Birleşik Krallık’tan Birleşik İrlanda’ya
Kuzey İrlanda’daki seçim yalnızca Londra’da değil, Washington, Brüksel ve Dublin’de de endişe yarattı. Sonucun Kuzey İrlanda’yı İrlanda Cumhuriyeti’ne bağlayacak referandum için basamak olacağı apaçık.
Levent ÖZÇAĞATAY
Londra
Birleşik Krallık’ta 146 yerel yönetim bölgesinde yapılan seçim sonuçlarının analizleri devam ediyor. Seçimlerden oylarını artırarak çıkan Yeşiller ve Liberal Demokratlar kutlamalara devam ediyor. İşçi Partisi ülkenin diğer bölgelerinden göreceli olarak daha zengin olan Londra ve güney doğudaki oylarını artırmasına rağmen genel seçimlerde kaybettiği çoğunluğu kuzey İngiltere’de konuşlanmış işçi (ve işsiz) kesimlerdeki oyların geri dönmemesi nedeni ile bir kimlik bunalımına girmiş durumda. İskoçya’da ise bağımsızlık yanlısı olan İskoç Ulusal Partisi’nin oylarını artırması İskoçya’nın Krallık’tan ayrılarak bağımsız bir devlet oluşturması için yapılacak bağımsızlık referandumuna ivme kazandırdı. İktidardaki Muhafazakâr Parti ise kaybettiği oyların hesabını hakkındaki yolsuzluk ve yalancılık iddiaları nedeni ile gücü iyice azalmış olan Başbakan Boris Johnson’dan sormaya başladı. Bütün bu gelişmelere karşın dikkatleri daha çok çeken ve yalnızca Londra’da değil, Washington, Brüksel ve Dublin’de de endişelere neden olan seçim haberleri Kuzey İrlanda’dan geldi. İngiltere, İskoçya ve Galler’de yerel yönetim seçimleri sürerken aynı gün Kuzey İrlanda’da özerk meclis üyelerinin seçimi için sandıklara gidildi. Sandıktan İrlanda Cumhuriyeti ile birleşmeyi nihai amaç edinmiş olan ve Katolik seçmenler tarafından desteklenen Sinn Fein en büyük parti olarak çıktı. Böylece meclisin kurulduğu 1921 tarihinden bu yana ilk kez Birleşik Krallık bünyesinde kalmayı ölüm kalım meselesi haline getirmiş olan ve Protestan seçmenlere seslenen Demokratik Birlik Partisi (DUP) ve aynı cephedeki diğer iki parti meclisteki çoğunluklarını kaybettiler.
SİNN FEİN’İN ZAFERİ
Kuzey İrlanda’daki Katolik seçmenlerin sayısının Protestanları geçtiğine dair haberler zaten epeydir basında yer alıyordu ve Sinn Fein’in sandıktan birinci parti olarak çıkması kaçınılmaz gözüküyordu. Bölgeye barışı getiren Belfast Anlaşması’na göre kağıt üzerinde birinci parti olmanın fazla bir anlamı yok. Kuzey İrlanda’daki bütün politik partileri ve silahlı gurupları, ABD’deki İrlanda lobisini, Dublin’i ve Londra’yı masada tutmak için büyük bir titizlikle hazırlanmış bu anlaşmaya göre; milliyetçi ve cumhuriyetçi olarak bilinen Katolik toplumun, birlikçi ve kralcı olarak bilinen Protestan toplumla mecliste eşit olarak yer alması gerekiyor. En büyük partinin lideri Birinci Bakan, ikinci büyük partinin lideri de İkinci Bakan olarak hükümette eşit sorumluluk ve güç alarak iktidarı paylaşıyor. Bunun anlamı kanun tasarıları iki gurup tarafından ortak olarak desteklenmedikçe yürürlüğe giremiyor. Bu nedenle meclis iki gurubu da bünyesinde tutmaya devam etse de işlevini kaybediyor ve hükümetin dışındaki muhalefeti de ihmal edilebilecek bir noktaya indiriyor. Katolik toplumun çoğunluğu ve Sinn Fein barışı sürdürebilmek amacı ile 1998’den bu yana Protestan politikacıların liderliğindeki hükümetlerin meşruluğunu sorgulamadı. Fakat özerk hükümetin başına İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun (IRA) siyasi kanadı olarak bilinen bir partinin liderinin geçmesi bölgedeki siyasi dengeleri bozabilir. Protestan toplumun Katoliklerin liderliğindeki bir hükümete nasıl tepki göstereceği bilinmiyor.
BARIŞ KOLAY GELMEDİ
Sinn Fein’in yalnızca IRA’nın politik kanadı olmaktan çıkıp Kuzey İrlanda’da en büyük parti konumuna gelmesi kısa bir sürede gerçekleşmedi. IRA militanlarının silahlı mücadeleden vazgeçip siyasi çözüme yönelmesi örgüt içinde çatışmalar ve bölünmelere neden olsa da Katolik toplumdan destek gördü. IRA silahlarını uluslararası bir komisyonun nezaretinde imha etti ve kendini feshetti. Sinn Fein liderleri takip eden yıllarda büyük bir olgunluk ve ustalıkla adayı birleştirmek söylemini arka plana iterek toplumun gündelik hayatını ilgilendiren sağlık, güvenlik, eğitim, işsizlik, ekonomi gibi konulara yöneldiler. Seçim zaferi kutlamalarından önce de parti merkezinin proteston toplumun ürkütülmemesi için kutlamaların alçak seviyede tutulması, sınır ve birleşik İrlanda konularının konuşulmaması üzerine talimatlar gönderdiği biliniyor.
Buna rağmen seçim sonuçlarının İrlanda adasında 1921 yılında çizilmiş sınırı ve bölünmeyi ortadan kaldıracak ve Kuzey İrlanda’yı İrlanda Cumhuriyeti’ne bağlayacak referandum için bir basamak taşı olarak görüldüğü apaçık ortada. Belfast anlaşması gereği olarak referandum hakkındaki son karar Londra’ya bırakılmış olsa da ne tür bir gelişme ve talep üzerine Londra’nın referandumu gündeme getireceği anlaşmada net bir şekilde açıklanmamış.
“Herhangi bir zamanda, seçmenlerin çoğunluğunun, Kuzey İrlanda'nın Birleşik Krallık'ın bir parçası olmaktan çıkması ve birleşik bir İrlanda'nın parçası olması yönündeki arzusunu ifade etmesi muhtemel görünüyorsa, Birleşik Krallık’ın Kuzey İrlanda’dan sorumlu bakanı referanduma izin verecek bir karar çıkaracaktır.”
Belfast Anlaşması’nın bu maddesindeki belirsizliğin Protestan toplumu memnun etmeye yönelik olduğu apaçık belli. Seçmenlerin çoğunluğunun nasıl tespit edileceği konusunda da görüş ayrılıkları var. Bunlar arasında güvenilir kurumlardan gelen kamuoyu yoklamaları, meclisteki sayısal çoğunluk, nüfus sayımlarında dinini Katolik olarak belirtenlerin çoğunlukta olması, meclisin kendi başına referandum için oylamaya gitmesi yer alıyor. Bu yıl içinde yapılan kamuoyu yoklamaları Katolik toplumda referandum için henüz ezici bir çoğunluk oluştuğunu göstermiyor. Proteston toplumu rahatsız eden diğer konu Brexit Anlaşması’nın Kuzey İrlanda Protokolü olarak bilinen maddesi. Bu madde Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti arasındaki sınırla ilgili. Kuzey İrlanda ortak pazarın içinde kaldığı için Britanya ile İrlanda adaları arasında ticari faaliyetler Ortak Pazar kurallarına göre sürüyor ve bu da Kuzey İrlanda’nın artık Birleşik Krallık’ın bir parçası olmadığı anlamına geliyor. Kısacası iki adayı ayıran İrlanda denizinde artık görünmez bir sınır var. Bunu şeref meselesine dönüştürmüş eski kralcı militanların siyasi organı olarak bilinen ‘Loyalist Communities Council’ yayınladığı bir bildiri ile Kuzey İrlanda Protokolünü protesto etmek için Belfast Anlaşması’na verdiği desteği çektiğini ilan etmişti. DUP ise seçim sonuçları ne olursa olsun Kuzey İrlanda Protokolü’ne çözüm getirilmedikçe hükümetteki yerini almayacağını kesin bir şekilde Londra’ya bildirdi.
Johnson hükümeti Kuzey İrlanda Protokolü’nü değiştirmek için Brüksel ile pazarlıklarını sürdürüyor. Londra önerilerinin reddedilmesi üzerine Brüksel’i protokolün bazı bölümlerini tek taraflı olarak iptal etmekle tehdit ediyor. Pazarlık masasında Brüksel’in kartları daha güçlü. Özellikle Rusya Federasyonu ve Ukrayna arasındaki sıcak savaşta Avrupa Birliği Brexit’ten fazla zarar görmediğini, diplomatik ve askeri gücünü koruduğunu gösterdi. Londra ise hem Kuzey İrlanda’yı hem de İskoçya’yı kaybederek küçülme tehlikesi ile karşı karşıya.