Salih Zeki’nin hayatını kaleme alan Arsen Avagyan idealize edilmiş, efsanelere dayalı bir geçmiş yerine hakikatle yüzleşmemize zemin yaratıyor. TKP tarihi üzerine, ulusal sorun, İttihatçılar ile komünistler arasındaki ilişkiler üzerine yeni tartışmalara kapı aralıyor

Bir hayat iki kimlik:  ‘Canavar Zeki’ - ‘Yoldaş Zeki’

Zafer AYDIN

Türkiye’nin köklü partisi, Türkiye Komünist Partisi (TKP) bu yıl 100 yaşında. TKP, bilinenleri, bilinmeyenleri, efsane ve gerçekleriyle ebedi-ezeli bir tartışma konusu olarak gündemimizdeki yerini koruyor.

100. yılı vesilesiyle TKP tarihine ilişkin çeşitli kitaplar yayınlamayı, seminerler düzenlemeyi planlayan TÜSTAV (Türkiye Sosyal Araştırma Vakfı) bu alanda süren tartışmalara lojistik destek vermeyi amaçlıyor. Bu çerçevede TÜSTAV/Sosyal Tarih Yayınları ilk yayınını Arsen Avagyan tarafından kaleme alınan Salih Zeki biyografisiyle yaptı.

Arsen Avagyan, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri ve Rusya Devlet Siyasi ve Sosyal Tarih Arşivi’nden elde ettiği belgelerle bu belgeleri tamamlayan anı kitapları ve diğer ikincil kaynaklarla önümüze kapsamlı Salih Zeki profili koydu. Böylece TKP’nin kuruluşunda rol üstlenmiş aktöre ve onun kişsel özelliklerine dair geniş bir bilgiye sahip oluyoruz. Kitapçığın ekinde yer alan Salih Zeki’nin kaleminden çıkmış ‘Subhi Yoldaş ve 16 Şehitler’ başlıklı Mustafa Suphi ile önemli bilgilerin yer aldığı makale de bu sayede ilk kez okurla buluşuyor.

İKİ TARİHSEL OLGUDA SALİH ZEKİ

Arsen Avagyan’ın Salih Zeki için uygun gördüğü sıfat ‘Eylemci’. Avagyan’ın siyasetçi ve önderlere göre daha geri planda kalan, onlar tarafından kullanılan, ancak belli olaylarla anılan insanlar için kullandığı bu tanım içinde, Salih Zeki’nin adı iki tarihsel olguda karşımıza çıkıyor. Birincisi, Anadolu’dan techir edilen Ermeniler için büyük toplama kamplarının bulunduğu ve büyük katliamların yaşandığı Deyr-i Zor’da. İkincisi, Bakü’de Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşunda.

Hayatının bir döneminde İttihatçıların sadık memuru olan Salih Zeki, daha sonraki dönemde fikirsel bir dönüşüm yaşayarak, Azerbaycan devriminin içinde yer alıyor ve TKP’nin kuruluşuna katılıyor. Avagyan’ın yayınladığı bir belgede Salih Zeki, hayatının birbirinden farklı bu iki dönemini şöyle tanımlıyor: “Benim hayatım iki dönemdir. Birinci dönem 1916’da bitiyor, ikinci dönem 1919’da başlıyor. Birinci dönemde kendimi hiç iyi hissetmiyorum, çünkü burjuvaziye hizmet ettim. İkinci dönemde kendimi çok iyi hissediyorum, çünkü proletaryaya hizmet veriyorum.”

Avagyan’ın ulaştığı belgelere göre daha sonraki yıllarda Kuşarkov soyadını alan Salih Zeki, 1883’te Çerkes bir ailenin oğlu olarak Samsun’da doğdu. Bugün kullanılan ismiyle İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Üniversite yıllarında Mustafa Suphi ile onun evine gidip gelecek kadar yakın bir arkadaşlık içindeydi.

1903’te devlet memurluğuna adım atan Salih Zeki, Osmanlı idari yapısında sancak olarak adlandırılın bölgesel yönetimin en üst yöneticiliği olan mutasarrıflığa atandı. İlk görev yeri olan Canik sancağından sonra Tirebolu, Vakfıkebir, Bafra Alaşehir ve Develi kazalarında kaymakamlık yaptı. Salih Zeki buralarda uyguladığı baskıcı yöntemlerle devlet yöneticilerinden tam puan alan bir idareci oldu.

Alaşehir’de görev yaptığı sırada Rumların zorla göç ettirilmesinde oynadığı rol ile Develi’de görev yaptığı sırada Ermenilere karşı uyguladığı işkenceler ve infazlarla iyice göze girdi. Zorla sürgün edilen Ermeni halkının Suriye çöllerinde topluca imha edilmesi planlandığında bu meş’um kariyeriyle akla gelen isim Salih Zeki oldu. Salih Zeki 1916’da Deyr-i Zor mutasarrıflığına atandı. 19 Mart 1917’ye kadar sürdürdüğü bu görev sırasında Çeçenler ve Araplardan oluşan çeteler kurarak binlerce Ermeninin öldürülmesini organize etti. Salih Zeki 1920’de Deyr-i Zor’da yaşanan katliamdan sorumlu bulunarak gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı ve idam cezası Sultan tarafından da onaylandı.

İSTANBUL, BAKÜ VE BATUM HATTI

1918’in son aylarına gelindiğinde Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. İstanbul, İngilizler’in kontrolü altınaydı. Salih Zeki’yi, İngilizler tarafından yakalanıp, yargılanma korkusu sarmıştı. İstanbul’u terk etti, Batum-Tiflis üzerinden Bakü’ye gitti. Bu gidiş Salih Zeki’nin hayatında yeni dönemin başlangıcıydı. Deyr-i Zor’da yaptıkları nedeniyle ‘Canavar Zeki’ olarak nam salan Salih Zeki gitmiş, yerine ‘Yoldaş Salih Zeki’ gelmişti. Salih Zeki’ye göre cinayetler askeri otoritenin eylemiydi ve sivil yönetici olarak bunların önüne geçememişti. Yaşananlara duyduğu tepki ve pişmanlık onu devrim saflarına taşımıştı. Öz yaşam öyküsünde böyle ifade ediyordu yaşadığı dönüşümü. Salih Zeki’nin Rusya’ya gidip sosyalistlere katılma kararında etkili olan bir diğer faktör de Rusya’da devrimci mücadele veren Türklerin arasında eski arkadaşı Mustafa Suphi’nin varlığıydı.

Salih Zeki, 1919’da Güney Kafkasya’da Türkler arasında ilk komünist örgütlenmeyi gerçekleştiren isimlerden biriydi. Bu örgütlenmenin Rusya Komünist Partisi (Bolşevik) Kafkas Bürosu tarafından tanınmasıyla Salih Zeki de Rus Komünist Partisi (Bolşevik) üyesi oldu. Kendisi tarafından ifade edilen özgeçmişine göre Salih Zeki, Azerbaycan’da Musavat Hükümeti’ne karşı gerçekleştirilen silahlı isyanın içinde yer almış ve Musavat’ın devrilmesinden sonra kurulan Azerbaycan Devrim Komitesi’ne üye olarak seçilmişti. Ne var ki görüşleri değişen Salih Zeki’nin karşıtlarına karşı kullandığı yöntemler değişmemişti. Bu kez adı Bakü’de Türk harp esirlerinin kurşuna dizilmesi olayında geçti. Salih Zeki, kendine göre ‘haklı’ bir gerekçeyle Sovyetlere karşı saldırgan duygular besleyen düşmanları imha etmişti.

Salih Zeki, Azerbaycan’ın Sovyetler Birliği’ne katılmasından sonra Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Teşkilatı’nın kuruluşunda yer aldı, sekreterliğini üstlendi. Ancak bu örgütlenmenin ömrü uzun olmadı. Mustafa Suphi’nin Taşkent’ten Bakü’ye gelmesiyle bu teşkilat lağvedildi. Mustafa Suphi ve arkadaşları tarafından Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi’nde Salih Zeki de yer aldı. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının dönüşü öncesinde Merkez Komite’nin görevlendirmesiyle eski üst düzey bürokrat olarak çeşitli girişimlerde bulundu.

Anadolu’da komünist örgütlenme çalışmalarına katıldı. Mustafa Suphi’lerin öldürülmesinden sonra TKP’de etkinliği devam eden Salih Zeki, 1923’te Ermeni katliamında oynadığı rol nedeniyle Bakü teşkilatından ihraç edildi, ancak 1926’da Kafkasya Komünist Partisi Kontrol Komisyonu kararıyla parti üyeliğine geri döndü. Daha sonraki yıllarda tercüman olarak çalışan, Lenin’in eserleri de aralarında olmak üzere çeşitli yayınları Türkçeye çeviren Salih Zeki, 1940’da komünist olarak hayatını kaybetti.

Salih Zeki hem Türkiye, hem de TKP tarihi açısından önemli bir aktör. Avagyan çalışmasıyla Salih Zeki’yi tanımamıza vesile oluyor. Salih Zeki’nin yaşadığı fikirsel dönüşüm pişmanlığın, iç hesaplaşmanın yarattığı bir dönüşüm mü, yoksa bir zorunluluğun sonucu mu buna karar vermek zor. Ancak Salih Zeki’nin hayatının her iki döneminde de sert ve acımasız yöntemleri uygulamaktan geri durmayacak bir eli sopalı ‘vazife adamı’ olduğunu söylemek mümkün.

Salih Zeki’nin hayatını kaleme alarak Arsen Avagyan idealize edilmiş, efsanelere dayalı bir geçmiş yerine hakikatle yüzleşmemize zemin yaratıyor. TKP tarihi üzerine, ulusal sorun, İttihatçılar ile komünistler arasındaki ilişkiler üzerine yeni tartışmalara kapı aralıyor.