Şükrü ERBAŞ

Bir insan 21 yıl boyunca, hiç durmadan, günde 24 saat nasıl konuşabilir? Peki, ne konuşur? Nasıl bilir bunca şeyi? Bilir mi gerçekten? Bilmesi mümkün mü? Ne zaman öğrenir? Bilemezse neden konuşur? Kendisine nasıl bu kadar inanır? İnsanların ona inandığına nasıl inanır?

Yeraltının yapısı, tıpta yeni tedavi yöntemleri, ekonomi-politik, çay fiyatları, petrol meseleleri, kentleşme sorunları, hukuk, savaş sanayii, salgın hastalıklar, barajların geleceği, denizlerde hayat, doğalgaz yatakları, hayvancılığın durumu, mikro kozmosun makro kozmostaki yeri, havacılık ve uzay, fındığın sağlığa ve ekonomiye katkıları, enkaz kaldırma teknikleri, Üniversite eğitiminin geleceği, orman yangınlarına müdahale teknikleri, modern zamanlarda doğal hayat nasıl olacak, faiz politikaları, ‘kader planı’ içerisinde yoksulların yeri...

Daha binlerce alanda, bir uzman edasıyla, herkesi bir kenara iterek, neden durmadan konuşur bir insan? Bu yatışmaz görünme arzusu nereden gelir? Unutulmak korkusu, bulunmaz olduğuna inanmak, yetersizlik duygusu, kibir, yalnızlık, geçmişinden kurtulamamak, başarısızlığını örtmek, sevgisizlik, herkesi küçümsemek ya da konuşmaktan tanrısal bir haz almak...

Ne olursa olsun, insan yorulmaz mı, kendinden bıkmaz mı, canı sıkılmaz mı, sessizliği aramaz mı, başkasını duymak istemez mi, mahcubiyet duymaz mı, insanların ne düşündüğünü düşünmez mi, sesi kısılmaz mı hiç? Ortalama insan ömrünün neredeyse üçte biri kadar bir zaman, 21 yıl, günde 24 saat, konuşmak... Hangi korkuyla, hangi güç için bu cezaya katlanır insan?

21 yıl boyunca, en özel zamanlarında ve alanlarında bile insanın, çaresizce böyle bir “taarruza” maruz kalması, konuştuğu dilden soğuması, düşündükleriyle tıkanması, yaşadığı hayatla zehirlenmesi, inandığı bütün değerlerin ağzına, kulaklarına, gözlerine tıkılması, küçük düşürülmesi... nasıl bir kötülüktür? Bütün bir ülke nasıl olur da delirmez bunca yıldır?

İnsan, sonsuz bir suskunlukta kaybolacağı zamanları düşünmez mi hiç? Korkuyla irkilmez mi? Uykuyla uyanıklık arasındaki o acımasız Araf’ta, hayatının ne kadar zavallı olduğunu görmez mi? Emir vereceğin kimse yok, bağıracağın kimse yok, uçaklar uçmuyor, kapılar açılmıyor, bin kişiyle yola gitmiyorsun, paran yok, polisin yok, alkışlayanın yok, yüzüne bakan yok... bir zifiri karanlıkta çırılçıplaksın... dilin ağzında dönmüyor, başını kaldıramıyorsun, bildiğin hiçbir şeyi bilmiyorsun, istediğini gördüğün o altın çerçeveli pencereler yok. İçinden dışına, dışından içine, yeraltının sultanı böcekler ev sahibin artık.

Kulların bıraktı ama imdatçın tanrın da yok! Gerçekten sana kolay gelsin...