Diğer yanda kendi Gazze’miz var. Kendi memleketinin dağını taşını bombalamak, kendi insanlarımızı gözaltında kaybetmek, işçilerimizi

Diğer yanda kendi Gazze’miz var. Kendi memleketinin dağını taşını bombalamak, kendi insanlarımızı gözaltında kaybetmek, işçilerimizi madenlere gömmek, tersanelerde göz göre göre öldürmek, Yeşil Kundura’nın önünde, Assan Gıda’nın önünde kendi anayasal haklarını kullanmak için günlerce aylarca cefa çekmeye mahkûm etmek, kendi gençlerini eğitimi paralılaştırarak geleceksizleştirmek, kazara üniversiteye kadar ulaşabilmiş kendi gençlerini kendi üniversitelerinde kurşunlamak mesela. Önce Şerzan Kurt katledildi Muğla’da. Sonra diğer üniversitelerde her türlü şiddeti içeren müdahaleler geldi öğrencilere. Uzun süredir soruşturmalar, uzaklaştırmalar, ideolojik halay çekme, gitar/bağlama gibi “gayet makul” suçlamalarla zaten parasızlık nedeniyle zor eriştikleri eğitim hakları elinden alınıyordu. Ancak son günlerde yaşadığımız bir diğer olay bunların üzerine tüy dikti. 24 Mayıs günü İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsünde rektörlüğün arkasındaki Havuzlu Bahçe’de polis, yalnız öldürülmüş arkadaşları Şerzan Kurt’un resmini içeren pankart asan öğrencilere, ve bundan başka herhangi bir eylem yokken var güçleri ile saldırdı. Yalnız bir ucu açık ve üç tarafı Hukuk Fakültesi, ve rektörlük binaları ile kapalı olan bu alanda öğrenciler plastik mermilerle avlandılar. Üstelik tüm binaların kapıları öğrencilerin “kaçmasını” engellemek için kapatılmış üzerine kilitlenmişti. Bir “kapanın” içinde can pazarı yaşandı. Evet, şöyle aptalca bir cümle kuracağım: “şans eseri herhangi bir can kaybı olmadı”. Ama öğrenciler beden ve ruhen yaralandılar. Çenesinden yaralanmış bir öğrenci “herhangi bir öğrencinin başına gelebilirdi benim başıma gelen” diyor “ illa solcu olmanız gerekmez, zaten orada sadece solcular yoktu”. Sözü dinlememiş, kendini ifade yolları kapatılmış, bastırılmış, kişiliğine de saldırılmış, başka bir hapishaneye kapatılmış bir insanın kahrı içinde. Kimi kime şikayet edecek? Eğer mağduru olduğu bu polis saldırısı sebebiyle bir de soruşturma açılmazsa, okuldan uzaklaştırılmazsa, ya da atılmazsa şanslı olacak. Bir küçük Gazze modeli yani. Onları korumakla görevli olanlar, mevkilerini bu sebeple işgal ettiklerini düşündüklerimiz, hatta çocuklarımızı onlara emanet ettiklerimiz, rektör mesela, dekanlar mesela, onlar ne yapıyorlar peki? Onlar kendi ellerine verilmiş iktidarla meşguller. Gelsin soruşturmalar, uzaklaştırmalar, atmalar. “seçilmiş” özel güvenlik var zaten üniversitede; o yetmezse polis sokarlar üniversiteye. Ne gerek var canım bu solcu öğrencileri insan yerine koymaya, dinlemeye, anlamaya? Bir tuzağa sokar, plastik kurşunlarla telef edersiniz gider. İsrail devletinden ne eksiğimiz var? İ.Ü Rektörü Yunus Söylet’e sözümüz şudur: o çocuklar bizim çocuklarımızdır. Onlar solcu öğrencilerdir tamam, ama “öğrenciler” dir. En az her öğrenci kadar kendilerini ifade etmeye hakları vardır. Hatta tüm öğrencilerin üniversitelerde belki de toplumun kalanından bile daha özgür tartışmaya, sözlerini daha özgürce söylemeye hakları vardır. Bunu inkâr için hukuksuz 12 Eylül yönetmeliklerinin ardına sığınmayın. Siz yöneticiler olarak öğrencilerinizin sağlığından, esenliğinden sorumlusunuz. Görevinizi yapmazsanız, çocuklarımızı parçalayıp çiğneyip ardından timsah gözyaşı dökmenize müsaade etmeyeceğiz, iki elimiz iki yakanızdadır. Zira siyasi eğiliminizin Gazze için döktüğü gözyaşlarının tek inandırıcılık kıstası kendi iktidarı altındakilere reva gördüğü muameledir.
Akıl tutulması
SokaĞa çıkıp, yeter! Aklınızı başınıza devşirin! diye bağırmak geliyor içimizden.Yalnız memleket sathında değil dünyanın başka yerlerinde akıl tutulmaları yaşanıyor karşısında çaresiz kaldığımız. Hatta bu akıl tutulması yalnız yönetenleri değil bir
toplumun çoğunluğunu teslim alabiliyor.
Gazze’ye insani yardım konvoyu İsrail devletinin saldırısına uğradı açık denizde. Bahaneleri de gemilerin aramaya izin vermemesi imiş. İsrail devleti hiçbir yetkisinin olmadığı açık sularda arama yapmak istiyor. Beğenmediniz mi? İşte o fena. O zaman yollar üzerinize komandolarını. Bakmaz gözünüzün yaşına; çocuk yaşlı genç, ihtiyar, Müslüman Hıristiyan, Türk, Yunan, canınıza okur. Kendinden olmayanı yok eder. (bu tanım size de tanıdık geldi mi bir yerlerden). İsrail kendi karasularında arama yapmak isteseydi ne mi olurdu; Uluslararası hukuka göre gemi bunu kabul etmezse kendi karasularından çıkmasını talep edebilirdi yalnız. Ama uluslararası hukukun uluslararası guguk olduğunu öğrendik bir kez daha. Güçlü olanın öttürdüğü bir guguk kuşu. Burada ABD’nin işgaline sebep(!) olan ve de Irak’ta arayıp arayıp (!) bulamadığı kitle imha silahlarından bahsetmeyeyim diyorum. Can kaybının sayısı hala belirsiz şu saatlerde. İsrail zorla kendi sınırları içerisinde olmadan müdahale ettiği, hatta kendi istekleri dışında yaralıları bile kelepçeleyerek sınırlarından soktuğu insanları şimdi sınır dışı etmeye yelteniyor. Türkiye’ye geri dönen gönüllüler vahşi müdahalenin kurşun sıkma yanında elektrik şoku uygulama gibi işkence yöntemlerinden, aç ve susuz bırakılmaktan bahsediyorlar. Bu yardıma gidenlere reva görülen muamele. Siz bir de yardıma ihtiyacı olanların halini düşünün. Geçtiğimiz yıl Gazze de İsrail’in katliamına ve şiddetine dünyanın gözü önünde kurban gidenleri. Yalnız bir saldırıda sönen, sayıları bin beş yüzü bulan çoğunluğu kadın ve çocuk, ömürleri. İsrail bunu tüm dünyanın gözü önünde yaptı ve gördüğü herhangi ciddi bir yaptırımı araştırıp bulmayı size bırakıyorum. Bir de sürekli kol gezen ölüm var Gazze sokaklarında: yiyeceksizlik, ilaçsızlık, geleceksizlik adı. Yani İsrail ablukası. Kendi topraklarınız üzerinde bir hapishane yaşamı. Daha da beteri var fakat. Filoya müdahaleyi kutlayan İsrailliler! Haber yayınını engellemeye çalışan, sağdan soldan İsrail bayrakları sallayan meczupluk! Ancak biz umudumuzu, amasız, fakatsız dünyanın her yerinden gelip kuşatmayı aşmaya çalışanlara, dünyanın her yerinde İsrail dahil sokaklara bu insanlık dışı eylemi kınamak için çıkanlara bağladık.