“Uslanmaz, yüzü kızarmaz, ders almaz …”: Başbakan, yine birilerine giydiriyor; bu, Sarkozy de olabilir, Beşar Esad da; Kılıçdaroğlu da olabilir, BDP’liler ya da herhangi bir köşe yazarı.

Ne münasebetle gazaba geldiği de önemli değil; çünkü kendisi için önemli olan, insanları ürkütüp sindirmek, yıldırmak; yani terorize/tedhiş etmek: Ayrıca talep etmesine, talimat vermesine gerek yok, bir iması yetiyor insanların evlerinin basılmasına, işlerinden/içeri atılmasına. Ve bu kişi ‘7 yaşındaki terörist çocuklar’dan bahsediyor; ki, hem böyle bir şey söyleyip hem de hâlâ ortalıkta rahatlıkla dolaşabiliyor olması herkesi ne denli ürkütüp sindirmiş olduğunun en mükemmel kanıtı. Haydi, diyelim, bu söylediğine kendisi de inanıyor; sorması gerekmez mi, ben ne yaptım da (kendisi neredeyse 10 yıldır başbakan) insanlar daha bu yaşta terörist oluyorlar.

Bir kere daha tekrarlayalım, terörist hukuken üstü baştan çizilmiş, dolayısıyla fiziken yok edilmesi de caiz insan demektir. Dilimizde tedhiş varken terör/terörist kelimelerini ısrarla kullanıp, ‘insanları dehşete düşürmeye yönelik olarak şiddete baş vurma’ unsurunu devre dışı bırakmak, ‘terörle mücadele’ kisvesi altında devlet terörü uygulamak gibi haince bir projenin parçası değilse, ağzından çıkan seslerin lengüistik değeri sıfır olan bir varlıkla karşı karşıya olduğumuzun kanıtıdır.

Parasız eğitim’ pankartı açmanın terörle ilişkilendirildiği yerde, en tumturaklı cümleler dahi, ancak bir nida değerindedir: Nida; yani, belirli bir kavrama işaret etmeyip sadece kendisini çıkartan canlının psiko-fizyolojik durumunun dışa vurumu olan ses öbeği. ‘Yedi yaşındaki terörist çocuk’ tabiri herhangi bir kavrama değil, bu lafı edenin her kimden bahsediyorsa, işte ona karşı ölümüne bir nefret duyduğuna işaret eder; ki, bu nefreti dile getirenin hepten otokrat bir başbakan olması hâlinde, buradaki nida aynı zamanda hedef gösteren bir buyruk veya talimat, en azından bir teşvik işlevi de taşıyor olacaktır.

Terör örgütü diye bir örgüt türünün olamayacağını, bu tabirin hukuk metinlerine konulmasının ise, ‘yasayla tanımlanmamış ne suç olur ne de ceza’ ilkesini baypas edip, insanların somut fiillerinden bağımsız olarak, yani gerçekte ne yaptıkları değil, ne/kimlerden oldukları temelinde suçlanıp mahkûm edilmesinin önünü açan irticaî, yani Orta Çağ’a geri dönüşe tekabül eden bir sahtekârlık olduğunu da bir kere daha tekrar ettikten sonra, koskoca Uludere katliamı ve de buradaki sorumluluğu apaçık ortada iken, değil istifa etmek, özür bile dilemeyip, BDP’yi bu ‘olay’ı istismar etmekle suçlayan bir başbakanın bizi götürebileceği yer, sadece ve sadece daha da büyük katliamlar olabilir; zira, burada hepimizden esirgenen özür, siyasal ya da protokoler bir jest değil, insan ve vicdan sahibi olmanın asgarî gereğidir. Ama şunu da çok iyi biliyoruz ve işte bu yüzden de kesinlikle infiale ve düş kırıklığına düşmüyoruz ki, Yeni Dünya Düzeni’nin patronları, kendileriyle iş tutacağı yerel uzantılarını, hiç de rasgele değil, tam tersine büyük bir özenle ırk/cinsiyet/din/mezhep/aşiret vb… farklılıklarının ötesine geçip ‘İnsan’ kavramına ulaşmış olmayan Aydınlanma öncesi arkaik unsurlar arasından seçip sivriltirler.