Entelektüellerin ya da kendini entelektüel zannedenlerin içinde yer alan bir kesim futbola iğrenç bir şeymiş gibi bakma geleneğine sahip

‘Bir futbol pazarında devrim  yapmak mümkün mü?’

ÖNDER GÖKSAL*

Entelektüellerin ya da kendini entelektüel zannedenlerin içinde yer alan bir kesim futbola iğrenç bir şeymiş gibi bakma geleneğine sahip. Uzun süredir bu böyle. Hatta onlar için futbol seyircisi acınası bir tabaka, bayağı bir zümre ve eğitilememiş kayıp bir yığındır. Yaşadığımız topraklar adına da dünya adına da konuşacak olursak bu entelektüel çevreye bir yere kadar hak verilebilir. Bu çevre size 1980 Darbesi’nden sonra futbol eliyle içi boş bir gençlik yaratıldığından bahsedebilir, dünyada 3F (bir F’si futboldur )kuralıyla faşizan dürtülerin beslendiğinden bahsedebilir. Ancak bu argümanların pabucu çoktan dama atılıyor. Eskiden futbol iktidarların söz geçirdiği ve kendisi için at koşturduğu bir mecra olabilir; ama artık o kadar da kolay değil. Futbol taraftarlığı açısından yeni bir süreç yaşanıyor. Bilinçli bir taraftar kitlesi günden güne artıyor. Futbol artık değişimin, direnişin ve özgürlüğün sesi olma yolunda adım adım ilerliyor.
Çok iddialı bir girişten sonra bu iddiayı destekleyen tespitler yapılmalı haliyle. Aslında bu konuda verilebilecek en önemli örnek haftalardır gözlerimizin önünde cereyan ediyor.  Taraftarlar kendilerine dayatılan ‘e-bilet’ uygulamasını haftalardır protesto ediyor. Bu protestolar belki de ülke tarihinin en etkili boykotu olma yolunda ilerliyor. Bütün maçlar neredeyse boş tribünlere oynanıyor. Geçen sezonun ilk haftasında oynanan maçlarda seyirci sayısı ortalama 15.571 iken, bu sezonun ilk haftasında bu sayı 8.622. Seyirci çekmekte zaten zorlanan Türkiye ligi bu uygulama ile dibe vurmuş durumda. Kulüpler yüksek perdeden olmasa da alttan alta e-bilet’e taraftarlarca yapılan boykottan rahatsız. Bu seyirci ortalaması bütün sezon bu şekilde devam ederse uygulamanın rafa kalkması ya da esnekleşmesi olası bir durum.
İktidarların çok kolay sirayet edemediği bir yapıya büründü taraftarlık. Milliyetçi dürtülerin ve dini argümanların çok sık kullanıldığı bu mecra hiç alışık olmadığı sol söylemler ve dövizlerle karşımıza çıkıyor. Ali İsmail Korkmaz adına atılan 34. Dakika sloganları bu hafta yine Fenerbahçeli taraftarların dilindeydi. Dünyanın birçok yerinde tribünlerden sol söylemler ve toplumsal mesajlar alıştığımız durumlar haline geldi. Taraftarın kültür düzeyindeki artış tribünlerdeki pankartlara ve tezahüratlara direkt yansıyor.
İşin bir diğer boyutu da hiç bir araya gelmez, dediğimiz taraftarların, taraftar gruplarının birlikte hareket etmesi. Eskiden derbi diye nitelendirdiğimiz maçlarda Emniyet yetkililerince sarmaş dolaş yapmacık bir şekilde poz verdirilen amigoların yerini; sürekli görüşen, sosyal sorumluluk projelerinde ortak hareket eden hatta herhangi bir taraftar grubunun başına gelen olumsuz bir durumda destek vermekten çekinmeyen başka kulüplere mensup taraftar gruplarıyla karşılaşıyoruz (Çarşı’ya yapılan darbe suçlamasında birçok rakip taraftar grubu Çarşı’ya destek verdi).
Taraftar gruplarının son yıllardaki bu dayanışması, ortak hareket etme tavırları onları dernekleşme sürecine itti. Mevcut siyasi düzenin baskılarını birlikte göğüsleyebilme adına 17 Eylül 2014 itibariyle start veren bu dernekleşme çalışmasının bileşenlerinden biri de Metin Kurt’un şekil verdiği Devrimci Spor Emekçileri Sendikası. Bu girişimin protokolüne imza atan taraftar grupları ise şöyle: Beleştepe, Cefakâr Kanaryalar, Çarşı, Fenerbahçeliler Derneği, Kızıl Aslanlar, Münferitler, Sol Açık, Tekyumruk, Ultras19, Vamos Bien, Yakacık Kartalları. Bu protokole imza atacak taraftar gruplarının sayısının giderek artacağı düşünülüyor.
Birlikte görüntülenmeleri bile gazete manşetlerine konu olan bu farklı takımlara gönül vermiş taraftarları bir çatı altına iten bilinç, siyasi birçok çevreye ders niteliğinde.
Dernekleşme sürecini sürdüren bu taraftar gruplarının ilk göğüsleyecekleri dayatma ise e-bilet. Yukarıda adı geçen taraftar grupları aynı zamanda e-bilet uygulamasına da karşı çıkan gruplar, dolayısıyla e-bilet uygulanan maçlara gitmeme konusundaki duruşları da aynı.


Futbol-din ikilemi
Umberto Eco futbolu ve dini aynı kefeye koyar. Ona göre futbol taraftarlığı ve bir dine ait olma aidiyeti benzerlikler taşıyor.
Din sık sık değiştirilen bir olgu değil. Dini önemseyen bireyler; dini hayatlarının merkezine koyarlar. Hayatlarını o dine göre şekillendirilirler. Oturmaları, kalkmaları, konuşmaları, ibadetleri tamamen dinin kontrolü altındadır ve onlar için bağlayıcıdır. Hem yaşanılan dünyanın hem de ölüm sonrasının anahtarı dinin elindedir. Umberto Eco ise futbol ile din arasındaki benzerliği aidiyet ve sorgusuz iman(dogmatizm) bağlamında ele alıyor:
“Taraftarlık ve imanın yan yana kullanılması anlamlıdır; çünkü yenmek ve yenilmek kavramlarının iç içe olduğu bir oyunda taraftarların bağlılığını sürdürmesi için tam bir imana gereksinimi vardır. Bu iman sayesinde hem kendine sığınacak bir alan bulur; ki bu alanda yalnız olmayacak hem güçlü bir kulübün çatısı altında hem de kendisiyle aynı emeli paylaşan grupla bir arada olacaktır.”
Eco’ya katılmamak elde değil. Futbol taraftarlığı insanları yığınlar arasında yalnız kalmaktan kurtarıyor. Aynı amaç uğruna toplanmış farklı görüşten ve yaşam tarzından oluşan insanları gündelik sıkıntılardan kurtaran bir olgu konumunda futbol. Futbol maçının seyredildiği o kısıtlı sürede birbirlerini hiç görmemiş insanların samimiyeti aynı amaç uğruna bir camide ya da bir kilisede rastlaşan insanların samimiyetine çok benzer. Kendini o stada ya da o ibadet yerine ait hissetme aynı amaç için yapılan aktivite ve yapılan davranışlara sorgusuz sualsiz iman, dindar olmayı ve bir takımın taraftarı olmayı birbirine benzeştiren yanlar.
Bir diğer benzerlik noktası da bu aidiyet ve imanı aşırılığa götürme bağlamında ele alınabilir. Futbol taraftarlığı hat safhaya ulaştığında diğer kulüp taraftarlarının düşman olarak addedilmesini sağlar; ki bu da hastalıklı bir ruhtur ve fanatizmi doğurur. Fanatik taraftarların gözünde diğer takım taraftarları düşmandır ve yok edilmelerinde bir mahsur yoktur. Fanatiklere göre kendi takımları en iyisidir ve diğer taraftarların yaptıkları sapkınlıktır. Sanırım fanatik bir taraftar portresinin diğer takım taraftarlarına bakış açısı ile bir kökten dincinin diğer dinlere ya da mezheplere inanlara karşı düşünceleri açısından benzerlikler kurmuşsunuzdur. Bir IŞİD’ci ile Roma taraftarını bıçaklayan Lazio’lu arasında duygu olarak çok fark yoktur.


Devrim yapmak mümkün mü?
İletişim içerisindeki insan bu ihtiyacını iş yaşantısında, dinde, komşuluk ilişkilerinde, arkadaşlık ilişkilerinde ve stadyumlarda giderir. Futbol seyircisi için sosyalleşme aracıdır futbol. Yazının başında da değindiğim gibi bu sosyalleşme aracı basit, bayağı bir iletişim aracı olmaktan çıkmış durumda. St Pauli’nin tribünlerinden “Biji Berxwedana Kobane” yazısı okuyabileceğiniz gibi Dortmund ve Bayern München taraftarlarından Çarşı’ya destek pankartları da okuyabilirsiniz.
Katalunya bayraklarının dalgalandığı Barcelona tribünlerinden “Özgür Öleceğiz” sloganları duyabileceğiniz gibi; kilometrelerce uzağındaki bir halkın acısını “Özgür Filistin” yazısıyla anan Roma tribünleri de görebilirsiniz.
Ve yine e-bilet dayatmasına karşı hiç yan yana gelmez dediğiniz taraftarları ülke futbol tarihinin en büyük boykotuyla kol kola girdiğini görebilirsiniz. Belki taraftarlar daha çok kaynaşıp daha çok birleştikçe Umberto Eco’nun sorduğu soru olumlu bir cevap alabilir.
“Bir futbol pazarında devrim yapmak mümkün mü?”


*Spor yazarı