Kaynağı 19. yüzyılın düşünce gelişimi içinde olan ve Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru, çeşitli ekonomik, toplumsal ve siyasal nedenlerle...

Kaynağı 19. yüzyılın düşünce gelişimi içinde olan ve Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru, çeşitli ekonomik, toplumsal ve siyasal nedenlerle ortaya çıkan Toplumcu Gerçekçilik akımı doğal olarak tiyatroyu da etkiledi. Gerek yöntemi, gerek getirdiği çözümler açısından dışavurumculuk, Marksçı doktrine yakınlık duymakla birlikte, bu doktrinden hareket etmiyordu. Marksçı sanatın temsilcileri, sanatı, toplumsal gelişmeden önce var olan ve insan biyolojisinde bulunan bir şey olarak kabul etmiyorlardı. Onlar için, insandaki estetik etki, tarihsel bir süreçti, gerek maddi gerekse entelektüel üretim dizisinin bir sonucuydu.
Sovyet Devrimi olunca Moskova ve Leningrad sahnelerini yöneten sanatçılar arasında önceleri yenilik aramak çabasıyla bazı eksantrik, değişik biçimlere gidilmeye başlandı. Çağın gelişimi çeşitli biçimler denenerek gösterilmeye çalışıldı. Bu çabalar, Avrupa’daki bazı ‘izm’leri anımsattıkları gibi, bazı yeni yönelişleri de getirdiler. Yeni uygulamaların gerçekçi düzeyde ele alınması zorunluluğu doğdu. Seyirciden ayrılmış olan ‘çerçeve sahne’ anlayışı bırakılarak, sahne gün geçtikçe seyircinin arasına sokulmaya başlandı. Ön sahne önem kazandı. Toplumcu Gerçekçilik deyimini ilk kez Gorki ortaya atmıştı; bu deyim genellikle Marksçı bilginler ve yazarlar tarafından benimsendi.
Ekim devriminden sonra tiyatro uygulaması alanında büyük olanaklar yaratıldı. O dönemde hiç bir ülke böylesine yoğun ve geniş çapta bir tiyatro uygulamasına girmemişti. 1939 yılında, Rusya’da dört yüzün üzerinde işçi tiyatrosu ve ülkenin dört bir yanına yayılmış altı yüz elli büyük topluluk vardı. Bu tiyatroların toplam seyirci sayısı da 77 milyonun üstündeydi. Bu eylemin başlamasında Sovyet Rusya’nın kurucusu Lenin’in kültür politikası etkin oldu. Lenin “halk için” ortaya çıkarılan tiyatroyu değil, içeriğini yığınların aktif katkısından alacak gerçek bir halk tiyatrosunu öneriyordu. Böyle bir tiyatronun kurulması için Ekim Devrimi’nin ilk günlerinden itibaren harekete geçilmişti.
Devrim’den önce dünyaca tanınmış Rus yönetmenleri de bu atmosfer içinde yeni rejimin felsefesi doğrultusunda çalışmaya başladılar. Stanislavski, gerçekçi anlayışı içinde toplumcu gerçekçilik kavramına en çabuk uyan yönetmen oldu. Bir yandan oyunculuk yöntemini geliştirirken bir yandan da yeni Sovyet yazarlarının oyunlarını sahneye getiren sanatçı, Stalin döneminde Sovyet Rusya’nın resmi tiyatro üslubunu yansıtan bir yönetmen oldu. Devrim’in ilk yıllarında çekimser kalan ve bu yüzden öğrencisi Meyerhold’un sert eleştirilerine hedef olan Stanislavski, 1926 yılından itibaren, Sovyet kültür politikasını benimsedi ve kısa bir süre sonrada tiyatrosunu bu politikanın en güçlü merkezlerinden biri haline getirdi. Daha sonra toplumcu gerçekçiliği kabul etmiş yazarların eserlerini sahneye getirmeye başlayan sanatçı, İvanov’un ‘Zırhlı Tren’ adlı eserini sahneleyerek yeni bir döneme girmiş oldu. Bu oyunla Stanislavski, devrimin getirmiş olduğu düşünceleri vurgular ve oyundaki kişileri bu açıdan işleyerek, parti politikasına uygun da bir temsil ortaya koyar. Oyunda insanca ilişkilerin vurgulanması, aksiyonun, olumlu ve olumsuz kişilerin açımlanarak kurulması, oyundaki ihtilalci karakterlerin daha inandırıcı bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamış, yine olumlu kişilerin insanca zaafları içinde gösterilmesi, insana ilişkin açıyı derinleştirmiştir. Stanislavski’nin 1936’da sahneye koyduğu Lyubov Yarovaya Moskova Sanat Tiyatrosu’nun sağlam durumunu biraz daha pekiştirdi.