Birikimin taşıyıcısı: Özdemir Nutku

EREN AYSAN aysaneren@hotmail.com

Özdemir Nutku, hiç hocam olmadı. Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’ne girmeden çok evvel kendisi oradan ayrılmış, evladının annesi, hayat arkadaşı, meslektaşı, yazar Hülya Nutku’yla birlikte Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü kurmuştu. Ancak verdiği eserlerle, onlarca kuramsal kitapla, çeviriyle, yüzlerce makaleyle, ödenekli tiyatrolarda yaptığı rejilerle hepimizin eğitmeni oldu. Dolayısıyla hocalığın yalnızca akademiye kısıtlanmış anlayışının dışına çıkan bir yol göstericiydi o. Okuldan mezun olur olmaz, yirmili yaşların başında girdiğim Devlet Tiyatrosu’nda Edebi Kurul Başkanı’ydı. O tarihten itibaren elimi tutan, çalışmalarımı takip eden, gönendiren, kösnül bir duyguyla alt üst olduğum anlarda yüreklendirendi. Doğrusunu söylemek gerekirse, alanda yeni proje yapmak, üretmek için kolları sıvadığımda ona ve sevgili eşine danışmak ufkumun açılmasına, dünya tiyatrosunda benzer uygulamaların gelişkin örneklerini anlamama, fikirleriyle sistemli bir çalışma anlayışının kapısını aralamama yardımcı olurdu. Özdemir Hoca müthiş bir diğerkâmlıkla kendinden genç araştırmacıları üretime kazandırmaya çalışırken, onlara yeni alanlar açmaktan geri durmazdı. Bu yönüyle “tekil” değil “çoğul” bir yapılanmanın aydınlamacısıydı. Dolayısıyla gururla söyleyeyim ki Özdemir Nutku hocamdır da.


Aslında üniversitede hocalarım Metin And ve Sevda Şener de benzer bir anlayıştan geliyor; bunun arkasında ise cumhuriyetin onlara sunduğu derinlikli bir idealizm yatıyordu. Hiç durmadan çalışmak, üretmek, yeni kuşaklara uzanmak bu bakışın sonucuydu. O günleri yaşamayan bizler için böyle büyük bir azmin içine gömülen bu öncü ve kurucu tiyatro insanlarını tanımak baştan “ders” niteliğindeydi. Özdemir Hoca üstüne üstlük son nefesine kadar teknolojiyi çok iyi takip eden, yeniliklere son derece açık, başka disiplinleri anlamaya ve tanımaya çabalayan bir aydındı. Bir gün teleskop alıp gökyüzünü incelemeye başladığını anlattığında donup kalmıştım adeta. Çünkü bilimin her türlü dogmayı alt üst edebileceğinin, geleceğin temelinin bilimle inşa edileceğinin farkında olan bir alt yapıya sahipti.

Tam bir kültür sanat insanıydı. 1950’li yılların Ankara’sında Robert Kolej’den mezun bir genç olarak üniversiteye başladığında caz ve klasik müzik piyanistliği yaptığını, böyle böyle cep harçlığı kazandığını öğrenmiştim. Gerçekten muazzam bir müzik birikimine sahipti. Aynı zamanda bir tiyatro insanının sahip olması gereken birikime… Yine o yıllarda şiirle yakından ilgilenmişti. İlk kitabı “Eller”in şiir kitabı olması hiç şaşırtıcı değildi. Daha sonra Almanya Georg August Üniversitesi’nde rejisörlük eğitimi görmüştü. Aslında rahatlıkla orada kalabilir; tiyatro yaşamını Avrupa’da ismini altın harflerle yazdırarak kolayca tamamlayabilirdi.

Ülkesine geri dönüp akademide eğitim verme direnci de yine idealizmle bağlantılıydı. Son görüşmemizde Ankara’da DTCF’deki hocalığını Muhsin Ertuğrul’un önerdiğini anlatmıştı. Bir yaz günü, İzmir’de evinde, kıymetlimiz Hülya Hoca’yla birlikte, balkonda… dışarda meltem usul usul esiyordu.

Hoca son zamanlarda anılarını kaleme alıyordu. Hülya Hoca, sürekli geçmişin onu hırpaladığını söylüyor, bir yandan da ona desteğini esirgemiyordu. Sevgili kardeşim Zeynep Altıok’la Ankara’da bir “Meyhaneler Kitabı” hazırlama çabası içindeydik (İçindeyiz). Özdemir ve Hülya Hoca’dan da kitap için birer yazı istemiştik. Hülya Hoca, Sanatseverler Derneği Lokalini, Özdemir Hoca da eski Piknik’i yazdı bize. Sanırım Özdemir Hoca’nın son yazısı da bu oldu. Hastaydı, dahası hastaneye taşınıp duruyordu. Ama bizi ihmal etmedi. Sözünde durdu. Bu da bir “ders” niteliğinde aslında.

Bir insanın vefatı doğa kanunu şüphesiz. Özdemir Nutku gibi çok büyük bir birikimin taşıyıcısının toprak altına gitmesi ise can yakıcı. Ölümün soğukluğunu kabullenemeyişimizin ardında işte bu olgu yatıyor.

cukurda-defineci-avi-540867-1.