Bin bir çeşit belayı başımıza açan, bu lanet ve kahrolası zengin sever sistemin, hayatlarımızı delik deşik ettiğini bile bile, onu koruyor ve kolluyorlar.

Bir tat, bin feryat!
Disney+ için yapılan Obi-Wan Kenobi dizisinde Obi-Wan Kenobi’yi canlandıran Ewan McGregor. (Fotoğraf: IMDb)

Alper TURGUT

Yıldız Savaşları’na (Star Wars) dair büyük sevdamız, asla sarsılmaz ve yıkılmaz dedikçe, büyük resmi görememiş (harbiden bu malum resmi hâlâ gören var mı?) ve zavallı deneklere çevrileceğimizi de hesaba katmamıştık, haliyle. Güzelim Yıldız Savaşları evreninin, Disney’in elinde oyuncak edilmesinin ardından, ‘fan’ olma serüvenimiz de sekteye uğradı, elbette. Sonra ne mi oldu? Galaktik ortam çok bozdu, çok! İşte en son, pek meşhur Jedi şövalyesi Obi-wan Kenobi hatırına, aynı adlı diziyi seyredelim dedik, yahu arkadaş biz ne izledik? Beceriksizlik, gelişigüzellik, tükenmişlik. Vah! Seriyi yaratan ve devamında biricik yavrusunu satan George Lucas’ın, vakti zamanında, artık gelecekteki projeler daha fazla “vasat” (ahmakça da demişti, dilinin kemiği yok tabii) olmayacak diye söz vermesi geldi aklıma, ha ha ha. Amannnn, zaten vasat bu çağın adı, kaçtı her şeyin tadı. Hem zamanın ruhu diye bir şey varsa, çoktan sıkıntıdan ölmüştür o. Kaçınılmaz son!

Oysa The Mandalorian gayet iyiydi ya, neden tutmuş bir formülden yürümüyor da kafanıza göre deneysel takılıyorsunuz, biz fanatiklere resmen ayıp ediyorsunuz. Şimdi şakası bir yana, tekrar seyirlikler üzenine iki laf etme, bik bik ötme girişimlerim, memleketteki halet-i ruhiye bizden bağımsız davranmadığı ve psikolojimizi de umursamadığı için haliyle engelleniyor ve ben sürekli şu şekil geziyorum; “Bir tat, bin feryat!”

Gerçekten 20 yıl çok uzun bir dönem, öncesinde de perişanken tamamen darmadağın olduğumuz bu zorlu süreçte, artık hiçbir şeyin düzelmeyeceğini, pek demokratik, eşit ve adil olmayan eskinin bile bir benzerinin gelmeyeceğini düşünen ne çok insan var, değil mi? Beyin göçünün sebebinin, gençlerin paradan puldan ziyade, nefes dahi alamayacakları yarınları şimdiden görmelerinde yattığını size nasıl anlatalım? Misal erkek öğrenci yurdunda, kantine ve yemekhaneye inen gençlerin, şort veya kısa pantolon giymelerini yasaklama çabasına niye girilir, kıllı bacaklarını senin çorbana mı sokacaklar, böylesi tuhaf yasakların kime ne faydası var? Öğrenci, yurdunu evi gibi benimsese daha iyi değil mi? Hayda! Ben de mantıklı yanıt alma ihtimalim varmış gibi soruları sıralıyorum, kendimce bir şakayım. Şaka!

Güzelim yerkürenin belli bir bölümü sosyal adalet savaşçısı (şu SJW dedikleri işte) olmaya, diğerleri de ezberlerini hiç bozmamaya kararlı sanki. Aslında ortasını bulmak, her şeyi daha rahatlatacak belki, lakin aşırıya kaçmak, abartmadan duramamak ruhumuzda var! Oduna laf anlatsak çeşitli kereler, hani üstüne basa basa, büyük bir sabırla, en nihayetinde, tamam, kabul ediyorum ağaçtan geldim ben der. Ancak bir cahile, bir şeyin doğrusunu anlatmak ve anlamasını sağlamak, didinmekten bitap düşüp kendini deli etsen de nafile. Bu mümkün değil, başarılmış bir şey değil, o ya bildiğini okuyacak ya da gücün ve güçlünün peşinden gidecek. Ötesi yok!

Bu sosyal adalet savaşçıları da bir bakıma benzer efektler sergilemekte, kendini zeki sanan cahilin, standart ve aşina olduğumuz cahille arasındaki fark, sanıldığı kadar çok değildir ha. Aklımızı başımıza toplamak, vicdanımızı da es geçmeyerek elbette, mümkünü olan şeyler. Çözülememiş matematik suali muamelesi yapmak da nesi, hayret! SJW arkadaşları çokça kızdırmadan, meramı anlatayım. En az troller kadar, çoğalmak, toplanmak, taarruza kalkmak konusunda maharet sahibi gibiler. Bana düzeltecek bir şey verin, ben onu iyice bükeyim. Yani ötekileştirmeye karşıtı olup ötekileştirme vasıfları ziyadesiyle mevcut. Haklarını teslim edeceğim mevzu, ayrımcılığa karşı farkındalık yeşertmeleri, kimi gelenek ve görenek zincirlerine asılıp kopartmayı ısrarla denemeleri, sahiden.

Fakat çok güçlenip, sürek avına çıkma, had bildirme, üstten bakma, kınadığına çevrilme, gücün tadını alıp zehirlenme, başlangıçtaki saflıktan ve masumluktan eser kalmaması, bunlar benim gördüklerim, ekseriyetle kabul etmeyecekler, dönüştüklerini reddedecekler. Toplumun zararlı alışkanlıklarını, şuursuzca herkesin yıllar yılı normalmiş gibi davrandığı tuhaflıklarını, artık sahneden alalım diyenler, bu uğurda mücadele verirken hasletleri de yok etme riskini umursasalar, ah ne güzel olurdu. Benzersiz yolları, savaşta her yol mubahtır zihniyetini kucaklamadan arayan herkese selam olsun.

Nereden geldin bu meseleye derseniz eğer, söylemek isterim, sağcılara, muhafazakârlara çok yakın, solculara, sosyalist, anarşist ve komünistlere fersah fersah uzak liberal tayfa, özellikle gençleri hedefleyen bıcır bıcır söylemleriyle, erk kanadını beslemiş ve desteklemişti. Siyasal İslam ile el ele vererek, özgürlüklerin inşa edileceğini, kemikleşmiş zulmün, tarihin çöp sepetine gönderileceğini hayal ettiler, yok, yok, komiklik filan değil, düpedüz buna oynadılar, inanmasalar da inandırdılar, bazı kafası karışık kesimleri ve tipleri. Sonra kandırıldık, aldatıldık, atı alan Üsküdar’ı geçmez sandık, tey teyyyy! Ve özellikle bizim SJW tayfasının hatırı sayılır kısmı, bu eski bildik arkadaşlardan oluşmakta, aldanmayı sürdürmeyi, ete kemiğe büründürmeyi içselleştirdilerse şayet, yandık demektir. Dostça bir uyarı benimkisi, latife, latife.

Neyse ki solcu olan SJW’ler de görüyorum, onların biriyle laflıyorum geçenlerde, diyor ki, emek, alın teri, emekçiler, ezilenler geçince cümlemde, ‘içerik üreticisi’ olmaktan gurur duyan arkadaş, yüzünü buruşturdu ve şöyle konuştu; “Çağı yakala artık, bunlar hep old school!” Yani geri kafalı diyor bana, gelenekçi diyor, resmen solculuğu da eski usul buluyor. Evet, ben de karşılaşıyorum bu tiplerle hemen her yerde dedim, kapitalizmi savunmaya bayılıyorlar. Bin bir çeşit belayı başımıza açan, bu lanet ve kahrolası zengin sever sistemin, hayatlarımızı delik deşik ettiğini bile bile, onu koruyor ve kolluyorlar. Çözümün ezen ve ezilenler olmadan yaşayamayan bu düzende aranmasını gerektiğini söylüyorlar üstelik oh hem beni yarala hem de merhem ayarla! Çeşit çeşit kapitalist masallarda, sol nasıl bir travma ise bazılarında, her ayrımcılığın karşısında olmakla övünen, tüm bu ayrımcılığı yaratan olgunun hayatta kalmasını istiyor. Tüm bunları görünce, yaşamak film gibi bir şey, gerçekten.