüz yüze tanıma olanağı bulduğum olayın ikinci kahramanı Kemal Ergin’le ilgili şaibelerin haksızlığı üzerine söyledikleri de önemli. Kemal Ergin adı üzerinde kuşkular yaratılmayacak devrimci bir insandı ve muhtemelen firar etmeseydi Necdet Adalı’yla birlikte idam edilecekti.
Aslan Törer’e ilişkin son derece detaylı bilgiler o günü yaşayan ben dâhil birkaç arkadaşımın belleğinde duruyor ama konu bu değil. Bu olay “neden yenildik?” sorusuna verilecek yanıtlar açısından önem taşıyor. Kanımca solun yenilgisinin altında yatan en önemli nedenlerin başında, sol hareketin onlarca fraksiyona bölünmesine yol açan rekabet anlayışı yatıyor.
Mustafa Kemal Kaçaroğlu Taraf’taki açıklamasında son derece önemli bir şey söylüyor: “Aslan Törer Altındağ Halkevi’nde Dev-Yol’dan bir grupla ayrılarak bize katılmıştı. Dev-Yol’un Törer’le ilgili ‘polisle işbirliği yapıyor’ spekülasyonunda bulunduğu doğru. Ancak Dev-Yolcular o dönemde rekabetçi anlayıştan dolayı kendilerinden ayrılarak bize katılan birine çamur atıyorlar diye düşündük.”
Kurtuluş hareketinin ‘rekabetçi anlayıştan dolayı’ Dev-Yol’un “polisle işbirliği yapıyor” uyarısına inanmamasının yarattığı sonuçlar çok ağır; bu polis işbirlikçisi iki devrimciyi onaylamadıkları bir eylem biçimine ‘kışkırtıyor’, arkasından yakalanmalarını sağlıyor, bu devrimcilerden biri idam ediliyor bir diğeri Filistin davasına omuz vermek için gittiği bölgede boğularak hayatını kaybediyor ve sola şiddetle karşı çıktığı ‘kahve tarama türünden’ bir eylem biçiminin lekesini düşürüyor. Bu kadar da değil aynı Aslan Törer bugün hepimizin sınırsız bir pişmanlık duyduğumuz sol içi çatışmaların da en ön safındaydı.
Yanlış anlaşılmak istemem, derdim eski defterleri karıştırarak Kurtuluş hareketine gönül vermiş  devrimci arkadaşları eleştirmek değil Mustafa Kemal Kaçaroğlu başta olmak üzere hemen hepsiyle işkencehanelerde cezaevlerinde beraber olduk. Aynı siyasal parti içinde yoldaşlık yaptık. Anlatmak istediğim ‘sol içi rekabet’ kültürünün hepimizin gözünü nasıl kararttığını göstermek.
Bu siyasal kültür sol açısından geçmişe ait bir şey olsaydı belki de bu türden bir ‘kıssadan hisse’ yazısına gerek yoktu. Ama benzer bir ‘rekabet kültürü’ bugün de devam ediyor. En gereksiz ayrıntılar, güvensizlikler benzer siyasal düşüncelere sahip olan insanların farklı farklı yerlere savrulmasına yol açmaya devam ediyor. İçine kapanan sol internet forumlarında, dergilerde, panellerde sadece birbirine karşı mücadele ederek rekabet kültürünü sürdürüyor. “Neden yenildik?” sorusunun tek bir yanıtı elbette yok ama sol içi rekabetin yenilginin en önemli nedenlerinden olduğu apaçık bir gerçek olarak duruyor.
Ben kendi adıma söyleyeyim o günlerde bir yeni yetme devrimciydim, Mustafa Kemal Kaçaroğlu ve onun kuşağından bize ağabeylik yapanların bu olaylar yaşanmadan çok kısa bir süre önce beraber oldukları bir dönem vardı. Birbirlerinin devrimciliklerinden kuşku duymadıklarını ama farklı düşündüklerini sanıyorum.