Kimliksiz ve dünya vatandaşı olmak onun hoşuna giden ve onun ruhuna uygun bir durumdu

Bir tünel daha kaz Adnan, çocukluğumuza çıksın

SERAP ÇAKIR

İki kez özgürlüğe doğru tünel kazdı Adnan Keskin. İkisinde de başarılı oldu. 1979’da Artvin, 1987’de Erzincan cezaevlerinden film sahnelerini aratmayacak heyecan dolu bir serüvenle firar etti. Yıllar sonra sürgün yaşadığı Köln’de hayatının tüm ayrıntılarını anı-roman şeklinde kaleme aldı ancak yayınlamdığını görmeye ömrü yetmedi. Eşi Neşe, kızı Çağla ve yoldaşı Doğan Akhanlı kolları sıvayıp Adnan Keskin’in yazılarını ele aldılar, derleyip toparladılar. Resimler, gazete kupürleri ve anı defterlerinden faydalanılarak zenginleştirilen, özgürlük, aşk ve hasretle yoğrulan 'İlle de Mavi' bir anıt kitap olarak Ayrıntı Yayınları’nın yakın tarih dizisindeki yerini aldı.

Özgürlüğün cezaevinde karşılığı ise firardı. Aklına koyduğunu yaptı ve 1980’nin Aralık ayına kadar sürecek ilk kaçaklık günleri başladı. Hızlıca bağlantılarını kurup o dönemde etkin ve güçlü bir yapılanmayla örgütlenmiş olan Aybastı’ya gitti. Devrimci mücadelesini Aybastı ve Fatsa’da sürdürdü. İkinci hapis günlerinde Fatsa-Aybastı Dev-Yol davalarında idamla yargılandı.

İlk kaçaklık döneminde, kapana kısılan, çember altına alınan ve görüldükleri yerde hunharca katledilen, hapishanelerde işkenceler altında dünyaya veda eden arkadaşlarının ölümlerine kimi zaman radyoda duyduğu “anarşistler yakalandı” haberleriyle, kimi zaman bir köylünün fısıltılı sesinden kulağına çalınan “ölmüşler” sözüyle, içi cayır cayır yanarak tanıklık etti. Oysa yoldaşlarıyla birlikte “bin yıllık düşleri tek seferde gerçekleştirmek istemişlerdi.”

Aralık 1980’de tekrar yakalandı ve bu kez Erzincan Askeri Cezaevi günleri başladı. İşkence, dayak, dayatma, küfür, taciz ve tahrik dolu zamanlar arasında yine aklındaki tek şey firar etmek ve özgürlüğüne kavuşmak oldu. 1987'de hiç kimsenin beklemediği bir olay yaşandı. Kaçılmaz denilen cezaevinden sekiz mahkûm firar ettiler. Bu Adnan Keskin için ikinci ve son özgürlük yolculuğuydu. Bundan sonraki hayatı Almanya’da eşi Neşe ve kızı Çağla’yla birlikte, memleket özlemiyle, kimliksiz bir Türkiyeli ve kaçak bir devrimci olarak devam etti.

İLLE DE MAVİ
Adnan Keskin, hayatını tüm detaylarıyla kaleme aldığı verimi 'İlle de Mavi’yle 1980’lerin sert, hüzünlü, ölüm ve acı kokan senelerine tanıklık ederken, bir yandan da umudun içli bir türküsünü bizlere sunmak istemişti, ancak ömrü yetmedi.  Fakat emanetini sevdikleri günümüze ulaştırdı.

Keskin’in 1957 Mayıs’ında başlayan mavi öyküsü geçen ocak’tasevdiklerinin gözyaşları arasında sonlandı. O çok özlediği memleket topraklarınaysa yıllar sonra böylece kavuştu. Bir kalp krizi sonucu aramızdan ayrılan devrimin yılmaz savaşçısı bu sosyalist aydınla konuşamadıysam da ama eşi Neşe Keskin’le “İlle de Mavi” diyerek geçmişe dair kısa bir yolculuğa uzandım.

>> Adnan Keskin işkence görmüş, hapse düşmüş, sürgün yaşamış, ayrı kalmış sevdiklerinden. Onu en çok zorlayan neydi bunca mücadele içinde?
Sürgünde olmak olduğunu söyleyebilirim.

>> H
apisten kaçıp Şiran yoluna gittiğini düşündüğü ve bilmediği bir adamın onu Rize’ye kadar otostopla götürdüğü kısımları yazmamış/yazamamış, sebebi nedir?
Ortalama 25 yıl önce orada yaşayan insanlar açısından oldukça tehlikeli olduğunu düşündüğü için. İsimler söylemesi, tarifler yapması orada yaşayan insanları tehlikeye atabilirdi.

>> Artvin Şavşat’ta başlıyor öykünüz Adnan Bey’le. Yanınıza okumaya geldiğinde nasıl bir çocuk vardı karşınızda?
Kuran okuyan oldukça inançlı, okulda çok başarılı, çok çalışan, iyi notlar alan ve büyüklerinden aferinler alan bir çocuk. Derslerinde çok başarılıydı ve okumayı kafasına koymuştu.

>> Adnan Bey’in size olan aşkını romandan okuyoruz fakat siz ne durumdaydınız? Üstelik başkasıyla nişanlamışlardı sizi?
İlk başlarda ben âşık değildim, fakat sonraları Adnan'ın ısrarcı, vazgeçmez tutumundan çok etkilendim. Ne kadar reddetsem de ikna olmadı, beni sevmekten hiç vazgeçmedi. Ben de ona kapıldım. Sonra da kaçıp evlendik.

>> Sizin pencerenizden nasıldı 80’ler?
Askeri darbe yılları... Zaten çok az olan demokrasinin tamamen ortadan kaldırıldığı, devrimci demokrat binlerce insanın tutuklandığı, hapse atıldığı, gencecik insanların vurularak ve asılarak öldürüldüğü, işkencelerin yaygın ve sistemli, yargılamaların göstermelik yapıldığı yıllardı. Ben de bu yıllarda önce dokuz ay illegal, sonrasında üç yıl kadar Erzurum'da cezaevinde kaldım.

EN ÇOK ONU DÖVDÜLER

>> Siz hiç işkence gördünüz mü?
Evet... Birlikte yakalandığımız arkadaşım Ensar Karahan, gördüğümüz işkencelerden 3. gün öldürülmüştü. Şavşat’ın bir dağında, bir yeraltı sığınağında yakalanmıştık Ensar’la. En çok ona vurdular ve en çok onu dövdüler.

>> Pek çok arkadaşı çatışmalarda, gözaltında öldürüldü. Yıllar sonra bile nasıl bir duyguyla anıyordu o günleri?
Yaşayan fakat özellikle de öldürülmüş olan arkadaşlarımızı büyük bir özlem ve saygıyla anıyordu. O dönemlerde bize bu dünyada bizden başka insan yaşamıyor gibi gelirdi, öyle çok arkadaşımız öldürülmüştü, vurulmuştu. Adnan’ın çok yakından tanıdıkları kırka yakındı. Erkan, Özgüç, Necmi, Ensar, Feridun, Ekrem, kimler kimler…

>> Eşinizden dolayı görüş günlerinde, işyerinizde, mahallenizde baskılar, yıldırma politikaları, tehditlere maruz kaldınız mı?
Darbeyi ağır yaşayan ilçelerden biridir Şavşat ve ben orada ağırlıkla devlet baskısı yaşadım.

>> Nasıl dayandınız peki?
Baskıların nereden ve neden geldiğini biliyorsanız ve eğer zaten buna karşı bir duruşunuz ve yanınızda hissettiğiniz aileniz ve arkadaş çevreniz varsa dayanabiliyorsunuz.

>> Şavşat’tan nasıl geliyordunuz cezaevine onu görmek için? İzin almak, para hepsi birer sıkıntı gibi duruyor.
Ben cezaevinden çıktıktan sonra kendime bir örgü makinesi alarak evde çalışmaya başladım. Ailelerimizin desteği oldukça iyiydi... Çok uzun otobüs yolculukları yaparak görüşe gidip geliyordum.

>> Adnan Keskin 14 ay sonra 30 Aralık 1980’de yakalanıyor tekrar ve bu kez Erzincan Cezaevi günleri başlıyor. Kaçılmaz denilen cezaevinden kaçmayı kafasına koymuş ama siz buna birçok kez itiraz etmişsiniz, hatta “kendimi öldürürüm” bile demişsiniz, neden?
Erzincan cezaevi bana göre firar edip sağ kurtulmanın olanaksız olduğu bir yerdi. O nedenle her yolu deneyerek  kesin bir dille karşı çıktım.

>> Keskin ve arkadaşları, tünel kazarak firar edip çok zorlu şartlarda kaçarak, saklanarak aylarca gizleniyorlar. Bir daha onu ne zaman gördünüz?
Adnan aylar sonra İstanbul’a ulaştı. Arkadaşlarıyla bağlantılar kurmayı başardı ve yurtdışına çıkması için bir pasaport temin edildi. Yeni bir takım elbise, kravat ve bir valizle Türkiye’den ayrıldı. Bizse ilk kez 29 Temmuz 1988'de Almanya, Köln'de buluştuk.

KAYA HASRETTEN ÖLMÜŞTÜR

>> Sizin Almanya günleriniz başladı. Adnan Bey için neydi durum? Kabullenmiş miydi sürgünü?
Sürgünde yaşamak zordu, ama elbette kabullenmişti... O, neden sürgünde yaşadığını çok iyi biliyordu.

>> Alexandra Ringendahl onun için “Vatandaşlıktan atılmış Türk. Almanya’da yaşayan kimliksiz bir Köln yurttaşı. Dünya vatandaşı” diyor. Köln’de neler yaptı bunca yıl?
Adnan, geldiğinden yaşamının sonuna kadar değişik alanlarda insan hakları mücadelesi verdi. Don Kişot rolünü benimsemişti, gerçekleri, hayalleri ve barışı aramaya koyuldu. TÜDAY’ın kurucuları arasında yer alarak Türkiye’de insan hakları ihlallerini belgelemişti. Allerwelthaus’ta (Bütün Dünya Evi) geliştirdiği İnsan Hakları İçin Anımsama ve Mücadele adlı projeyle gençlerin insan hakları konusuna ilgi duymalarına çaba göstermeye devam ediyordu. Vatandaşlıktan çıkarılma nedeniyse askerlikti. Kimliksiz ve dünya vatandaşı olmak onun hoşuna giden, ruhuna uygun bir durumdu. Evet, gurbet zordu. Ölümünden iki gün önce yılbaşı gecesi, Işılay Karagöz'ün evinde Ahmet Kaya ile ilgili bir program izliyorduk,  Adnan bize "Biliyor musunuz Ahmet Kaya kesinlikle hasretten ölmüştür" dedi. Bu, gurbeti de, hasreti de iyi anlatan bir cümledir.

>> Nedret Ural diyor ki “Bir tünel daha kaz Adnan, çocukluğumuza çıksın.” Bir tünel daha kazıyor Adnan Keskin, bu kez yolu nereye çıksın isterdiniz?
Sevgili Nedret Ural ile aynı düşüncedeyim, Adnan bir tünel daha kazsa Şavşat'a çocukluğumuza, gençliğimize çıksa...