Bir yolculuk öyküsü

Deniz YILMAZ

İnsan hafızası, duvarları zor aşılan ve çıkış yolu zor bulunan bir labirente benziyor. Hatırlamak ise bu labirentteki en meşakkatli yolculuk.

Hatırlamanın hem güzel hem de insanın canını sıkan, ruhunu yaralayan tarafları var. Hangisinin ne vakit denk geleceği belirsiz ve bu müphemlik, yaşamın bir cilvesi. Hafıza ile muhafaza etmek arasındaki bağlantı da bu cilveyi besliyor.

Hafıza o kadar çok şey saklıyor ki. Mesela acılar, mutluluklar, örselenmişlikler, kuytular, sırlar… Bütün bunlar aşk parantezine alınabilir mi? Neden olmasın.
Lal Laleş; Nora, İstanbul Bir Hiçtir’deki dizelerinde, aşkın ve hatıraların konduğu hafıza labirentinde dolaştırıyor okuru.

Laleş, bir hikâye anlatıyor şiirlerinde; bir yolculuk öyküsü bu: Nora’nın nereden nereye gelip gittiğine, nerede durduğuna ve nereye baktığına dikkat kesiliyoruz. Gün doğum ve gün batımları arasındaki aşkların dökümünü görüyoruz bu seyahatte.

Sevgiyi, sevgiliyi ve aşkı, anlama ve anlamlandırma yolculuğu bu; iki kişinin “elleri arasında başlamamış aşk”ı, telaşı, lâl oluşu, eskitilen güzleri, kış yağmurlarını, yalınayak geçilen çarşaf misali denizi ve “aşkta güneşin düştüğü yeri arayışı” bizimle buluşturan şair, ardından bir coşkuyu tasvir ediyor:

“Durma içimde uyandır şems sırlarını, bekleme
yağmuru bekleme beni, çıkar piramidin içinden
saklanmış nedâmet taşlarını.”


Laleş’in dizelerinde yalnızlık ve münzevilik de çıkıyor karşımıza. Sözün ve vefanın ötesindeki bu bir başınalık, “esrarî harf kuşlarını” havalandırıyor ve “herkesi büyüttüğü sözcükleri okumaya çağırıyor.”

“Yaşam gölgedir” diyen Laleş, karanlık-aydınlık ikilemine dair de kalem oynatmış. Hayatın söze yansıyan aydınlığı ve suskunluğun karanlığı arasında gidip gelmeler çıkıyor karşımıza. Bu iki kutup, belleğinin ve defterinin tozunu attığı Nora’nın “ebedî yeniyetme zamanlarını” başlatıyor: İstanbul’un “hiç”liği çınlıyor kulağında; aynı “hiç”lik, Laleş’in dizelerinden ruhumuza nüfuz ediyor.

Nora’yla birlikte hepimizin “zihin kuyularına ayna tutan” bir yolculuğa çıkarıyor bizi Laleş; çeşitli koşullarda biten ve başlayan aşkları sorguluyor, “Nesnelerin uzun tarihini yazar mısın?” diye soruyor. Ardından, yakılan ateşler geliyor, onları rüyalar izliyor.

“Kederli hayat çizgileri”, “avuçlarındaki sarı sonsuz dünya”, “rüzgârın harf uğultusu”, “boşluğun hengâmesi”, “cinnet geçiren ruh”, “suskun sabahlara dağılan hasret”, “Büyükada aşkı”, “erguvan boşluk” ve “Devrimde kendine akacak mecra bulan kalp”, rüya kayıtlarında yer alıyor.
Hafıza çekmecesindeki aşk ise tüm kayıtların üstünde konumlanıyor:

“İki gölgenin kesiştiği yerde
Ardımıza bakmadan
Güle adanan rüzgârı
Kum kederini
Arnavut taşları döşediğim menzili
Uzak ovanın buğday tenini alıp
Bir aşk ile iki güneş arasında
Geniş bir kavis çizerek
Saat başı susan saatlerime
tavus işlemeli yatağıma
Dönüyorum
Sen hafıza çekmecesine saklanıyorsun
Aşkımızın”
Laleş’in; Nora, İstanbul Bir Hiçtir’de bizi çıkardığı yolculukta, bazen açık seçik cümleler bazen sırlar kol geziyor. Aşk, evrensel bir kümeye dönüşüyor ve diğer her şeyi içine çekiyor.