Her yıl Almanya’nın Heidelberg şehrinde Theater und Orchester Heidelberg tarafından düzenlenen Heidelberger Stückemarkt Festivali’nde bu yıl konuk ülke Türkiye’ydi. Festivalde yer alan metin yarışması bölümünde henüz sahnelenmemiş oyun metinleri okuma tiyatrosu şeklinde Almanya seyircisiyle buluştu. Oyun yazarı Ömer Kaçar, Recai Hallaç çevirisine sahip ‘Misafir’ adlı oyun metni ile Uluslararası Yazar Ödülü aldı. Almanca oyun metinlerinin […]

Bizden olmayanlara da misafirperver miyiz?

Her yıl Almanya’nın Heidelberg şehrinde Theater und Orchester Heidelberg tarafından düzenlenen Heidelberger Stückemarkt Festivali’nde bu yıl konuk ülke Türkiye’ydi. Festivalde yer alan metin yarışması bölümünde henüz sahnelenmemiş oyun metinleri okuma tiyatrosu şeklinde Almanya seyircisiyle buluştu.

Oyun yazarı Ömer Kaçar, Recai Hallaç çevirisine sahip ‘Misafir’ adlı oyun metni ile Uluslararası Yazar Ödülü aldı. Almanca oyun metinlerinin de dahil olduğu yarışmada Ömer Kaçar’a seyirci oylamasıyla Seyirci Ödülü de verildi. Tiyatro profesyonellerinden oluşan jüri, ‘öteki’ kavramını absürt bir dille ele alan ‘Misafir’ için “Kaçar’ın eseri yabancı düşmanlığı, nefret ve şiddet çekirdeğini inceliyor; bu önemli konuları mizah ve hızlı diyaloglar aracılığıyla önemsizleştirmeden erişilebilir kılıyor” açıklamasında bulundu.

Kaçar’la bir araya geldik ve hem Misafir oyununu hem de yazım serüvenini konuştuk. İlk profesyonel deneyimi olduğunu anlatan Kaçar, okul döneminde de oyunlar yaptığını ve birisinin de Slovakya’da sahnelendiğini söylüyor. Kaçar’a göre geçmiş tecrübeleri öğrenci projeleri olduğu için Misafir ilk profesyonel projesi.

Oyunun ilk okuması Ekim 2018’de Bomontiada’da yapıldı. Tuğrul Tülek’in yönettiği okumalarda şimdiki aşama ise sahne. Kaçar, ilgilinen kişilerin olduğunu ve oyunun önümüzdeki sezon Almanya’da ve Türkiye’de sahnede görülebileceğini söylüyor. Oyunun Almanca çevirisi Recai Hallaç tarafından yapıldı.

Ödül, 30’larına gelmek üzere olan bir yazar için önemli bir şey mi? Şöyle cevap veriyor Kaçar: “Henüz sahnelenmemiş bir metni okumasının yapıldıktan sonra seyirciyle buluşması ve yurtdışında bir ödüle layık görülmesi büyük bir avantaj. İnanılmaz bir motivasyon hatta. Şu an bilinen bir oyun yazarı değilseniz, yazdığınız metnin birileri tarafından okunması ve ardından sahnelenmesi o aşama için muhteşem bir durum oldu. Hem şans hem de biraz kararlılık oldu diyelim bu süreçte. Çünkü ben bir şeylerin olmasını istiyordum. İnandığım bir projeydi. Ve birileri bunu okumalı, görmeli, sahneye taşımayı düşünmeli.”

Üniversitede sahne yazarlığı eğitimi alan genç yazar, serüveninin de o zamanlarda başladığını söylüyor ve ekliyor: “O zamanlarda da ürettiğim oyunlar vardı. Bu oyunda mezun olduktan sonra reklam sektörüne girmeden önce düşündüğüm bir taslaktı ve reklam sektöründe metin yazarı olarak çalıştım ve ardından kendi reklam ajansımızı kurduk. O süre içerisinde sürekli aklımda olan beni meşgul eden bir konuydu. Bir türlü oturup yazmıyordum ama kafamda sürekli çevirdiğim ve şekillendirdiğim bir proje bu.”

MİZAHLA YOĞURULDU

Misafir, bir göçmenlik, bir öteki hikâyesi. Oyunda bir aile var ve bu ailenin bir misafir odası var. Kendi misafir odalarına dahi 20 yıldır girmiyorlar. Sadece misafirler geldiği zaman açılan, ardından bir daha gün yüzü görmeyen, vitrinin ve içinde eşyaların olduğu bir oda bu. Bir gün birden bire eve bir yabancı geliyor. Önce bu yabancıyı garipsiyorlar. Ardından evin bir bireyi olmaya başlıyor. Sonra misafir odasında sakladıkları çok değerli yemek takımını bulamıyorlar, çalınmış ve aralarında konuşurken bir suçlu ilan ediyorlar ve suçlu tabi ki eve gelen yabancı misafir oluyor. Ve suçluyu cezalandırmak için polise haber vermiyorlar. Herhangi bir fiziksel şiddet uygulanmıyor. Ama bütün bunların yanında en büyük cezayı veriyorlar. Hakkında bir haber yazıyorlar. Kaçar bunu ‘medya terörü’ olarak adlandırıyor. Medyanın yabancılara karşı tutumunu, asılsız haberlerini eleştiriyor. Bütün bu oyunu sıkıcı, didaktik ve geleneksel bir formla sunmuyor aksine gündelik, çok kısa diyaloglarla, mizahla veriyor ve bu da oyunun daha anlaşılabilir, mesajının daha kolay ortaya çıkmasını sağlıyor.

Oyunu konuşuyoruz. Kaçar şöyle anlatıyor: “Başlangıçta sadece bir aile hikâyesiydi. Bir ailede geçen ikiyüzlülük, sahtelik gibi durumlar vardı. Sonrasında bu süreci iyi ki geçirmişim, beklemişim diyorum. Çünkü İstanbul’da çok yoğun bir şiddetin var olduğunu gördüm. Bu şiddeti özellikle yabancılara karşı. Şiddet hem medya hem de insanlar tarafından ve bu benim taslağıma çok uygun bir şeydi. Dedim ki neden bunun politik zemini böyle olmasın. Sadece bir aile hikâyesi kimi ne kadar ilgilendirir. O ikiyüzlülük acaba Türk toplumunun ikiyüzlülüğüne dönebilir mi? Bu soruyla şekillendi.”

Peki, yabancıdan kasıt nedir acaba? Mülteciler mi, ötekiler mi? Kimler? Bunun tanımının aile tarafından yapıldığını söylüyor ve ekliyor: “Eve gelen kişiyi tanımlamaya çalışıyorlar. Konuşan birisi olmadığı için dilsiz olabileceğini ardından bir problemi olabileceğini, sonra da yabancı olabileceğine kanaat getiriyorlar ve onun hakkında sizin az önce sormuş olduğunuz gibi kim bu diye sormaya başlıyorlar. Öteki biri. Oyun içindeki diyaloglar referans veriyor seyirciye, bunun kim olabileceğine dair. Mülteci, Afrikalı, Suriyeli, Terörist lafı geçiyor. Benim gözümde kim bu yabancı diye soracak olursanız, bu coğrafyada kendini topluma, başkasına yabancı hisseden herkes. Çok kapsayıcı bir şey. Bütün dünyayı ilgilendiren bir şey.”

ÖTEKİ DEDİĞİMİZ KİM?

Aslında bu da bu yıllarda çok tanıdık olan bir şey bize. Suriye savaşında önümüzden milyonlarca insan gelip geçti. Burnumuzun dibinden. Hala da milyonlarcasıyla beraberiz. Kaçar da bunu fark eden sanatçılardan: “Beni bu temaya zorlayan şey de özellikle Suriyelilerin Türkiye ye geldikten sonra ki tavır değişikliği. Hem medya hem de toplumun tavrındaki değişiklik. İşsiz kaldığımızda onları suçladık. Bir şey çalındığında hırsız ilan ettik. Bir kavga olduğunda döven kişi oldular. Aklınıza ne gelirse yani suçlu her zaman o oldu. Bu özellikle medyanın çok işine gelen bir şey. Kaynağınız yetersizse dikkat çekici bir haber yapmak istiyorsanız, manipülasyona başvurursunuz. Manipülasyon da nefret söylemiyle başlıyor. Toplumla medya arasında bir el sıkışma durumu. Çünkü biz kendimizi öyle daha güvende ve huzurlu hissediyoruz. Oysaki Türk misafirperverliğinden bahsediyoruz. Biz çok misafirperveriz diyoruz. Bütün dünya bizi böyle biliyor. Şu an evimize bir misafir geldiğinde ona çay kahve ikram ediyoruz. Bayramda baklavalar, normal zamanlarda kurabiyeler yapıyoruz. Ama ülke olarak ne kadar misafirperveriz. Ben bu soruyu soruyorum. Bireysel olarak misafirperveriz. Öyle görünüyoruz. Ama bir yabancıya karşı bizden olmayan birine karşı misafirperver miyiz?”

Gerçekten de ne kadar misafirperveriz? Oyun metni bunu çok iyi bir şekilde sorguluyor. ‘Misafir’ metnini okuyan şanslı kişilerdenim. Şimdi merakla oyunun sahnelenmesini bekliyorum. Oyun sahnelenince belki bir de yönetmeniyle konuşuruz, bu soruların cevabını bir de öyle ararız.