Bir sabah daha

DENİZ DOĞAN

Neslim uykuda. Sabahın körü. Uslu bir deniz “laciverdi bir bahçe” gibi serilmiş ayak ucuma. Kumrular dem çekiyor, gür sesli bir horoz geceyi kovalıyor. Bir köpek ta uzaklardan, bir koysalar parçalayacak, nerde kaldın diyor. Af buyur hal ve gidişat bozuktu, anca attım kendimi bu kaçış rampasına.

Bir şey değil kollarımı suyun üzerine gereyim, bir çanağın içinde dağlarla çevrileyim yeter. Gözüm denizin üstünde bir üşüşmedir alsın. Hayretle açılıp kapansın ağızları küçük balıkların. Bırakırlar mı! Altında kol gezen yağlı kefaller, kumda kımıltısız deniz yıldızları bir ağızdan batık variller de var der. Halatlar, şişeler, hayalet ağlar... Martılar plastik yiyip kusmuştur.

Gözleri kor kuyusu bir kedi anlamış gibi dolaşmış ayağıma. Boynunda kırmızı bir kurdele, ucunda bir nazar. “Ama seninki de kolay değil kardeşim/ kolay değil hani/ böyle kuyruk sallamak tanrının günü.” (*)

Bucaksız bir kumsaldır, açıklarda şatafatlarına gömülüp kalmış yatlar. Çakıp söner yatların direkleri: “İlişme mutluluğuma!” Birazdan çocuk mezarı kamarasından telaşla kalkar Kamarot Zübeyir. Gözlerini ovuşturmadan çayı koyar yaldızlı semavere. Daha varyemez kahvaltısına kuş sütü gerek. Eline çabuktur, tastamam dizer hepsini. Semaver, bir taşım kaynarken sorar: Efendim nasıl olsun yumurtanız? Ne rafadan ne pişmiş der efendimiz. Omlet yapayım mı? İstemez. Yağa kırayım o zaman. Yok dedik ya! Zübeyir için tarifsiz bir sabah daha.

Kahvaltı sefası sürerken bu kez Bezci Şefika kaptırır ötelerden. Küçümen teknesiyle göz kararı yaklaşınca keser motorun sesini. Yatın Bey’i, yaslanmış bir örnek manşetlere bakıyordur. Bir dünya varmış dedirtmiyorlar. Şefika asılır küreklere. Suyu bulandırmadan bir gayret yanaşır yatın bordasına. Hadi yanaştı, bu kez de sesine bir ahenk yakıştırmalı. Yakıştırdıysa seslenir yumuşakça: Haydi, güzel bezlerim var; Şile Bezi, Buldan Bezi. Bursa İpeği. Çay bitmiştir. Şöyle bir gerinir Beyimiz. Yok canım bal gibi de dünya varmış.

Şefika bir dünya bulur belki bulmaz, peşi sıra Dondurmacı Sami yetişir. Tuzlu rüzgâr sarartmıştır kepini. Başını kaldırıp baktığında anca seçilir karaşın teni. Dudakları çatlaktır gözleri acayip bir yeşil. Kondurmuş dondurma dolabını ilişmiş teknenin kıçına. O akşamdır bu sabah, ayağı suda ev yapımı dondurma satar; Sakızlı, Böğürtlenli, Ahududulu...

Ama şimdi tekmili uykudadır. Dağların gerisinde gün doğacak. Güneş, denizi çepeçevre saran boz kayaları, kayalardaki Kertenkeleleri bir kanım ısıtacak, İncirler biraz daha ballanacak. Suyun altında bir Deniz Kestanesi üryanmış gibi sırtına bir kabuk uyduracak. Güneş, dağların siluetini sile sile usulca sulara inerken bir ressam titizliğiyle maviyi şöyle bir çalkalayacak, açacak biraz rengini.

At demiri kaptan! Ölmeden yakalamalı bu sabahı. Yaslayacağım sulara başımı. Ters dönmüş bir kurbağa gibi kıpırtısız duracağım. Ta ki güneş, kesilmiş bir portakal tekerleği olana dek. Olsa ne! Motor sesleri yayılacak dalga dalga; peşinden kesif bir mazot kokusu... Su içinde yağa batmış gibi yapışacak elim kolum. Kodaman yatlar, günübirlik tekneler vira diyecek. Bir gümbürtüdür kopacak koylarda. Vira! Kaçışacak yavru balıklar, kefaller ardına bile bakmayacak. Vira!

Kulağım suyun içinde; dipte batık variller, şişeler, çepeçevre ağlarla kalakalacağım. Parça parça dağılacak sessizlik. Homur homur sesler alacak yerini. Al/ver/ koy boşa/ al doluya. Çevrilecek kontak anahtarı, basılacak gaz pedalı.

Bir sabah daha ölecek, suspus kalacak sakinleri.

(*) Bir Orhan Veli şiiri