Türkiye, sosyalist bir cumhuriyet seçeneğine doğru nesnel bir biçimde yönelmişken, sosyalistlerin kendi miraslarının bütününü sahiplenmesinin, bu mirasın cevherini kuşanmasının zamanı gelip çatmıştır

Bizim büyük aile ağacımız

Gökhan Atılgan

Türkiye’de hâkim sınıfların en büyük başarılarından biri, sosyalist solu siyasal alanın dışında tutmak için her türlü yöntemi mübah sayıp kullanmakta ustalaşmış olmasıdır. Cebr ile, hile ile, iftira ile, katl ile, kanun ile, müsadere ile, tertip ile, tuzak ile sosyalistler saf dışı edilmiş, yayınları yasaklanmış, örgütleri dağıtılmış, önderleri öldürülmüş, taraftarları sindirilmiştir. Böylelikle, avcılığını yaptıkları oy sahipleri açık av sahasına sürülmüş, bilumum sağ kanat siyasî partiler ve akımlar bu sahada engelsizce avlanmıştır.

Kazlar ve topraklar
Bunların aralarında anlaşamadıkları tek şey, OTÇKÇ ile KAÇOTÇ hikâyesinin çarpıtılmış bir versiyonundaki nüanslar olmuştur. Açalım. Büyük siyaset bilimci Bertell Ollman, en önemli makalelerinden birine 15. yüzyıldan bir anonim halk şarkısıyla başlar.1 Şarkının sözleri şöyledir: “Kanun tıkıyor hapse erkeği ve kadını / Çaldığında toprağın üstündeki tek bir kazı / Ama kazın altından çalanlar toprağı / Büyük hain onlar ama; serbest elleri kolları...” Şarkıdaki ortak topraklar, her ne kadar geç ortaçağ döneminde feodal soylular tarafından özel mülk olarak değerlendirilse de, aslında, emek veren herkesindir. Siyaset bilimciler, aradan on yıllar ve yüz yıllar geçmiş olsa bile, temelde, bu İngiliz halk şarkısındaki hikâyenin bir tarafından tutarak işe koyulmaya devam ederler. Kimi ortak topraklardan çalınan kazlar üzerine çalışır (işte OTÇKÇ); bunlar büyük bir çoğunluk oluşturur. Kimi de kazların altından çalınan topraklar üzerine çalışır (işte KAÇOTÇ); bunlar ise minicik bir azınlıktır. Ortak topraklardaki kazlardan birini çalan kişiyi görebilmek kolaydır. Gelgelelim, kazların altındaki toprağı çalanı görmek, hâliyle, o kadar kolay değildir. Zira, çalma eyleminin adım adım gerçekleştiği uzun zamansal süreci ve büyük resmin yerleştiği mekânsal özellikleri doğru ve sımsıkı kavramayı gerektirir. Elbette bu kavrayışlar için siyasal çeldirmeleri ve ideolojik başaşağılıkları da hesaba katmak zorunludur.

Sağcılar ve sosyalistler
Türkiye’nin sağ kanat partileri, kanaat önderleri ve münevverleri bu hikâyeyi kendilerine göre çarpıtarak on yıllar boyunca sahneye koymuşlardır. Hem ortak topraklardan kaz çalınmasını, hem de kazların üzerinde gezindiği toprakların kendisinin çalınmasını kâh gizlemeyi, kâh meşru göstermeyi iş edinmişlerdir. Büyük patronlarına ortak toprakları, onlar adına iş görenlere de topraklar üzerindeki kazları çalmak hak olarak görülmüştür. Kanunlar, olur da fakir fukara açlıktan ötürü bir tek kaz çalmaya yeltenirse, onu suçlu çıkarmak ve ona ceza kesmek için çalıştırılmıştır. Alışların, verişlerin ve çalışların hangi düzenekler, hangi süreçler ve hangi ilişkiler sayesinde mümkün olduğuna işaret edecek kişilerin (işte sosyalistler!) mekâna yaklaştırılması, yaklaştırılsa bile içeri sokulması, içeri sokulsa bile etkinlik göstermesi, etkinlik gösterse bile eşit haklara sahip olması elbette sakıncalı görülmüştür. Sosyalistlerin yasaklanarak, suçlanarak, yargılanarak, işkencelerden geçirilerek, öldürülerek, sürgün edilerek siyasal alanın dışında tutulması ya da dışına atılması kapitalist soygun düzeneğinin abdestli mi yoksa abdestsiz mi, gülsuyu dökülerek mi yoksa parfüm sıkılarak mı, ezan ve ud sesleri eşliğinde mi yoksa marş ve piyano sesleri altında mı, askerî vesayet gölgesinde mi yoksa sivil vesayet gölgesinde mi çalışacağına ilişkin siyasal rekabetten hiç etkilenmemiştir. Sosyalizm karşıtlığı ve hatta düşmanlığı sağın bütün renklerini (muhafazakârlığı, İslamcılığı, milliyetçiliği, ırkçılığı, liberalizmi) yatay kesmiştir.

Sağcı seçkinler ve sosyalist öncüler
Sağın siyasal seçkinleri ve münevverleri oldum olası mülke, şahsî çıkara, avantaya, himmete ve safahata düşkün olmuştur. Sosyalist siyasetin öncüleri ve aydınları ise hiçbir şahsî çıkar gözetmeksizin, fakirler, ezilenler, horlananlar, arkasızlar lehine bir düzen için her türlü belânın, kazanın, cezanın, mahpusun, sürgünün, urganın, kurşunun üzerine üzerine yürüyerek söz söyleme ve eyleme cesareti gösterebilmiştir. Bütün kamusal imkânlar birincilerin hizmetine serilirken, ikincilerden özellikle ve titizlikle esirgenmiş, saklanmış ve uzak tutulmuştur. Hatırlayalım; Necip Fazıllar, Peyami Safalar Örtülü Ödenekten beslene beslene kalem oynatmanın erbabı olmuşlardır. Birincilerin parayı bastırması, ikincilerin canını dişine takması gerekmiştir. Ne de olsa, devlet ve sermaye birincilerin sırt sıvazlayıcısıyken ikincilere can düşmanı kesilmiştir.

Öldürüşler ve can verişler
Tekmil cumhuriyet tarihi sosyalist sola hınçla vurulan öldürücü darbelerin neredeyse ritmik bir seyir izlediğini gösterir. Unutmayalım; Cumhuriyetin doğum lekelerine ilk sosyalistlerin kanı bulaşmıştır. Gelmiş geçmiş bütün darbeler sosyalist solun canına okumayı birinci vazife bilmiştir. Darbeler arasında kalan zamanlarda müesses nizama bağlı siyasetçiler, münevverler, kanaat önderleri, paramiliter çete liderleri, yargılayıcılar ve yasa yapıcılar sosyalizm avcısı olarak çalışmıştır. Sanatlarda, edebiyatta, siyasal ve sosyal kuramda, akılda, vicdanda ve yürekte memleket toprağının en seçkin, en verimli, en kabiliyetli, en cesur, en eliaçık, emeğe, halka ve memlekete en hürmetkâr ve gönülden bağlı evlatları sosyalistler iken ve bunlar daima öyle yahut böyle susturulurken, sırtını devlete ve sermayeye yaslamış sağ kanat seçkinlere sınırsızca konuşma ve eyleme alanları açılmıştır.

Sığınaklar ve teraneler
Neredeyse yüz yıl boyunca emekçi halk ile sosyalistler arasına atılan nifak tohumları, hep aynı teranenin makamsızca tekrarlanışından ibarettir. Bu teranenin içinde bayrak vardır, vatan vardır, namus vardır ve din vardır. Her biri, her bir emekçinin yüreğinin en hassas köşesinde, en has tahtında kurulu bulunan bu değerleri sığınak yapan sağ kanat siyasetçi ve münevverlerin hikâyeleri azıcık kurcalanınca, bu değerlerin hepsinin de paraya ve sermaye tahvil edilebildiği görülür. Bu bir tesadüf değildir. Zira hepsinin sembollerinden, afiriklenen kazlar ve kazların altından çalınan topraklar için kılıf yapılmıştır. Kazların ve toprakların çalındığını parmağıyla göstermekle kalmayıp hayatları pahasına engellemeye çalışan sosyalistlere ise “bayrak indirici”, “vatan satıcı”, “ırz düşmanı” ve “din celladı” denmiştir.

Acı gerçekler
Bu trajik ve dramatik tarihin en acıklı yanı, ritmik vuruşlarla ezilen sosyalist solun içsel bağlarının da büyük oranda koparılabilmiş olmasıdır. Aslında, buraya kadar söylenenlerin hepsi de bu acı gerçeğe işaret etmek içindir. Devletin ve sermayenin sosyalist solu ezmeye yönelik her harekâtı, birikimin ve mirasın devrini de engellemiş, her dönemin sosyalist hareketi ve örgütü tarihi âdeta kendisiyle başlatmak durumunda kalmıştır.

Nesiller arası kopukluk da, diyorlar buna; belki de Türkiyeli sosyalistlerden daha iyi kimse bilmez onu. Oysa bakınız kapitalizmle kankardeşliği bâki olan milliyetçiler, mukaddesatçılar, muhafazakârlar ve İslamcılar, kendi nesillerini yetiştirirken mürşidlerine nasıl da sahip çıkıyorlar. Kitaplarını yaldızlı, varaklı, şömizli basıyorlar; cilt cilt dağıtıyorlar. Adlarına geceler tertipliyorlar, sempozyumlar, konferanslar, paneller düzenliyorlar, internet siteleri kuruyorlar. Okullar, kütüphaneler, kültür merkezleri açıyorlar. İsimleriyle, resimleriyle, cisimleriyle nesilden nesile yaşatıyorlar. Sosyalist solun aile büyüklerine, kahramanlarına, öncülerine, liderlerine, neferlerine ve emektarlarına gelince… Bazılarının adı bile unutulmuş. Bazılarının kitapları ancak sahaflarda, nadir kitap satan internet sitelerinde bulunabilir duruma gelmiş. O güçlü, o köklü miras sanki sahipsiz kalmış…

Beliren seçenek
Türkiye’nin içinden geçtiği sürecin etraflıca bir siyasal analizi, bize neyi sezdiriyor? Türkiye kapitalist siyasetin türlü versiyonlarını tükete tükete 21. yüzyılın ilk çeyreğini yarılamış durumdadır. Sağ Kemalizm, liberal muhafazakârlık, kapitalist milliyetçilik, liberal İslamcılık… Hepsi denene denene Türkiye’ye bir ışık, bir aydınlık, bir güleryüz, bir kardeşlik, bir dayanışma ve bir büyük insanlık veremeyecekleri konusunda rüştünü ispat etmiştir.

Attıkları nutuklar, sözlendirdikleri vaatler, şehirleri donattıkları posterler ve dağıttıkları paket paket yardımlar kazınınca altından hepsinin de ya kazları ya da kazların üzerinde yaşadığı toprakları çalmakla meşgul olduklarına dair veriler çıkmıştır. Türkiye kapitalizmine yön verenler, kapitalizmi kapitalizm olmaktan bile çıkarmayı başarmış, bir barbarlık düzenini ceste ceste inşa etmişlerdir. Kala kala tek seçenek kalmış, yana yana tek kurtuluş ışığı belirmiştir. O da sosyalizmdir.

Aklımız, yüreğimiz, yumruğumuz
Türkiye, sosyalist bir cumhuriyet seçeneğine doğru nesnel bir biçimde yönelmişken, sosyalistlerin kendi miraslarının bütününü sahiplenmesinin, bu mirasın cevherini kuşanmasının zamanı gelip çatmıştır. Burada sözü edilen, grup, fraksiyon, belirli bir parti ya da örgüt mirası değildir. Türkiye sosyalizminin tekmil mirasıdır. Sosyalist gruplar, partiler, hareketler yahut akımlar sadece kendi gruplarının ikonik ya da sembolik miraslarını meydanlara çıkarmakla yetinmemelidir artık. Tüm sosyalistler, sosyalizmin tüm mirasına eksiğiyle, fazlasıyla, kusuruyla, doğrusuyla, elbirliğiyle, kardeşçe, önyargısızca, saygıyla, hürmetle sarılmalıdır. Gelin büyük üstadımız Nâzım Hikmet’imizin dizelerinden uyarlayarak formüle edelim: O miras bizim dünümüz, bugünümüz ve yarınımızdır. En büyük ustalığımız, en ince hünerimizdir. Aklımız, yüreğimiz ve yumruğumuzdur. “Mübarek alnındaki yara yeriyle” bizim kendisine sarılmamızı beklemektedir.

Büyük aile resmimiz
Sadete gelirken Korkut Boratav Hocamızın bir dikkat çekmesini2 hatırlayalım: Moskova’da Kremlin yakınlarındaki Aleksandrovski Bahçeleri’nde bir dikilitaş vardır. Bu dikilitaş, “devrimci hareketlerin liderlerini ve öncü sosyalist düşünürleri anmak amacıyla” ve Lenin’in direktifiyle Ekim Devriminin birinci yıldönümünde dikilmiştir. Üzerine, Marx’tan, Lassalle’a, Bebel’den Thomas More’a, Bakunin’den Çernişevski’ye on dokuz tarihsel şahsiyetin ismi nakşedilmiştir. Bu isimler arasındaki anlaşmazlıklar ya da farklılaşmalar, sınıfsız toplum amaç ve özleminde değil, bu amaca ulaşmanın yol ve yöntemindedir. Bu bakımdan da hepsi aynı “büyük aile”nin birer mensubu olarak görülmüştür. Bu görüş, Ekim Devriminin o çok geniş perspektifinin ve proletaryanın olgun geleneğinin bir hüneridir.

Türkiye’de sosyalizmin “büyük aile ağacı” ya da “dikilitaş”ı dikilecekse, üzerine nakşedilecek isimler için yalnız başına Mahir, yalnız başına Deniz, yalnız başına İbrahim, yalnız başına Dr. Hikmet, yalnız başına Boran, yalnız başına Bilen, yalnız başına Suphi, yalnız başına Aybar yetmez! Önce bu aile büyüklerimizin hepsini bir araya getirelim. Mahir, Deniz, İbrahim, Hikmet, Boran, Bilen, Suphi, Aybar bir arada görünsünler. Sonra resmi daha da genişletelim. Şefik Hüsnü’yü, Ethem Nejat’ı, Zehra Kosova’yı, Ziynetullah Nuşirevan’ı, Reşat Fuad’ı, Mihri Belli’yi, Nâzım Hikmet’i, Sabahattin Âli’li, Vedat Türkali’yi, Nâzım Nemsor’u, Salih Hocaoğlu’nu, Sadrettin Celâl’i, Sabiha Sertel’i, Kerim Sadi’yi, Suat Derviş’i, Sadun Aren’i, Tarık Ziya’yı, bir dönem için Çetin Altan’ı, Doğan Avcıoğlu’nu, Fatma Nudiye Yalçı’yı, Sinan Cemgil’i, Hüseyin Cevahir’i, Harun Karadeniz’i, Ulaş Bardakçı’yı, Hüseyin İnan’ı, İdris Küçükömer’i, Yusuf Aslan’ı, Halit Çelenk’i, Şükran Kurdakul’u, Nihat Akseymen’i ve daha nicelerini çerçeveye yerleştirelim. Yetmez! Daha da genişletelim. Bedreddin’i, Börklüce’yi, Köroğlu’nu, Pir Sultan’ı, Yunus Emre’yi, Mimar Sinan’ı, Tornacı Rahmi’yi, Hasan oğlu Hüseyin’i, Hatçe Kadın’ı, sayacı İsmail Usta’yı, elektrikçi Nuri’yi, Bolşevik Osman’ı ve daha nicelerini de resme dâhil edelim. Yine de yetmez: Yaşar Kemal’i, Orhan Kemal’i, Lemi Nihat’ı, Mina Urgan’ı, Halet Çambel’i, Abidin Dino’yu, Bedri Rahmi’yi, İbrahim Balaban’ı, Tülay German’ı, Zülfü Livaneli’yi, Nail Çakırhan’ı, Ahmed Arif’i, Hasan Hüseyin’i, Yılmaz Güney’i, Melih Cevdet’i, Asaf Çiliytepe’yi, Ruhi Su’yu, Alâaddin Bilgi’yi, Mehmet Selik’i ve daha nicelerini de bu resmin içine katmayı unutmayalım.

Hayatlarını sınıfsız, sömürüsüz, eşitlikçi, özgürlükçü bir toplum idealine adamış nasıl da büyük bir aileyiz değil mi? Aslında burada ismini zikredebildiklerimizden daha çok zikredemediklerimiz var. Sanıldığından daha geniş bir mirasımız, tahmin edilen daha büyük bir ailemiz var. Bu “büyük aile”, sosyalizmi, Türkiye için yeni bir seçenek olarak belirirken daha güçlü, daha köklü, daha kabiliyetli, daha donanımlı ve daha özgüvenli kılacaktır.

Hamiş
Sevgili BirGün Pazar okuyucuları, bu yazıyı yazma fikri, aklıma, Yordam Kitap için “Türkiye’de Sosyalist Düşüncenin Klasikleri” dizisine yeni bir kitap hazırlarken düştü. Kitap, Türkiye’de sosyalizmin atalarından Şefik Hüsnü’nün Toplumsal Sınıflar, Türkiye Devrimi ve Sosyalizm adlı kitabı. Bakarsınız bu yazıda işlediğim temaya uygun yazıları sizlerle paylaşmaya devam ederim. Hepinize selam ederim.

Dipnotlar:
1 Bertell Ollman, Diyalektiğin Dansı: Marx’ın Yönteminde Adımlar (İstanbul: Yordam Kitap, 2008), 189-212.
2 Korkut Boratav, Türkiye’nin Faşizmleri ve AKP (Ankara: İmge, 2015), 203-205.