İlk baskısı 2005 yılında Bilim ve Sanat Yayınları’ndan çıkan Steven Lukes’ın Profesör Caritat’ın Şaşırtıcı Aydınlanması adlı romanını, geçen günlerde Pharmakon Yayınları okuyucuyla buluşturdu

Bir profesörün dramatik yolculuğu

MURAT ÖZBEK

Profesör Caritat’ın Şaşırtıcı Aydınlanması, “Tutuklama” bölümüyle başlar. Ancak romanın gidişatını, romanın kahramanı olan Nicholas Caritat’ın tutuklanmasından ziyade, N. Caritat’ı tutuklamaya gelen Askeristanlı yetkililerin kahramanın gözlüğünü kırması belirler. Çünkü romanda bir filozofu köşeye sıkıştırmak için görüş alanını kısıtlamak ideal bir yol olarak belirir. Profesör Caritat, aydınlanmacı değerlere sıkı sıkıya bağlı bir filozoftur. Ne var ki aydınlanma bilgini filozofun kitapları Askeristanlılara karşı mücadele eden İyimsercilerin kamplarında ele geçirilir ve askeri cunta bu durumdan rahatsız olduğu için Caritat’ı tutuklamaya karar verir. Fakat Cunta, Caritat’a Askeristan’ın safına çekmek için iyi niyet beyanı olarak yeni bir gözlük ve daha rahat bir yaşam taahhüt eder. Peki, yeni bir gözlük romanın gidişatını nasıl etkileyecektir?

ÜTÖPYA, DİSTOPYA VE KARŞILAŞMALAR
Romanın işleyişi ütopya ve distopya toplumlarına dair yoğun bir çaba içerisindedir. Burada belki ütopya ve distopya kelimelerinin kullanımlarına dair bir farkı belirginleştirmek yararlı olacaktır. Ardından kitaptan bir örnekle anlam farkı somtlaşır. Ütopya -outopia- eski Yunanca’da mevcut olmayan yeri ifade etmektedir. Fakat Distopya -dystopia- ise bir yerin mevcudiyetinden ziyade mevcut olanın olumsuzluğuna vurgu yapar. Dolayısıyla bir karşıtlık yerine bir karşılaştırmadan söz edebiliriz. Bu ülkelerden bir örnek vermek gerekirse, kökünü iyiden alan İyimserciliği temsil eden Yararistan örnek olarak sunulabilir. Yararistan’da Betnham’ın adı geçer. Peki, ya Yararistan’da Foucault’yu görürsek, o zaman işler nasıl bir hal alır sizce? Foucault ve Lyotord gibi isimlerin Yararistan’da kötümserler olarak adlandırılmalarını tahmin etmek zor olmasa gerek; çünkü Foucault’nun geliştirdiği Panapticon eleştirisi Yararistan’ın nasıl inşa edildiğine dair okuyucuya verili bir durum sunmuştur zaten. Profesör Caritat bu ülkenin yasama, yürütme ve yargı erklerinin nasıl işlediğine bizzat tanık olur. Örneğin, temyizde görülen bir duruşmada yerel mahkemenin verdiği karar bozulmaz. Duruşmadan sonra yargıçla sohbet eden profesör, savunma makamının iddialarının neden araştırılmadığı sorusuna şöyle yanıt alır, “Kimilerinin, adaletin kör olması gerektiğini söyledikleri bilinir. Bu yanlıştır. Adalet sağır -özellikle de kendi varlığını aşındıracak şüphelere karşı sağır- olmalıdır.” Yararistan’da işler düzeni elinde tutanların belirlediği iyinin yararına işler. Zaten iyi, Yararistanlıların içine doğduğu kültürün belirlediği iyidir. Dolayısıyla “Kimin için iyi?” şeklindeki bir soruya verilecek net bir cevap yoktur, zira iyi muğlak bir alana işaret eder.

Profesör Caritat’ın uğradığı her ülke, okuyucuyu bazı sorularla baş başa bırakır ama bu durum sıkıntılı bir şekilde işlemez, aksine okuyucu bu sorulardan keyif alır. Özellikle Emekistan’da sınıfsız toplumla karşılaşma anı ve en son olarak Minerva’nın Baykuşu ile girişilen sohbetle Eşitistan’a -Düşülke- doğru yürüyüş romanın kahramanın yolculuğunu dramatiklikten kurtarıp heyecanlı bir yolculuğa devam etmesini sağlar.

OLANAKLI DÜNYA YA DA DİSTOPYA
N. Caritat’ın bu yolculuğu, Rabelais’nin Gargantua’sında okuyucunun karşılaştığı türden keyifli bir okumayı beraberinde getiren olaylar dizisiyle başlayıp biter. Gargantua’nın okuyucusunun karşılaştığı grotesk gerçekçilik gibi, Profesör Caritat’ın Şaşırtıcı Aydınlanması’ının okuyucusu da olanaklı dünya ile ütopya ve distopya arasındaki çizginin belirginliğini yitirmesiyle karşılaşacaktır. Bu durum romanın gradosuna nasıl etki edecektir? N. Caritat’ın geceleri, kafasındaki bazı soru işaretlerini gidermek için Kant, Voltaire gibi düşünürlerle fikir teatilerinde bulunmasını da hesaba katarsak, bu durumun romanın gradosunu vasatlıktan kurtardığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Bu, aynı zamanda kahramanın zengin ve bir o kadar renkli hayal dünyasını kitaba yansıtan başarılı bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor.

Kitabın işlenişi ve dili hakkında da birkaç şey eklemek gerekirse, başlangıçta net ifadeler yokken, kahramanın uğradığı ülkelerde giriştiği tartışmaların kör göze parmak gösterir bir nitelik yüklenmesi, anlatının zayıflığından değil, aksine filozofların fikirlerinin dolayımsız bir anlatıyla enformasyon araçlarına dahil etmeyi amaç edinmiş olmasından kaynaklanıyor. Zira romanda S. Lukes’ın bu yöntemle, felsefe dilini romana uyarlamakta bir başarı yakaladığına dair güçlü emareler mevcuttur. Örneğin, romanda birçok ülke ve filozofun mevcut olması karmaşık bir anlatının okuyucuyu beklediği endişesini uyandırabilir; fakat yazarın ilk andan itibaren adım adım ilerlemesi okuyucuyu yormayan bir okuma çabasına sokuyor. Bu çabanın şöyle bir önemi var, kitap kolay okunur niteliktedir; ancak bu, yağmacı okurun ilgisine maruz kalacak türden bir kolay okuma değildir. Dolayısıyla okuyucu bir felsefe romanıyla karşı karşıyadır ama yazarın başarısı romanı felsefenin ağır dilinden kurtarmıştır. Çevirmenin romanın akıcılığını başarılı bir şekilde Türkçeye aktarmış olduğunu ayrıca belirtmek gerekir.