BirGün Yazı İşleri Müdürü Berkant Gültekin: Kendi özgürlüğüne dayanmazsan sana tokat atarlar

BirGün Yazı İşleri Müdürü Berkant Gültekin, Sorumlu Müdür Can Uğur ile Barış İnce, Türkiye’de gençlerin öldürülmesi ve gerçekleşen “cumhurbaşkanına hareket” tutuklamalarına tepki olarak BirGün’ün 17 Şubat 2015’teki “Hırsız, katil Erdoğan” manşetinden dolayı 1 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası talebiyle yargılanıyor. Davanın ilk duruşması 1 Aralık'ta görülürken, dava kararının açıklanması için duruşma 10 Aralık gününe ertelendi. BirGün emekçisi, Yazı İşleri Müdürü Berkant Gültekin Evrensel'den Gözde Tüzer'in sorularını yanıtladı.

BirGün gazetesinde siz, Barış İnce ve Can Uğur 1 yıldan 4 yıla kadar hapis istemiyle İstanbul Adliyesinde hakim karşısına çıktınız. Bu yıl kaçıncı davaydı bu?

Benim 20 davam var, 8’i cumhurbaşkanına hakaret. 8 davadan da toplam 32 yıl isteniyor.

Korkunç bir tablo bu. Peki bu sene içinde BirGün’e açılan davalarla ilgili toplam bir bilgi var mı?
Toplam 50’ye yakın. Bahsettiğim son 1-1.5 yıllık süreç. Erdoğan’ın 2014’ün ağustosunda cumhurbaşkanı olduktan sonraki dönemde. Öncesinde böyle bir şey yoktu.

Peki bu dava 10 Aralık’a ertelendi. Nasıl bir karar çıkmasını bekliyorsunuz?

Zaten o manşeti atarken az buçuk ne olacağını kestiriyorsunuz. Endişe de olmuyor. Bize ceza çıkmasını bekliyorum açıkçası. Siyasi konjonktürle alakalı bir şey. Bu orada verdiğimiz savunmayla, hakimin inisiyatifi ya da hukuki vizyonu ile alakalı bir şey değil. O da üzerinde ciddi bir baskı hissediyor. Ve İstanbul’da Türkiye’nin en önemli adliyesinde hakimlik yapıyor ve onun vereceği karar siyasi ortamdan bağımsız olamaz. İktidar baskısından, hukukun kıstırılmasından bağımsız olamayacağı için böyle sert bir slogana ceza verecektir.

Cezanın boyutu ne olur peki?

Ben çok üst sınırdan vereceğini düşünmüyorum. Çünkü dünkü (duruşma günü) kamuoyu baskısı etkili oldu. Bu işlerde birleşmek, ses getirmek, sosyal medyada paylaşılması, gündeme gelmek ve ana akımda çıkmak etkili oluyor. Oraya gelen insanların da ciddi bir etkisi oluyor. Milletvekilleri, gazeteci arkadaşlarımız, siyasiler parti başkanları geldi, destek verdiler. Hakim de sonuçta o kalabalığı gördü. O baskı, insanların bu kadar ilgiyle takip etmesi, basın ve medya özgürlüğüne sahip çıkması, tabii ki basın özgürlüğü lehine, bizim lehimize olumlu bir etki yapmıştır. Ama cezayı tümünden yok edecek, bertaraf edebilecek bir şey mi? Bence, hayır. Siyasi iktidarın baskısını ve gücünü kamuoyu baskısıyla da olsa bu kadar kolay kırmak mümkün değil. Bence ceza çıkar ama üst sınırdan olmaz, para cezası olur.

birgun-yazi-isleri-muduru-berkant-gultekin-kendi-ozgurlugune-dayanmazsan-sana-tokat-atarlar-93850-1.

'MEDYA KIPIRDAYAMAZ DURUMDA'

Özellikle gazeteciler arasındaki dayanışma çok zor gibi bir algı var. Ancak son zamanlarda yaşananlara baktığımızda bir dayanışma ruhu da var gibi. Sen ne dersin bu duruma?

O konuda ciddi eksiklikler var. Bizim en büyük problemlerimizden biri de o. Gazeteciler birbirinden çok uzak. Zaten meslek örgütlerimiz toparlamayı sağlayabilmiş değil. Çeşitli basın açıklamaları yapıyorlar ama konuşmalar çok umut verici değil. ‘Avrupa Parlamentosu şu açıklamayı yapsın’ ‘Şu meclis bu açıklamayı yapsın’ ‘AB Dışişleri Bakanı şunu desin’ Elbette uluslararası kamuoyunun baskısı önemli. Onların destek açıklaması olumlu ama biz zaten Türkiye’de medya-iktidar ilişkilerini biliyoruz. Sorun AKP dönemiyle birlikte iyice sorunlu hale geldi. Artık medya kıpırdayamaz durumda. İktidar tamamen bilgi tekelleşmesi istiyor. Mussolini döneminde vardır. Faşist partinin sertifikasını almadan gazetecilik yapamazsınız. Onun gibi bir meseleye gidiyoruz. Böyle bir ortamda medyanın kendi direngenliğini içeriden artırması lazım. Yurt dışından bir çok destek gelir ama bu iş için çaba sarf eden, kelle koltukta gezen insanların yan yana gelmesi, sesini yükseltmesi lazım. Fizik yasaları gereği parça parça, bölük pörçük olduğumuz zaman hazmedilmemiz daha kolay oluyor. Bu çok kolay bir şey de değil. Bir yandan ‘Cemaat medyası’ olarak adlandırılan ve sicili belli olan bir medya var. Diğer taraftan ana akım dediğimiz gazeteler var. Siyasi olarak çok uyuşmak zorunda değiliz aslında. Ancak basın özgürlüğü anlamında bir mesafe alabileceksek asgari müştereklerde birleşmek lazım. Elbette bütün siyasi rotamız, perspektifimiz örtüşmek zorunda değil. Ama asgari müştereklerde, asgari düzeyde olabilir. Yan yana gelince nasıl bir çıkar ortaklığımız oluşur, bunu hesap ederek mesafe almak lazım. Ondan sonra, tüm bu yaşananlar geçtikten sonra bütün farklılıklarımızı ortaya koyalım. Yeniden konuşalım, başka türlü bir örgütlenmeye gidelim. Ama önce içeriden direngenliği artıracak şeyler yapmak lazım.

Peki ne yapılabilir bu direngenliği artırmak için?

İktidara muhalif olan gazetelerin de birlik olması tek başına yetmez. Bunu yapalım dedik ama bu olsa bile yetmez. Bu hemen olabilecek bir şey değil. Bağımlı sermaye medyasıyla zaten bu iş yürümez. Bu ilişki temelden sorunlu. Bu medyanın direngenliğini kıran en temel unsur bu. Aydın Doğan’ın iktidarla ihale ilişkileri olduğu sürece, ‘Oradan ne kadar gelecek’ diye baktığı sürece kendi yönettiği medya özgür olamaz, baskı görür. Bugün örneğin Küçükşahin’i çıkarmışlar daha önce Bülent Mumay’ı çıkarmışlardı. Medyanın kendi özgürlüğüne dayanmadığı sürece böyle. Siyasette de böyle ama. Kendi özgürlüğüne dayanmazsan sana tokat atarlar. Yeri gelince eksilmek, taviz vermek zorunda kalırsın. Medyada direnenlerin, bu işi yapanların, risklere girenlerin havuzu büyütmesi lazım. Havuz kötü bir tabir belki ama bizim bağımsız bir medya gücü yaramak adına kendi havuzumuzu oluşturmamız lazım. BirGün, Evrensel, Cumhuriyet bunun örneğidir. Sermaye-iktidar ilişkisinin nasıl bir medya yarattığı ortada zaten. Bu biçimden çok medet ummamak lazım.

‘Geçmişten bu yana biliyoruz’ dedin ya. Geçmişle bugünü karşılaştırdığımızda nasıl bir sonuç çıkıyor sence?

Daha kötü bir yerdeyiz. Dün duruşmada avukatlarımızdan biri “Bugün eğer ‘12 Eylül yargısı bugünden daha iyi’ diyorsak orada bir sorun var” dedi. O dönemi parlatmak amacıyla değil ama bugünle karşılaştırmak için. Bizim ciddi sorunlarımız var. Ama bir yerden başlamak zorundasınız. Geçmişle hesaplaşmak, geçmişin siyasi muhasebesini yapmak bugünden başladığın zaman anlamlıdır. Yoksa AKP’nin yaptığı gibi sahte işlerle uğraşırsın, toplumu kandırırsın. Dersim Katliamı’yla hesaplaşmak istiyorsanız, Roboskî’yle , Ankara’yla, hesaplaşacaksınız. Siyasi iktidar bugünün hesabını versin önce. Yoksa Dersim’le hesaplaşmak kolay. Tahir Elçi mesela. Bunu aydınlat, hesabını sor, çıkar, o zaman hesaplaşma mümkün olur. Medyada da böyle bu. Bugünden başlayalım. Bugünün sorunları üzerinden gideceksin ki geçmişin muhasebesini yapabilesin.

Bir yanda tutuklanan gazeteciler, dava açılan gazeteler var. Bir yanda da köşelerinde hedef gösterenler... Gazeteciler arasında yoğun bir kutuplaşma olduğunu söyleyebilir miyiz sence?

Medya siyasetle ilgili bir şey. Türkiye tarihinde bu kadar kutuplaşma yoksa, medyada da kutuplaşma yok demektir. Benim bildiğim kadarıyla yok böyle bir dönem. Tüm sağ oyları toparlayabilmiş ve karşısındaki tüm muhalif kitleleri ya vatan haini, ya terörist ya da meczup, deli, çapulcu ilan etmiş... Demokratik tepkiyi de kabul etmeyen bir iktidar... Haliyle onun desteklediği ve bu iktidarı destekleyen medya da kutuplaştıracaktır. Bu Gezi’den sonra hissedilmeye başlandı. İlk o zaman görüldü. AKP’nin muhalefete olan tepkisini ilk o zaman gördük. Perde kalktı çünkü. AKP bundan önce demokratlık maskesiyle geziniyordu. Biz anlatıyorduk bunu ama ayyuka çıkmıyordu çünkü sokak hareketi yoktu. İktidarın müdahalesini de görememiştik.

TCK 299 SİLAH OLARAK KULLANIYOR

Gezi’den sonra tahammülsüzlük arttı. Davalarda öyle. Cumhurbaşkanına hakaret ile ilgili “Artık Erdoğan’ın aile mahkemesi var” yorumları yapılıyordu. Ne zaman bitecek sence bu davalar?

Sanırım Erdoğan devrildikten sonra bitecek. Çünkü eskinin Türklüğe hakaret maddesi olan 301’i cumhurbaşkanına hakaret olan TCK 299’a dönüşmüş durumda. Bu muhalefete karşı bir silah olarak kullanılıyor. “Hırsız katil Erdoğan”dan dava açtı ama Erdoğan adını andığımız için açılan davalar vardı. Bunun bitmesi için siyasal anlamda düşmanlık kültürünün bitmesi lazım. Erdoğan’ın yerine daha normal (Demokrat olur ya da olmaz ama) daha normal biri gelmeli. Mesela Abdullah Gül demokrat değildi ama normaldi, sınırları vardı. Onların normal düzeni de bizim değiştirmek istediğimiz bir düzen tabi.

Erdoğan hem icra yetkisini üstüne alıyor. Hem muhalefete inanılmaz bir dışlayıcı üslupla saldırıyor. Bunun karşısında sen onu eleştirme yetkisine sahip bile değilsin. İktidar anlamında değişiklik yok, siyasal anlamda değişiklik yok, asimetri durumu tüm tabloya egemen... Erdoğan’ın diktatör olduğunun söylendiği bir dönemde cumhurbaşkanına hakaret davalarının ardı arkası kesilmez. Bu ülkenin bütün politikalarına sirayet etmiş bir şey. Medyaya da sirayet ediyor.