Türkiye AKP hükümetinin yaratmış olduğu çok yakıcı, büyük çözümleri zorunlu kılan dönemlerden geçiyor

Biz yürüdükçe egemenler aşınacak

SİBEL UZUN

Türkiye AKP hükümetinin yaratmış olduğu çok yakıcı, büyük çözümleri zorunlu kılan dönemlerden geçiyor. Bir yanımız Soma derken bir yanımız imam hatip okullarına boğuluyor, bir yanımız kadın cinayetleri derken sınır boyları IŞİD vahşetine terk edilmek isteniyor. Karşımızda kafası kesik, sefil bir canavar gibi tüm halkları padişahlık menfaatine kurban etmeye karar vermiş bir AKP duruyor. Bizim bir sözümüz, bizim bir yürüyüşümüz, bizim bir ayağa kalkmamız bu sefilliği gömmeye yetecek. Toplumun nefreti yaratabileceğimiz doğru bir işaret ile alev alev yanmaya gebe bir aşamaya geldi.

Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı’nı Meclis’i bir kenara fırlatıp fiili bir padişah gibi yürütmek istiyor. Bir rantçı olarak ABD’den, emperyalist azgınlıktan ayrı düşmeyi istemiyor. Diğer yandan kendi kafasına asıl uyan gücün de IŞİD olduğu çok açık ortada. Emperyalizmin uşağı olmak için çırpınsa da Ortaçağ’a dönme iştahını açık etmeden yapamıyor. BM’deki konuşması ve düştüğü pozisyon bunun resmidir. G20’de yükselebilmek arzusu ile yanıp tutuşsa da ortama ayak uyduramayan kötü ve zavallı bir işbirlikçi unsura dönüşmüş vaziyette.

Kürt Hareketi’nin karşısında IŞİD’i elinde kolay bir koz olarak kullanabileceğini sandı. Türkiye’deki çözüm sürecini ateşe atmayı ülkenin iç savaşa sürüklenme ihtimalini umursamayacak kadar ayrımcılık peşinde. Egemenlerin sürekli yaşadığı yanılgıyı AKP’de tekrarladı, Kürt halkının direnişinin bu kadar çetin olacağını hesaba katmadı. Ayağına dolanacağını hiç düşünemedi.

Besiye çektiği IŞİD vahşeti, sadece Kürt halkının değil Türkmen halkının, Ezidi halkının da katliamcısı olarak bölge halklarına çok büyük acılar yaşattı. Bugün Urfa sınırında, burnumuzun dibinde Kobanê halkına yaşatılan vahşetin baş sorumlusu AKP’nin gözü dönmüş bölge gücü olma hevesi, ABD ile işbirlikçi siyaseti, halklar arasındaki ayrımcı siyasetidir.

Dibimize kadar dayanmış olan IŞİD vahşetini durdurmak, Kobanê halkının direnişine kuvvet katmak bizim bugün Fırat’ın batısındaki güçler olarak en kritik görevimiz olarak görünüyor. Bölgeye saldırmayı daha büyük vahşetlere yol açmayı planlıyorlar. AKP’nin Meclis açılır açılmaz ilk işi tezkere çıkarmak olacak. Irak ve Suriye’deki gelişmelerle ilgili 2 Ekim’de getireceği tezkereyi, tıpkı 2003’te, Irak İşgali sırasında Meclis’teki 1 Mart Tezkeresi’ni  durdurduğumuz gibi büyük bir toplumsal direnişi örgütleyerek durdurmanın zamanıdır.

IŞİD vahşetinin yalnızca Kürt halkına yönelmediğini toplum biliyor, görüyor. Biz derhal, son hızla bu alçak IŞİD’cilerin halkımızda yarattığı “güvercin tedirginliği”ni söküp atacak bir toplumsal kalkışmayı ortaya koymalıyız. Halkların barışını buradan yeşertebilmenin imkânlarını örmeliyiz. Çözüm sürecine toplumun pek çok kesimi sahip çıkıyor, çözümsüzlüğün yeniden hortlamasını engellemeliyiz. AKP’nin vahşete kucak açmış, sefil dış siyasetinin ürünü olmasını planladığı tezkeresini buruşturup ağzına tıkamalıyız. Tüm kesimleri sarıp sarmalayacak bir kalkışmayla “IŞİD vahşetine dur/ Katil IŞİD defol/ Elini dünya halklarının üzerinden çek/ IŞİD’i besleyen AKP hesap ver/ Emperyalist saldırganlık Ortadoğu’dan defol” ve çok fazla şey diyebiliriz.

Bir kez daha, yine yeniden halkların umudu, bu saldırganlık altında büyük bir deve dönüşüyor koşarak sarılacağı mücadele devini arıyor. İşte bu devi yaratmak muhalefetin yegane görevidir.

Birleşik Muhalefet yanı başımızda
Sınırlarımıza dayanmış bu vahşete karşı, bir avuç sömürücüye karşı tüm toplumu arkamıza alabileceğimiz, olabilir umudunun çağlamasını sağlamış olan Gezi Direnişi’miz var. Gezi Direnişi’nin ardından solun ve muhalefetin pek çok kesimine Gezi’de olduğu gibi hitap edebilmenin pratiğini yaratmış olan Birleşik Muhalefet Hareketi’miz var.

Birleşik Muhalefet Hareketi Türkiye’nin en yakıcı, en merkezi, en ana siyasetini konuşmaya adaydır. Artık Gezi’ye benzer bir bileşimi yakalamış, farklı görüşleri bünyesinde toplamış, demokrasi iklimini yaymış, hepimiz adına önemli bir kimyasal ilacı üretmiş bir hareketimiz var. Bu kimyasalın yakıcılığını Türkiye’nin en önemli gündemlerinin üzerine dökmekte kullanabiliriz. Kimyasalımızı IŞİD’in üzerine dökmekte kullanabiliriz. Hareketimiz, hepimizin umudu olabilecek kalkışmayı yaratabilmenin odak noktası olma özelliğini taşıdığını görebiliriz.

Demokratik tartışma ortamlarını yöntem olarak belirleyen, Gezi’nin devamı olarak forum pratiğini sürdüren Birleşik Muhalefet Hareketi ilerliyor. Birleşik Muhalefet Hareketi’nin İstanbul’da yaptığı büyük forum ne kadar doğru bir yolda olduğumuzu çok açık ve seçik bir biçimde ortaya koydu. Gücümüzü görmemizi sağladı. Yeni imkanlar yarattı. Sovyetler dağılmıştı, 12 Eylül olmuştu. Ama artık bizim de Gezi Direnişi’miz vardı, bizimdi, hepimizindi, anonimdi. Kimsenin değil hepimizin olduğu için dört elle sarılabilirdik. Ardından biz de bir araya gelmenin imkanlarını cesaretle ortaya koyabiliyorduk. Yollardan sonra bir aradaydık. “Niye bir arada değilsiniz?” sorusuna doğru zamanda doğru yanıtı vermenin başı dikliğini de yaşama imkânına kavuşmuştuk. Topluma dönüp “işte bir aradayız”, “haydi düşün yanımıza”, “girin saflara” demenin fırsatı vardı artık ellerimizde.

Gezi gibi bir merkezde, İstanbul’da, herkesle, siyaset üretmenin önemli bir adımını büyük forumumuzla atmış olduk ve buradan yürüyebilmenin işaretlerini çakmış olduk. Forumun en önemli tarafı hedefini seçip yürüyebileceğinin mesajını vermesiydi. Gezi hepimizin başlangıcıydı, bu büyük dönemeçten sonra artık bir arada yürümek düşerdi. Gezi’de birleşen güçler çok farklı ve genişti. Sosyalistler, Kürt Hareketi, ulusalcılar, İslamcılar… İşte forumdaki bir araya geliş bunun başarılabileceğini gösterdi. Birleşik Muhalefet Hareketi’nin İstanbul’daki büyük forumunda başka birçok sol grup, örgüt, parti, farklı görüş ve siyasetten kişilerin katılımını gördük.

Bir kararlılık etrafında yürünebileceğini gördük. Yürümek deyince… Tarihten şöyle bir kesit var; Süleyman Demirel ‘68 döneminde kendi partisinden biri toplumda büyük bir canlılık yaratan yürüyüşlerden rahatsız olduğunu söyleyince her zaman ki katıksız sağcılığı ile toplumu küçümseyen tavrıyla “yollar yürümekle aşınmaz” demiş. Bizim yürümemiz egemenlerin başının en büyük belası. Onların kökünü kazıyacak kadar aşındırmanın her zaman en doğru yolu. Tabii bugüne dönüp AKP’ye, Tayyip Erdoğan’a bakınca Süleyman Demirel türünün ileri bir örneği olarak kalıyor. Dönemin insanlarından duymuşsunuzdur, Erdoğan için “hem sağcı hem hırsız, hem paracı hem yolsuz, hem yobaz hem katliamcı bu kadarını da görmedik.” Çok haklılar.

Erdoğan her yürüyüşe saldırmayı hatta öldürmeyi önüne koyuyor. Her ne hak varsa her ne hukuk varsa kendinden öte olana fazla görüyor. Ölümlerle övünecek kadar gözü dönüyor. Erdoğan IŞİD ile kendini bir görecek kadar vahim durumdadır.
Birleşik Muhalefet Hareketi’miz ortaya çıkan bu vahim güçleri dağıtıp hepimizi güzel günlere kavuşturacak yürüyüşe, koşuya çıkmanın imkânlarını yaratmış bulunuyor.

Hareketimizin bu daveti bize, bu davet hepimize.