Çalışma izni olmayan kaçak bir işçi kadının hikâyesi Tina, Gürcistan’dan bir sebepten çıkmak zorunda kalan bir kadının hikâyesi, âşık olduğu adamı kaybeden bir kadının hikâyesi, annelerimizi-çocuklarımızı emanet edip sonrasında yedi yirmi dört her taraftan kameralarla seyrettiğimiz bir kadının hikâyesi, canımızı emanet ederken başına ne geldiğini asla sormadığımız

Bir kadın düştüğü yerden  soruyor bizi ayıran ne?

ADALET ÇAVDAR

Birkaç sene önce yaklaşık sekiz ay kadar Artvin’in bir köyünde yaşadım. Şehir merkezinde Gürcü pazarı kurulurdu. Gürcü kadınlar takılarını, kıyafetlerini, yetiştirdikleri meyve ve sebzeleri satarlardı. O takılara ve o elbiselere hayranlıkla baktığımı, kadınları uzun uzun seyrettiğimi hatırlıyorum. Köyden gidip gelenler Gürcistan’ın nasıl bir yer olduğunu geçmişini, bugününü anlatırlardı, dinlerdim. Köyün yaşlıları Sovyetler'in dağılmasını hatırlar anlatırlardı, sonrası Gül Devrimi, savaş.


Irmak Zileli’nin yeni romanı Son Bakış, Everest Yayınları tarafından yayınlandı. Son Bakış, hasta, konuşamayan, yerinden kıpırdamayan ve yaşlı bir kadının bakıcısı olan Tina adında Gürcü bir kadının romanı. Bana dönüp Gürcistan’ı düşündüren Tina, aslında hem Türkiye hem Gürcistan hakkında çok fazla şey anlatıyor.

Sanatçı bir ailenin kızı Tina, aile büyüklerinin bir kısmını politik nedenlerle kaybediyor. Annesi, ninesi ve kendisi küçük bir yaşamın derdindeler. Bir balerin. Kaybettiği aile büyüklerinin hikâyelerini dinleyerek büyüyor. Ne çok zor ne çok kolay bir hayat avucundaki. Bir şekilde üç kadın bir yerinden tutuyorlar hayatın. Film senaryosu misali bir aşk hikâyesinin içine düşüyor Tina, sevdiği ne onun memleketinden ne onun dininden. Olmazlara kulak asmıyor, çıkıyor evden. Şansı yaver gitmiyor ayrı düşüyor sevdiğinden. Gözünü bir açıyor Türkiye’de…

O KISA DÜŞÜŞ VE...

Bir iş buluyor, hasta bakıcılığı. İzin günlerinde bile gidecek bir yeri yok. Bütün gün kameralarla izlendiği bir evde, yaşlı bir kadınla yaşıyor. Patronu yani bakıcılığını yaptığı yaşlı kadının kızı pek hoş davranmıyor ona. Bir gün evden çıkarken anahtarları karıştırıyor. Kapıda kalıyor. Kimseden yardım isteyemiyor. Apartmanda bulundukları kata tırmanmaya çalışırken, düşüyor. İşte o düştüğü yerden anlatmaya başlıyor Tina. O kısa düşüş ona çok uzun bir kapı aralıyor ve o kapıdan hem geçmişini hem de düştüğü yeri anlatıyor.

Düşene elin uzandığı bir yer midir Türkiye yoksa seyredildiği mi bundan artık emin değilim. Burada insanlar başlarına her an herhangi bir şeyin gelmesinden oldukça korkar oldular. Haklılar. Yolda yürürken rahatsızlanan birisine nasıl davrandığınızı gözünüzün önüne getirin; el uzatanlardan mısınız, akıl verenlerden mi, yoksa dönüp gidenlerden mi? Tina’nın başına uzun süredir yaşadığı mahallenin esnafı toplanıyor, ona dokunmuyor, polisi ve ambulansı çağırıyorlar ve uzun bir süre Tina’nın kim olduğunu çıkarmaya çalışıyorlar. Tina evsizliğiyle bir hayalet gibi dolaştığı o mahallede kaçak bir işçi olduğunu biliyor ve elinden geldiğince farkedilmeden yaşıyor. Tina’ya kimse buyurun demiyor, haftada bir gün gittiği lokantanın garsonu ne yediğini ne içtiğini asla hatırlamıyor. O yattığı yerde elinde yanlış ve belki de hayatının en doğru kapısının anahtarıyla yardım bekliyor. Kimse elini uzatmıyor ya da kimsenin elinden bir şey gelmiyor. Tina ölümü bekliyor, ölmüşlerine ve artık hayatta olup olmadıklarını bilmediği sevdiklerine sesleniyor. Düştüğü yerden annesine her şeyi anlatıyor.

ÇÖKÜŞ VE KAYBOLUŞ

Tina uzun bir yolculuğa çıkmış da camdan dışarıyı seyredermişçesine bütün hayat hikâyesini anlatıyor. O hikâyenin içerisine Sovyetler'in dağılması da Gül Devrimi de giriyor. Bir ülkenin çöküşünü ve kayboluşunu anlatıyor Tina. Ve o çöküş ile başlarına gelenleri, öksüzlüğü, yetimliği. Ninesinin sorularını sürekli şekillendiriyor; “Bizi politika mı ayırdı deda*? Bizi parçalayan kim deda, politika mı gaddarlık mı? Bizi ne bölüp parçalıyor deda, politika mı bencillik mi? Bizi parçalara ayıran ne deda, politika mı, öfke mi? Bizi yiyip bitiren, içimizi dışımızı kemiren, küçük parçalara bölüp kurda kuşa yem eden hangisi deda, politika mı, korku mu, ha deda, hangisi söyle? Bizi parçalara ayıran, kemiklerimizi ve ruhumuzu lime lime eden hangisi deda, politika mı, dilsizlik mi?”

Biz ki sabahtan akşama işi gücü gündem olmuş bir milletiz 'Politika bizim neyimiz olur?' sorusuna bizim bile bir cevabımız var mı pek emin değilim. Tina’nın sorduğu soruların hepsi Gürcistan’ın dünüyle bugünüyle alakalı değil sadece bugün çivisi çıkmış dünyanın içinde yaşayan bizlerin cevap araması gereken sorular. Ne yaptılar bize de görmez olduk ya da görür ama görmezden gelir olduk, bilmiyorum.

BİR KADININ HİKÂYESİ

Bütün roman asfaltın üzerinde yatan Tina’nın yaşamla ölüm arasında kaldığı anda geçiyor. Kısa ya da uzun bilinmez, hani o film şeridi meselesi Tina’nın başına gelen. Orada dünya ile bağını sadece mahallenin köpeği kuruyor. Kimse ama hiç kimse dokunmazken o dokunuyor. Çalışma izni olmayan kaçak bir işçi kadının hikâyesi Tina, Gürcistan’dan bir sebepten çıkmak zorunda kalan bir kadının hikâyesi, âşık olduğu adamı kaybeden bir kadının hikâyesi, annelerimizi-çocuklarımızı emanet edip sonrasında yedi yirmi dört her taraftan kameralarla seyrettiğimiz bir kadının hikâyesi, canımızı emanet ederken başına ne geldiğini asla sormadığımız. Ama en çok gurbette kendine bir ev kuramamış, evinden uzakta yaşama katılmaya cesaret edememiş, kimsenin bilmediği telefon numarasına bir gün evinden ya da sevdiğinden gelecek bir telefonu bekleyen bir kadının hikâyesi.

Varsa uzaklara gönderdiğiniz ve dargın olduğunuz bir sevdiğiniz sessiz telefonların sebebini onlardan biliniz. Biliniz ki hiçbir yere ev diye,memiş ne boynundaki kolyeyi ne cebindeki gerçek evinin anahtarını çıkarıp atamamış biri vardır orada.

*Deda: Gürcü dilinde 'anne' anlamına gelir.

cukurda-defineci-avi-540867-1.