Süha Oğuzertem’in ‘kitapsız eleştirmen’ vasfını ortadan kaldıran ‘Eleştirirken’ adlı kitap, edebiyat eleştirisine olan inancımızı bir kez daha tazeliyor

Biz eleştirirken

ÇİMEN GÜNAY ERKOL

Süha Oğuzertem’in yıllara yayılan çalışmalarının Yalçın Armağan editörlüğünde bir araya getirildiği kitabı Eleştirirken, edebiyat eleştirisinde pek alışık olmadığımız bir tarza sahip. Yerleşik yargıları hedef alan, sorgulayıcı bir tarzla yazan Oğuzertem, sözlerin ve yargıların geriye dönülerek kontrol edildiği, yıllar önce yayımlanan yazıların kimilerinin sonuna bir güncelleme ile özeleştirel notların düşüldüğü, genç araştırmacıların çalışmalarına referans verilen, farklı bakış açılarının özendirildiği, analitik bir eleştirinin yetkin örneklerini sunuyor. Eleştirinin bir ‘bilim’ olmadığını ama ‘bilimsel eleştiri’ diye bir şeyin olabileceğini düşünenler, bu kendi sözünü olabildiğince didaktisizmden sakınarak söyleme, geriye dönerek yargıları gözden geçirme, yüksek lisans çalışmalarına referans vererek farklı bakış açılarına sahip gençleri destekleme ve sözlerini görünür kılma pratiklerinin, edebiyat eleştirisi alanına bilimsel katkı yapmak adına Türkiye için ne kadar kıymetli adımlar olduğunu takdir edeceklerdir.

OĞUZERTEM'İN 'YÖNTEMİ'

Oğuzertem’in 1990-2014 yılları arasında yazılan yazıları, kitapta tematik bir şekilde tasnif edilmiş. İlk bölümde Sait Faik, Yaşar Kemal, Halikarnas Balıkçısı ve Leylâ Erbil’in; ikinci bölümde Yakup Kadri, Ahmet Altan, Orhan Pamuk, Abdülhak Şinasi Hisar ve Ali Teoman’ın metinleri biraraya getiriliyor. Üçüncü bölüm ise Oğuzertem’in Tanpınar çözümlemelerine ayrılmış. Bu kısa yazıda, tüm bölümler hakkında detaylı bir inceleme sunamayacağım için, ben “büyük eleştirmenlerin çoğu yöntemlidir; bu belki de yalnızca, edebiyat hakkındaki sezgisel farkındalıklarını söze dökmeyi ve rasyonelleştirmeyi başarabildikleri anlamına gelir. Ama aynı zamanda kendi yöntemlerini ve yazılarını ele aldıkları yapıt ya da vesileden bağımsız olarak da ilginç ve entelektüel açıdan tutarlı kılmaktan çekinmedikleri anlamına da gelir” diyen Edward Said’ten ilhamla (153), Oğuzertem’in ‘yöntemi’ üzerine birkaç söz ederek kitabı ele alacağım.

PSİKANALİZ KAYNAKLILAR

Oğuzertem’in ‘yöntem’i derken, kitaptaki tüm eleştiri yazıları için kapsayıcı olabilecek bir teori veya tarza işaret etmiyorum; zira, kitabın biraraya getirdiği yazılarda tekil bir perspektif yok. Örneğin, psikanalitik teori/eleştiri, kitabın üçüncü bölümünü oluşturan Tanpınar incelemelerinde öne çıksa da, kitabın tüm yazılarına yayılan bir yaklaşım değil. Oğuzertem, Mehmet Rifat editörlüğünde hazırlanan Bizim Eleştirmenlerimiz kitabında, ‘Çoğul Disiplinli Yaklaşımlar ve Eleştiride Kültür Araştırmaları’ bölümünde Ömer B. Albayrak’ın hazırladığı bir yazıyla ve ‘Psikanaliz Kaynaklılar ya da Psikanalizden Esinlenenler’ bölümünde Oğuz Cebeci’nin hazırladığı bir yazıyla anılan bir eleştirmen. Bu yazılardan ilki yatay, diğeri dikey bir Oğuzertem incelemesi sunuyor: ilkinde Oğuzertem’in eleştiri anlayışını besleyen pek çok farklı disiplinin adı geçerken, ikincide eleştirmen, Tanpınar incelemeleri üzerinden değerlendirildiği için, psikanaliz odaklı bir tartışma yürütülüyor. Oğuzertem’in Eleştirirken’deki yazıları, bu yatay ve dikey kesitlerin nasıl kesiştiğini gösteren örneklerle dolu.

ZAAFLARIYLA YÜZLEŞTİRME

Oğuzertem’in insanı merkeze alan bir anlayışı olduğu için, (buna hümanist eleştiri mi desek?) insan olmak ile ilgili yargılar ve sorular, kimi zaman psikolojik kimi zaman tarihsel veya felsefi temalarla örülü olarak, Eleştirirken’deki bütün metin incelemelerinde karşımıza çıkar: Oğuzertem, örneğin, Sait Faik’e atfedilen ‘kozmopolitlik’ sözünün yerli ve milli olmama ithamını gizlediğini söylerken (35), Leylâ Erbil’in deliliğe düşkünlüğünü insanları zaa arıyla yüzleştirme çabasının yanına eklerken (112) veya Orhan Pamuk’un romanında cüceler için sarf edilen sözleri gurur kırıcı bulduğunu ifade ederken (232), insan onurunu gözeterek düşünür ve yazar; bu sebeple de, farklı iktidar kurma biçimlerini karşısına alır ve eleştirisinin bir parçası yapar.

'ELEŞTİRMEN' ROLÜ

İktidar ile kavgalı olmak hemen her zaman kendi iktidarını kolayca eleştirmeyi beraberinde getirmiyor. Oğuzertem, ‘eleştirmen’ rolü ile müstehzi bir şekilde oynayarak bunu da yapmaya çalışıyor. Bu kitapta, üsttenci bakışa mesafeli durmaya çalışan, yerleşik yargıları hedef alırken kendi cümlelerini, onları yerleşikleştirme gayreti taşımayacak şekilde kuran ve Yaşar Kemal üzerine olan yazısında olduğu gibi, ‘biz ölümlüler’ onu anlayamayız (41) esprisiyle, eleştirmenin sanat karşısındaki anlama çabasının çıkmaz sokaklarını gösteren bir Oğuzertem var. Aynı Oğuzertem, Leylâ Erbil’in ‘bazı okurlarca okunmaması[nı], belli eleştirmenlerce anlaşılamaması[nı]’ normal karşılarken, sözlerini sayılarla süsleyerek eleştirinin sayı vermeyi bilimsellik addetme halini de “Türkiye’de ya da başka bir yerde, edebi ve eleştirel değer üretiminde yüzde beşten fazla isabet kaydedilmesi, bunu aşan bir anlamlılık oranı beklenmesi safdilliktir” diyerek alaya alır (92). Sanatçının da eleştirmenin de daha önce yapılmamış bir şey yapmak için iğneyle kuyu kazdıklarının itirafı, o yüzde beşin arkasına saklanır.

BUĞULU BİR 'BİZ'

Verilen oranın baş döndürücü kesinliği (içimdeki mühendis bu sayıya nasıl ulaşıldığını soruyor), kimi yazılarda yerini buğulu bir ‘biz’e bırakır: örneğin Yakup Kadri üzerine olan yazısında Oğuzertem, eleştirmenin romancının niyetinden emin olamama haline değinirken “o anki duygulanımı nedir, biliyor muyuz; bilebilir miyiz; bundan emin olabilir miyiz?” (132) diye sorar. Aynı çoğul dil, Abdülhak Şinasi Hisar üzerine olan yazıda da göz kırpar: “sözcüğü dikkatli kullandığımız zaman Hisar’ın yazdıklarına ‘roman’ da diyemiyoruz” (245). Bana öyle geliyor ki, Oğuzertem’in yöntemini anlamak, ciddi olan sözünü müstehzi olandan ayırabilmek ve onun insan odaklı düşüncesini kavramak için, yazılarda beliriveren bu ‘biz’i, dilin neden birdenbire çoğullaştığını da merak etmek gerekiyor.

AKTARMAKLA YETİNMEZ

Oğuzertem’in metin incelemeleri, kendi içine kapanan yazılara tezat oluşturacak şekilde, kalabalık bir sınıfa verilen dersler gibi, yeni sorular sordurmaya ve bu soruların peşinden yeni ufuklara açılmaya müsaittir. Gerektiği kadarını aktarır ama asla aktarmakla yetinmez; ilgisini yazara doğru genişletse de her daim metne döner. Bu çerçevede kullanılan ‘biz’ dilini, kolektif sorulara bir davet olarak düşünebiliriz. Bu, Oğuzertem’in metin inceleme yöntemini sadece diyalektik değil, pedagojik de kılan bir unsurdur ve onu, ‘en iyisini ben bilirim’ tarzında yazan eleştirmenlerden farklılaştırır. Oğuzertem’in ‘kitapsız eleştirmen’ vasfını ortadan kaldıran Eleştirirken, edebiyat eleştirisine olan inancımızı tazeliyor.

biz-elestirirken-529193-1.