Kendi yetki alanımızda bir anlık reis olmak belki bizi bir an görünür yapıyor. Hemen gerçek olduğumuzu sanıyoruz

Biz aslında yokuz

KEMAL CAN KAYAR
kemalkyr@gmail.com

Yurttaş kelimesi ne kadar kapsayıcı ve kucaklayıcı bir kelime. Mesela Sedat Peker’i de kapsıyor galiba? Ya da Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nu? Aslında çok daha fazlasını kapsıyor. Benim bütün hayatım İstanbul’un kenarında geçti. Burada her köşe başında Sedat Pekerler var. Benim sokağımda kadın yıllardır aşağılanıyor. Benim sokağımda kolayca adam bıçaklayabilmek kutsanıyor. Burada yaşayan gençler aslında yoklar. Bu yüzden Sedat Peker’i idol olarak alıyor, onun düzenlediği mitinge katılıyor. Bu yüzden hayata karşı hiçbir şey başaramazken sadece erkek olmakla övünüyorlar. Dediğim gibi biz burada yok olmuşuz, İstanbul’un, Türkiye’nin bütün kenarları gibi. Bu yüzden fosforlu ayakkabılarla dolaşıyoruz. Bugün birilerini seçerek Türkiye’nin kaderini değiştirirken, bizi kimse tercih etmiyor diye yokuz. Biz aslında çoğunlukken hiçbir zenginlik olamadığımız için yokuz. Biz kim miyiz? Bu ülkenin yetişkin erkekleri, yani tutunamayanlar.

Doğduğumuz anda kimliğimiz atanır bizim: “Sen artık erkeksin!” Aslında temelde bir ayrımcılıkla başlar her şey. Renkleri ve dilleri ayırdığımız gibi, suni bir cinsiyet ve haysiyet ataması yapılır. Yani, mavi ve pembenin ayrılması. Bu atamayla beraber, kendimizi denetlenebilir kılar ve iktidarın yerleştirdiği çiple hayatımıza devam ederiz. Bütün hayatımız baştan sona bir güç tatbikatı şeklinde geçer. Aslında var olamayacak kadar güçsüzüzdür. Her gün toplu taşımalarla evden işe, işten eve taşınırken, bizi peşinden sürüklemek çok kolaydır. Çünkü insan olmak için, kendimiz olmak için elimizde hiçbir şey yoktur. İktidarın yerleştirdiği çip karar verir bizim adımıza her şeye.

Biz dünyanın ta kendisiyiz biz çoğunluğuz. Sürekli birilerinin peşinden gideriz. Sıkıca sarıldığımız saltanatımız bile bir kandırmacadır. Güçlü olduğumuzu sanıp güce taparız. Evde kadın susmalı, yerini bilmeli. İş yerindeyse müdür susmalı biz yerimizi bilmeliyiz. Her yerin bir reisi olduğunu bilerek reislerin peşinden gitmeliyiz. Sanki bir reisten bölüne bölüne çoğalmışız, o kadar birbirimize benzer ki iktidarımız.

Kendi yetki alanımızda bir anlık reis olmak belki bizi bir an görünür yapıyor. Hemen gerçek olduğumuzu sanıyoruz. “Öleceksek de adam gibi öleceğiz, kadın gibi yaşamayacağız. Bizi kadın gibi yaşatmaya da kimsenin gücü yetmez.” Türkiye’nin en büyük spor kulüplerinden birinin başkanı bu sözü söyledikten sonra maçı yöneten hakemleri alıkoyuyor. “O değerli insan” araya girip gerekenin yapılacağı konusunda garanti verdikten sonra ancak hakemler serbest bırakılıyor. Bir reisin yerini hemen başka bir reis alıyor.

Uzaklardan bize el sallayan, o yalnız, kibirli reis en başta kendini kandırırken bizi de kandırıyor. Ayakta kalabilmek için yeni reisler yaratıyor. Bizim gibi o da gerçek değil. Ama biz bir an gerçek olduğumuzu sanınca o da kendini anlamlandırıyor. Varlığını gerçekliğini koruyor. İktidar ve güç birbirini besliyor. İktidar, ona secde edenler olursa ayakta kalabiliyor. En çok da küçücük evinde, karısıyla çocuğundan oluşan topraklarda imparatorluk kuran bizlerin sırtında yükseliyor. Aşk sevip de kavuşamamaksa, insanoğlu iktidara aşıktır. Çünkü gücün büyüsü insanı sarhoş eder ama mutlak güç asla senin olmaz.
Biz olmayan bir güçle benliğimizi yarattığımız için aslında yokuz. Mahalledeki duvara sevdiğimiz kadının ismini yazıp, onun için kendimize zarar veririz. Yeri gelir ona zarar veririz. Biz bu ülkenin ta kendisiyiz, biz çoğunluğuz. Biz İbrahim Hacıosmanoğlu’yuz. Biz Sedat Peker’iz. Bu yüzden en büyük savaşımız kendimizle. Bizimle beraber yaşayan iktidarla. Bu yüzden bugün sandıkta bulamayacağız kendimizi. Bir gün Haziran’da olduğu gibi çıkıp sokakta aradığımızda ve bıraktığımız gibi en gerçek haliyle barikatların arkasında bulduğumuzda, bizim bu olmadığımızı hatırlayacağız.