Özge Doğar 1980’lerde misket, yakar top, körebe gibi sokak oyunları oynayan çocuklar; Atari, Gameboy, Commedore 64 ile tanıştılar. Teknolojik gelişmelerin hızıyla bilgisayar oyunları da buna eklendi. Sosyalleşmek için sokağa çıkan çocuklar artık sanal dünya üzerinden sosyalleşiyorlardı, üstelik eskisinden çok daha fazla bir hızla. Dünyadaki teknolojik gelişim hızla ilerliyordu. Yeni cihazlar, yeni kolaylıklar ve yeni ürünler […]

‘Bıraksan ağaç, sadece gölge yapacaktı şimdi tarifi imkânsız meyveler verdi’
Özge Doğar

1980’lerde misket, yakar top, körebe gibi sokak oyunları oynayan çocuklar; Atari, Gameboy, Commedore 64 ile tanıştılar. Teknolojik gelişmelerin hızıyla bilgisayar oyunları da buna eklendi. Sosyalleşmek için sokağa çıkan çocuklar artık sanal dünya üzerinden sosyalleşiyorlardı, üstelik eskisinden çok daha fazla bir hızla. Dünyadaki teknolojik gelişim hızla ilerliyordu. Yeni cihazlar, yeni kolaylıklar ve yeni ürünler evlere ve ceplere girmeye başladı. Yeni dönem çocuklarının gelişen ve değişen Dünya’ya ayak uydurmaları şarttı yoksa bu, hayatın dışında kalmak anlamı taşıyordu ve öyle bir niyetleri de hiç yoktu. Reklamlar onlara sürekli tüketin ve mutlu olun, mesajı veriyordu. Kapitalizm, genç nesli ağına düşürmeyi hedef almıştı ama teknolojik aletler dışında anne ve babaları kadar markaya önem vermiyorlardı…

Onlar, asosyal olmakla, apolitiklikle, tembellik ve sorumsuzlukla çoğu zaman suçlanıyorlardı. Okulda öğretmenleri, evde anne ve babaları bunu vurgulayan birden çok sözcük kullanıyorlardı; onlara göre ‘Ne çok konuşuyorlardı otoriteler’. Sosyal medya ağlarını çok iyi kullanan bu yeni nesil, kısa ve öz cümlelerle kendilerini ifade etme yollarını bulmuşlardı. Çünkü twitter bunu gerektiriyordu. Dünyada olup biteni sosyal ağlardan takip ediyorlardı ve öğrenmek istedikleri bilgilere Google’dan çok hızlı sahip olabiliyorlardı. Gezi Parkı olaylarının başlama noktasında, birbirlerini sokakta görmemiş olmalarına rağmen, sosyal medya ağları üzerinden birbirlerinin duygularına dokunabilmişlerdi. Başlarında bir lider, bir grup, bir öncü güç yoktu. Sadece bilgisayar ağı üzerinden hızlıca haberleşip ortak kaygılarını dile getiren, çoğunluğu Y kuşağından oluşan bireyler vardı.

NE İSTEDİLER, NE YAPTILAR?

Onlara, ben ben ben jenerasyonu, İndigo çocukları diyenler oldu. Amerikalı iktisatçılar X kuşağından sonra geldikleri için onlara Y kuşağı dediler. Sorgulayan bir nesildiler. Hatta bu yüzden, ‘Why’ sözcüğünü çağrıştırdığı için Y kuşağı dendiğini söyleyenler bile vardı. Kendileri için ne söylendiğini umursayan bir nesil olmadılar ama haklı olarak sorguladılar anlamsız gelen her şeyi ve niçin, neden, dediler. Zihinlerine yatmayan hiçbir şeyi kabul etmediler. Ailelerine bağlıydılar ama elbette çatışma da kaçınılmazdı. Her zor koşullarında yanlarında olan X kuşağı ebeveynleri, kuşaklarına özgü özgürlükçü ve sabırlı yanlarını çocuklarına da yansıtıyorlardı. Çok güzel ebeveynler oldular, çocuklarını desteklediler ve Gezi Parkı örneğinde olduğu gibi Y kuşağı çocukları ‘analarını da alıp’ Gezi’ye geldiler. Y kuşağı çocukları sevgiyle büyümüşlerdi. X kuşağı anne ve babaları, sevgilerini göstermekten kaçan kendi ebeveynlerinin aksine çocuklarını sevdiler ve çocuklarına söz hakkı tanıdılar. Fakat Y kuşağının rahata düşkünlüğünü ve teknoloji merakını anlamakta zorlandılar. Y kuşağı kapitalizmin tüket ve mutlu ol yaklaşımını mutlu olmak istiyorsan üret, yaşa ve yaşat anlayışına çevirdi. Bu açıdan da apolitik, asosyal, başını bilgisayarından, telefonundan kaldırmayan bir kuşak, kendisini dünyada ilk olarak Arap Baharı ile Türkiye’de ise Gezi Parkı olayları ile ezberleri bozdu. Meğerse ‘Bilgisayarıyla ya da akıllı telefonuyla oynarken dünyada olup biteni duyuyor, dinliyor ve yorumluyormuş’ dedirtti. Onlar sadece birilerinin yaşantılarına karışmalarını ve bir şeylerin kendilerine dikte edilmesini sevmiyorlardı, talepleri çok insanca değil miydi?

PARKIN DİLİ

Gelelim Gezi olayları sırasındaki kullandıkları dile; öncelikle geleneksel sloganların dışına çıkıp daha önce eylem ve ayaklanma kültürüne sahip olmayan bu kuşak mizahla direnci birleştiren bir dil kullandı. Elbette ki bu dil samimiydi, tam da kendi kuşaklarını yansıtır biçimde.

Sanattaki yaratıcılıkları 1990’ların pop kültürüne meydan okur gibiydi. Eller havaya, kop kop eğlenelim şeklindeki müzik kültürü ve içi boşaltılmaya çalışılmış sanat da isyan etmiş, Taksim Gezi Parkı duvarlarına ve sloganlarına yazılmış ve çizilmişti.

‘Biberine, gazına, tekmelerin hasına, eyvallah eyvallah…’ ya da ‘sık bakalım sık bakalım, biber gazı sık bakalım, kaskını çıkar, copunu bırak, delikanlı kim bakalım…’ Bu sloganlara ritim tutan polislerin olduğu bile söyleniyordu. Kendilerine hiç de nazikçe davranmayan polislere ‘Polis, kötü olma lan’, ‘Simit sat, onurlu yaşa’, ‘Haberim yokmuş gibi sık kanka’ gibi söylemler geliştiren park çocuklarından bazı sloganlar:

‘Sinirlenince çok güzel oluyorsun Türkiye’

‘Her şey önce gaz ve toz bulutuydu sonra dünya oluştu’

‘Tüp kaçağını çakmak yakarak kontrol eden bir milleti biber gazıyla korkutamazsınız’

‘Biz sinek ilacının arkasından koşmuş bir nesiliz, gaz da neymiş’

‘Gaz’a geldik’

GEZİ PARKI EDEBİYATA NE KATTI?

Gezi Parkı olayları, uzmanların araştırma konusu, öykücü ve romancıların esin kaynağı oldu. Umut ve direnç mizahla öyle samimi bir dile çevrildi ki herkes bu dilden nasibini almadan geçemedi. Y kuşağı, okumuyor, sorgulamıyor, hayatı önemsemiyordu ya, işte edebiyatta da herkesin ezberini bozan bir sayfa açtılar. 1980 sonrasındaki edebi suskunluk, 2013 yılından sonra düşüncenin yeniden filizlendiği ve edebiyata yansıdığı dönem olarak karşımıza çıktı. İki darbe, muhtıra ve toplumsal suskunluk dönemi sonrası edebiyat elbette zamanına tanıklık edecekti ve etti. Unuttuğumuz toplumsal-gerçekçi edebiyat hatta bazı edebiyatçıların kullanmaktan kaçındıkları bu dil ve sözcük; kendi değişimini de beraberinde getirerek yeniden yeşerdi. Gözler, kişisel gelişim kitaplarından toplumsal sorunlara tekrar çevrildi. Soran ve sorgulayan kuşak Y kuşağı, edebiyatta da sormaya ve sorgulamaya devam etti ve dergicilik anlayışını tekrar ve kendi bakış açısıyla canlandırdı. Yayıncılar, Y kuşağına ve genç edebiyatçılara daha dikkatli bakmaya başladılar. Gezi olayları sonrası, az sözcükle çok fazla şey söyleme isteği mizahla, toplumla, doğayla birleşti. Edebiyat, beklenmedik bir hamleyle suskunluğunu bozdu. Fakat kendisinden önceki toplumcu gerçekçi yazarları da es geçmedi. Onların edebiyattaki; umut, isyan, direniş üsluplarını kendilerine yakın gördüler. Bizlere de umut dolu öyküleri, isyan eden şiirleri, direnen romanları hatırlattılar.