Gözleri önünde öldürülen kardeşinin son anlarını Muzaffer İlhan Erdost şöyle anlatır: “Beni içeri aldılar o sırada. İlhan’ı iki ranzanın arasına yatırdılar, yığıldı zaten. “İlhan İlhan” dedim, ses vermedi.”

Biz ikimiz, iki kardeş

SERHAT HALİS

“Sen de yazdın mı ozan / Kardeşim için

Düşürdükleri zaman onu / Pusuya ve geceye de

Ölüme ve ölümsüzlüğe de / Yazdın mı bir iki dize de olsa” (Muzaffer İlhan Erdost)

DAĞLAR’A DA GELECEĞİZ

2010 senesi, İstanbul’da kitap fuarındayım. Sol Yayınları o yıl Marks, Engels ve Lenin’in ayrı ayrı, kırmızı fon üzerine posterlerini asmış. Standa yaklaşıyorum; Barışta Erdost orada. “Satılık mı bunlar”, “Hayır; ama fuarın son günü gel, vereyim sana” diyor. Marks ve Lenin için başkalarına söz verilmiş, ben de Engels posterine talip oluyorum ve fuarın kapanışında, koli bandı gürültüsü eşliğinde Barışta’dan alıyorum posteri.

Barışta Erdost sonraki yıllarda genç yaşında aramızdan ayrıldı; amcası İlhan Erdost gibi. O İlhan Erdost ki Barışta’nın nikâhına gönderdiği çelenge şu notu iliştirmişti: “Dağlar’a da geleceğiz”. Politik göndermeyle bezeli bu sözün bir düğün çelenginde ne işi vardı ki? Bunu yıllar sonra Barışta’nın babası Muzaffer İlhan Erdost’un “İlhan İlhan” isimli kitabından öğrenecektik.

ARTOVA’DA BİR FOTOĞRAF

Muzaffer İlhan Erdost henüz 9 yaşındayken, İlhan ismindeki kardeşini kaybeder. Çocukluğuna büyük yaralar açan bu olay, onu sarsar. Aynı yıl 2 yaşındaki küçük kız kardeşini de kaybedecektir.

Artova’daki çiftliklerinin önünde kuzenlerle birlikte çekilmiş çocuklardan oluşan bir fotoğrafta, üç kardeş vardır. 3 kardeşin içinde yer aldığı bu tek fotoğraf, evin salonundaki vitrindedir. Çocuk Muzaffer kardeş özlemi çektikçe her gün gidip bu fotoğrafa bakıyordur. Birkaç kez dedesi onu bu halde yakalar. Bir gün yine fotoğrafa bakmaya gider ancak onu yerinde bulamaz; ninesi, dedesinin fotoğrafı yırttığını söyler. Çocuk yüreği yıllarca o fotoğrafı arayacaktır.

“Eğer yaşıyorsa kardaşın
Dışarda da olsan
İçerde de
Acın derin değildir arkadaş”
(Muzaffer İlhan Erdost)

Birkaç yıl sonra bir kardeşi daha dünyaya gelir; adını İlhan koyarlar. Muzaffer Erdost için yeni bir İlhan kardeş vardır artık.

Üniversiteyi Ankara’da okuyan Muzaffer Erdost, bir yandan da burada çalışmaktadır. Artova’da gittikçe yoksullaşan ailesi, ilkokuldan sonra İlhan’ı okutamaz. Bunun üzerine henüz evlenmiş olan Muzaffer kardeşi İlhan’ı Ankara’ya yanına alır ve İlhan yeni evli bu çiftin hem kardeşi hem de çocuğu olur. Bu andan sonra küçük aralıklar hariç, öldüğü ana kadar da ağabeyi Muzafferin yanından hiç ayrılmayacaktır İlhan.

ANKARA’DA YENİ BİR YAŞAM

Muzaffer Erdost’un yanında yerleşen İlhan, bu sayede hukuk fakültesine kadar devam eden bir eğitim hayatına erişecektir. İlhan öğrendiği her şeyi Muzaffer’den öğrenir: Yayıncılığı da, yazarlığı da, devrimciliği de… İki kardeş, geçmişten gelen büyük hüznün üzerine kurulu bir dostluk, yoldaşlıkla bağlanır birbirine.

Muzaffer Erdost, İlhan’la olan bağını şöyle anlatır: “İlhan Erdost, benim, yalnızca kardeşim değil, yaşamımızın sosyal ve iktisadi olduğu kadar, kültürel ve siyasal yönleriyle içiçe geçtiği, birbirimizi bütünlediğimiz, bir yarımdı. Bunun içindir ki, beni İlhan'sız, İlhan'ı bensiz anlatmak, gerçeği tam olarak ortaya koymaya yetmez”.

“Eğer yaşıyorsa kardaşın
Hücrede de olsan
İşkencede de
Acın tükenmez değildir arkadaş”
(Muzaffer İlhan Erdost)

Muzaffer (İlhan) Erdost, 1965 yılında Türkiye’de bilimsel sosyalizmin temel kaynaklarını Türkçeye kazandıracak ilk yayınevini, Sol Yayınları’nı kurar. İlhan Erdost bu yayınevinin bel kemiğidir. Yayınevinin hemen tüm işlerine koşturmaktadır. Sol Yayınları’nda gerçekleşen her icraatta Muzaffer Erdost, İlhan Erdost’a danışmakta, bütün kararları beraber almaktadırlar. Bir süre sonra Onur Yayınları’nı kuracaklardır.

TÜRKÜLERLE GELEN BİR AŞK

İlhan Erdost üniversite yıllarında türkülerle de ilgilenir. Pek çok plak ve kaset ondan sorulur. Bir türkü plağı arayan Gül (Erdost) bu vesileyle İlhan’la tanışacaktır. Bu tanışıklık bir süre sonra İlhan’ın evinde rakılı, türkülü bir toplaşmada yan yana gelmelerine vesile olur. Bu buluşma sonrasında İlhan Erdost Gül’ü otobüs durağına bırakırken evlilik teklif edecektir. İlhan ve Gül’ün aşkları türkülerle başlamıştır. Tesadüf mü bilinmez; ancak doğacak ilk çocuklarının adı “Türkülerle”dir.

“Kitaplığımda bir resmin var

İlya Ehrenburg'un

Fırtına romanının yanında

Uzanmışsın toprağa

Artova'da bir bozkır akşamında

Dudağında gülücükten

San, kocaman bir papatya

Ve seni yaşından büyük gösteren

Kalın, kara bıyıklarının

Ve yüzünün esmer aydınlığında

Dağlı bir tadı var fotoğrafının” (Metin Demirtaş)

biz-ikimiz-iki-kardes-941226-1.

GEÇMİŞTEN ÇIKIP GELEN O FOTOĞRAF

İlhan Erdost bir yaz vakti Artova’daki evlerine gider; döndüğünde elinde bir fotoğraf vardır. Heyecanla ağabeyine gösterir. Evet, Muzaffer Erdost’un çocukluk yıllarının kederine hemhal olan o fotoğrafla dönmüştür İlhan. Yıllarca özlemle aradığı; şimdi ikisi yaşamayan üç kardeşin içinde yer aldığı bu tek kare, elleri arasındadır Muzaffer’in. Artova’daki çiftliğin önünde çekilmiş, kalabalık kuzenlerden oluşan bir fotoğraf bu.

Muzaffer (İlhan) Erdost, kardeşi İlhan’ın özverisini, neşesini, sevecenliğini daha sonra sıklıkla dile getirecektir. İlhan Erdost yazdığı küçük notlar ve mektuplarla gündelik yaşamda da farklıdır. Kızının doğduğu gece ağabeyinin evinin kapısına küçük bir not bırakır; “ağabeyime bir kız ismi bulmak düştü” yazıyordur bu kâğıtta.

Muzaffer Erdost’un oğlu Barışta’nın düğün çelengine “Dağlar’a da geleceğiz” diye bir not yazar. Barışta bir oğlu olursa adını “Dağlara” koymak istiyordur. Bunu bilen İlhan Erdost; Barışta’nın bir oğlu olacağını, büyüyüp evlilik çağına geleceğini ve ailecek onun da düğününe gideceklerini ifade etmek ister bu cümleyle. Geleceğe dair umutları saklıdır bu küçük, üç sözcüklü cümlede…

O yüzden olsa gerek, Cemal Süreya, İlhan Erdost için şöyle yazar:

“Birini görüyorum kalabalıkta
O adam işte sana benziyor
Ama sana nasıl da benziyor
Binlerce adam kalabalıkta

O’sun sen yürüyüp gidiyorsun
Parmağında küçük bir zincir
Bıyıkların yazgı gibidir
Dolmuştan indin gidiyorsun”

EĞER YAŞIYORSA KARDAŞIN

7 Kasım 1980, bir Cuma akşamı. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden Mamak Cezaevine askeri bir araç içinde iki kardeş götürülüyor. Aracın içinde bulunan 4 erin, acımasızca dövdükleri bu iki kardeş, kan revan içinde Mamak Cezaevi’ne yanaşıyor. Burada da işkence cezaevi bahçesinde başlayarak, koğuşa kadar sürecek. Emir böyledir. Aldığı darbelerden kaburgaları kırılmış olan küçük kardeş, ağabeyinin gözleri önünde, bir süre sonra koğuşta yaşamını yitiriyor. Bu kişi İlhan Erdost’tur.

Muzaffer Erdost, neredeyse tüm hayatını kendi yanında geçirmiş olan kardeşini yitirmiştir. Son ana kadar yanındadır kardeşi. Son gecesinde birlikte nezarette bir kanepede uyumuşlardır. Daha sonra yaşadıklarını şöyle dile getirir Muzaffer Erdost: “O kadar birlikte olduk ki onunla, son kez, nezarette aynı kanepede yan yana yattık. Son kez birlikte kelepçelendik. Son kez birlikte fotoğrafımızı çektiler. Birlikte dövüldük. Ne acı ki, o gitti, ben kaldım.”

“Eğer yaşıyorsa kardaşın, soluyorsa göğü, güneşi
Sesin boğulmuş da olsa
Ayakların yaralı ya da prangalı
Acın sonsuz değildir arkadaş”
(Muzaffer İlhan Erdost)

“O gün heyecandan hafif kırmızılaşan yanaklarınla, siyah bıyıklarınla, siyah kaşlarınla, içinden gülümseyen gözlerinle sen ne güzeldin kardeşim... Emniyete nezarete geldiğinde 'Ağbey' demişti, 'Evden çıkarken Türküler uyuyordu, uyandırmak istemedim, öpüp çıktım”

Muzaffer Erdost, gözleri önünde katledilen kardeşine yazdığı “Biz İkimiz İki Kardeş” şiirinde şöyle seslenir İlhan’a:

“Ve biz geleceğiz bir gün, biz ikimiz
İki kardeş
Yanyana ve omuzomuza
Bileklerimizde
Kitaba ve düşünceye vurulu zincirle
Taşıdığımız
Kitabı, özgürlüğü ve umudu
Göklerinde
Alanlarında gibi yurdumuzun
Ilık nisan güneşini
İçerken yapraklar
Eriyen karın altından topraktan
İnce dal uçlarından ağaçların
Yürüyen kalabalığın içinden”

Gözleri önünde öldürülen kardeşinin bu son anlarını Muzaffer İlhan Erdost şöyle anlatır: “Beni içeri aldılar o sırada. İlhan’ı iki ranzanın arasına yatırdılar, yığıldı zaten. “İlhan İlhan” dedim, ses vermedi.” “İlhan İlhan”, Muzaffer Erdost’un kardeşine söylediği son sözlerdi. Bu sözler o andan sonra bir daha da Muzaffer İlhan Erdost’un peşini bırakmadı.

Ertesi yıl “İlhan İlhan” kitabını yazacaktır. Daha sonra açtığı kitabevine “İlhan İlhan” ismini verir Erdost. İşte “İlhan İlhan Kitabevi”, Muzaffer İlhan Erdost’un kardeşine seslendiği bu son sözcüklerden alır adını. Kardeşinin ölümünden sonra Muzaffer Erdost kendi adına “İlhan” ismini ekleyerek Muzaffer İlhan Erdost yapacaktır ismini. Onu kendi bedeninde, bilincinde yaşatmak istiyordur.

ŞİİRLERDE YAŞAYAN KARDEŞ

Muzaffer İlhan Erdost, kardeşini sadece isminde mi yaşatmak ister, elbette değil. Onu şiirlerinde de yaşatır. “İkinci yeni”nin isim babası olan usta şair Erdost’un şiirlerinde, acının ve kardeş özleminin en derin damarıyla karşılaşırız. Morgda kardeşini gördüğü anı şiirine döker:

“Seni görmeye geldiğim zaman ama sensiz

Soğuk teneşirde çırılçıplak

Bu yaz Akdeniz güneşinin kararttığı gövdende

Açılmış yaraların ve akan kanların yazdığı

Aralık kalan gözlerinin yazdığı

Yüzüne vurulmuş acının yazdığı

Ve artık hiçbir şeyin silemeyeceği

Göğ ekinken vurup biçen

Al at iken kırıp geçen

Zorun ve zulmün bastırdığı günleri” (Muzaffer İlhan Erdost)

Muzaffer İlhan Erdost 1972 yılında Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önünde kardeşiyle birlikte çekildiği o fotoğrafı hiç unutmaz:

“Ve biz geleceğiz bir gün, biz ikimiz
İki kardeş
Duracağız
Fotoğrafımızda durduğumuz gibi
Benim ellerimde kelepçe
Yüzümde yapay bir gülüş

Senin yüzün
İçerde olmanın ve umudun arasında
Ve ilk yıllarında delikanlılığın
Gülüşü
Senin elinde sigara
O hiç sönmemiş gibi duran/
hemen her fotoğrafında
Ankara Adliyesinde/İkinci Ağır Ceza Mahkemesinin kapısında”
(Muzaffer İlhan Erdost)

biz-ikimiz-iki-kardes-941227-1.