Kuir sinema örneği Çilingir Sofrası, 33. Ankara Film Festivali’nde yarışacak. Yönetmen Güven, LGBTİ+ karşıtı protestolara tepki gösterdi: Bu nefret suçuna ortak olan herkes tarihte kara bir leke olarak anılacaktır.

Bize örülen duvarları yıktık
Fotoğraf: Bekircan Güven

Işıl ÇALIŞKAN

İstanbul Film Festivali’nden sonra Adana Altın Koza Film Festivali’nden aldığı ödüllerle dikkatleri çekmeyi başaran “Çilingir Sofrası”, bir kuir sinema örneği. İki eski lise arkadaşını geçmişleriyle birlikte Beyoğlu’nda bir çilingir sofrasında buluşturan film, seyirciyi duyguların dehlizinde bir yolculuğa çıkarıyor. Ali Kemal Güven’in senaryosunu yazıp yönettiği filmde, Ahmet Rıfat Şungar ve Barış Gönenen rol alıyor. Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde de izleyicinin beğenisiyle karşılanan filmin şimdiki durağı 33. Ankara Film Festivali. Ali Kemal Güven ile Çilingir Sofrası’nı konuştuk.

Başından sonuna bir Çilingir Sofrası’nda geçen bir film seyirciyi bu kadar içine almayı nasıl başardı? Bunun sırrı neydi?

Bunun bir sırrı ya da formülü yok. Kalpten, hesapsız ve matematiksiz bir yazım süreciydi benim için. Kimse bana karışmadı. Yapımcılarım beni özgür bıraktıkça kalemim yeşerdi diyebilirim. Sanırım bu samimiyet ve kreatif özgürlük izleyiciyi hemen alıp, onları filme hapsediyor.

Film, 41. İstanbul Film Festivali’nde Onat Kutlar anısına verilen Jüri Özel Ödülü’nü aldı. İki başrol oyuncunuz da bu yıl Adana Altın Koza’da “En İyi Erkek Oyuncu” seçildi. Bu seçiminizi doğru yaptığınızın da bir kanıtı sanırım. İsimleri neye göre belirlediniz?

Evet, ikisiyle de çok gurur duyuyorum. Hatta İstanbul Film Festivali’nde Demet Evgar öyle güzel bir konuşmayla ödüllerini verdi ki, ağladığımı itiraf etmeliyim. Bana güvenecek, benimle birlikte çalışmaktan ve üretmekten keyif alacak, ama en önemlisi işini disiplinle sahiplenecek oyuncular arıyordum. Aynı zamanda erkek ve kadından öte bir insanı sevmek ve özlemek nedir anlayabilmeliydiler. Ne mutlu ki, olağanüstü, iki dev aktörle yollarım kesişti. “Bildiğiniz tüm oyunculuk maharetlerinden kurtulun ve sadeleşin” dedim onlara. Oynamadılar yani, karakterlerine dönüştüler. Hepimiz için güzel bir çalışma oldu.

Çilingir Sofrası bir kuir sinema örneği. Günümüzde ne yazık ki politik bir zemine oturuyor. Sınırlarınız var mıydı yönetmenlik koltuğuna oturduğunuzda?

Hayır, sınırlarım yoktu. Tam olarak ne hayal ettiysem yazdım ve çektim diyebilirim. Biz Seda Özkaraca’yla Witchcraft Films’i kurduğumuzda kendimize bir söz verdik; bize örülen ya da örülmek istenen tüm duvarları yıkıp, cesur ve özgür hikâyeler anlatacağız diye yola çıktık.

LGBTİ+ karşıtı yürüyüşlere filminizle cevap veriyorsunuz aslında ama yine de sizden duymak isteriz. Neyden korkuluyor bu kadar?

Bilmiyorum, öyle üzgünüm ki... O korkunç yürüyüşten, “İdam edilsinler” gibi sloganlar duymak kan dondurucu. “Aileyi tehdit ediyorlar” diye hedef gösterdikleri LGBTİ+ bireylerin hepsi zaten bir ailenin parçası; birinin biricik kızı, canı oğlu, sırdaşı, avukatı, komşusu, doktoru... Çok ayıp, çok! Ben Türkiye’nin tüm farklılıklarına rağmen bir çilingir sofrasında oturup kadeh tokuşturabilecek insanlardan oluştuğuna inanıyorum. Bizimkiler, Şehnaz Tango, Huysuz Virjin izleyerek büyüyen herkes benim ne demek istediğimi anlayacaktır... Bu nefret suçuna ortak olan herkes tarihte kara bir leke olarak anılacaktır diye düşünüyorum.

Çilingir Sofrası 33. Ankara Film Festivali’nde de yarışacak.

Çilingir Sofrası’nın festival macerası devam ediyor. Yıllar önce Ankara Film Festivali’ne kısa filmim “Cahide’nin Açık Evliliği”yle katılmıştım. Şimdi ilk uzun metrajımla katılacak olmak, çemberin tamamlanması gibi hissettiriyor… Filme çok sevdiğim Ankara seyircisinin vereceği tepkileri de merak ediyorum. Ekipçe orada olacağız.

***

FİLM, YAŞADIĞIMIZ DÖNEMİN ÖZETİ

Aslında toplumsal normların dışına çıkmamaya dair bir film. Yaşadığımız dönemle ne kadar ilişkili sizce?

Maalesef film yaşadığımız dönemin kısa bir özeti gibi geliyor bana. Bence toplum da bu dönemden oldukça mutsuz. İnsanlar bunaldılar... Mesela Adana Film Festivali’nde hiç tahmin etmeyeceğim bir seyirci kitlesi filme geldi ve alkışladı. Amcalar, evli çiftler, abiler yanımıza gelip, “Oh be içimiz açıldı” dediler. Bu iç açıcı bir film olduğu için değil, ben ne demek istediklerini anlıyorum... İnsanlar baskılardan, yasaklardan yoruldular. Filmi izleyen herkes bir süre sonra, “Bırakın mutlu olsunlar” hissine kapılıyor. Bence Yusuf Efe ve Emir Can bir çift olabilselerdi apartmanlarındaki en sevilen komşu olurlardı.