Sulukuleliler İstanbul’un birçok semti

Yakın bir tarihte yüzleşeceğimiz, pek büyütülen İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması için kültürel alanların yok edilmesi başarıyla sürüyor! Kültür ve tarihsel zenginlik adına gelecek olanlara -artık dünyada pek çok yerde tartışılmaya başlanan- kentlerin kalbine saplanmış büyük kuleler gösterilecek. Anımsanacağı üzere, geçtiğimiz aylarda İzmir’in Expo 2015’i kaybetmesinin asıl nedenleri tartışılmadı ama Allianoi’nin yok sayılarak su altında bırakılması en önemli nedenlerdendir.

Hükümet “İstanbul’u yenileme” çalışmalarına ara vermeden devam ediyor. İnsanları yaşadıkları yerlerden kopartarak, bilmedikleri yerlerde yaşamalarına zorluyor.  Bu süreci ağır yaşayanlardan, ‘Kentsel Dönüşüm Projesi’nin bir diğer kurbanı, tarihiyle bildiğimiz Sulukule. Geçmişi 1054 yılına kadar uzanan bu tarihi bölgenin sakinlerinin, kentin 40 kilometre dışına yerleştirilmesi, tarihi bir kültürün kaçınılmaz yok olma sürecini de beraberinde getirecek.

Çok eski bir yerleşim yeri ve  doğal olarak tarihi değere sahip Sulukule’nin sakinleri, İstanbul’un birçok semtinde uygulanacak ‘Kentsel Dönüşüm Projesi’ne karşı soluksuz mücadelelerini sürdürüyor. Yıkımlara karşı birlik olan Sulukuleliler, “Sonuna kadar direneceğiz” diyor. 

Onlara destek veren çok uzakta bir yönetmen var. Adı Tony Gatlif. Gatlif geçen hafta İstanbul Film Festivali için İstanbul’daydı ama yıkımla karşı karşıya kalan Sulukule’yi ziyaret etmeyi de ihmal etmedi.  Çok uzaklardan gelen bu desteği Sulukuleliler yakınlarından da görmek istiyor ama küçük bir destek dışında pek de ilgilenen olmamış.  Aklımızda kalanlar Sulukule Platformu’nun gönüllü katılımcıları, Karşı Sanat Ressamları ve  İTÜ öğretim görevlisi, klarnet sanatçısı Serkan Çağrı’nın girişimleri...

Geçen hafta yaptığımız Başıbüyük ziyaretimizden sonra araştırmacı sosyolog Ali Şimşek ile Sulukule’ye gittik... Mahallede Asım Amca karşıladı bizi. Bir bir anlattı yaşadıklarını ve neden direndiğini... “Devletin stratejisi belli; böl, parçala, birbirine düşür ve yok et. Burada ve diğer yerlerde ‘Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında bunu yapmaya çalışıyorlar. Ama biz sonuna kadar mücadele edeceğiz” diyor.

Çünkü onlar başlarına gelecek olanları biliyor. Tıpkı Yakuplu örneğinde gördüğümüz gibi... Onlar da yerlerinden edilerek 11 yıl önce Yakuplu’ya yerleştirildi ama şimdi oradan da çıkın diyorlar... Asım Amca, uzun uzun anlatıyor: “Devlet yoksul insanların yaşadığı yerlerde olan her şeyi abartarak, bizi ‘kötü’ göstererek yıkımı meşrulaştırmaya çalışıyor, kötülük varsa her yerde var... Madem kötü, o halde buralarda hiç olay duydunuz mu? Tek derdimiz yaşam alanımız, barınma hakkımız, başka bir şey değil. Bu söylemler hepimizin çok ağırına gidiyor” diyor.

Asım Amca’nın anlattığı bize, Başıbüyük ile ilgili Zaman gazetesinde yapılan haberi anımsattı. Başa ancak bu kadar ayak olunur dedirten, basın yayın ilkelerini hiçe sayan yalan gazetecilikle insanlar karalanmaya çalışılmıştı. O da unutmamıştı o haberi. “Biz Zaman gazetesinin yaptığı haberle ilgili gereken açıklamalarımızı yaptık... Uluslararası alanda da gerçekleri dile getirerek sesimizi çıkartıyoruz” diyor.

“Sadece burasıyla ilgili değil, dünyanın her yerinde uygulanacak bu proje. Ben dedim ki, Sulukule’de, ne yaparlarsa İstanbul’da da onu yapacaklar. İstanbul bitince Türkiye genelinde uygulanacak. Bu, burayla bitmeyecek, herkes biliyor. Bu da emperyalist faşizmin bir ayağı…” diyor Asım Amca ve konuşmaya devam ediyor: “Yıkımlara muhatap olanlarla sürekli bir araya gelerek neler yapılabilir yönünde yollar aramaya çalışıyoruz. Birbirimizi destekliyoruz. Organize bir şekilde olmasa da toplanıyoruz. Ama şunu çok iyi biliyoruz; daha iyi bir şekilde örgütlenirsek zaten iş biter, sokaklar bizim olur. Belki yıkacaklar ama yıktıklarının yerlerine hiçbir şey yapamayacaklar” diyor.

“Burası gerçekten antik bir bölge. 5 metre kazsanız Osmanlı, 10 metre kazsanız Bizans, 15 metre kazsanız Roma çıkıyor. Biz bu medeniyetlerin birikimiyle geldik. Şimdi bize gidin diyerek kültürü yok ediyorlar.”

Mahalleyi dolaşırken enkaz yığınlarıyla karşılaşıyoruz, enkazlarda ise açıkta hâlâ elektrik akımı bulunan kablolar duruyor, çocuklar da  bu enkazlarda oynuyor çaresizce oyunlarını... Fatura, bir yandan başına geleceklerden habersiz çocuklara kesiliyor. Tıpkı Sezgin’in başına gelenler gibi... Sezgin henüz 10 yaşında bir çocuk. Evinin karşısındaki enkaz yığını arasında oynarken molozlar yüzünden parmağını kaybetmiş.  Onlar şimdi çaresizce hukuk kapılarını zorluyor. Bugün ise sesleri daha yüksek çıkacak   Sulukulelilerin. Çünkü bugün Hıdrellez. Surların içinde kutladıkları bayramlarını bugün saat 15:00’te surların dışına taşıyacaklar ve kamuoyu oluşturacaklar, sizleri de bekliyorlar... Onlara destek verenleri yine yanlarında olmaya çağırıyorlar.

 

Ali Şimşek  Araştırmacı-Karşı Sanat Çalışmaları

 

Soylular tekrar merkeze!

Cristopher Lash, 80 sonrası mekânsal dönüşümü ‘seçkinlerin isyanı’ olarak adlandırır. Bu şu anlama gelir: Üst gelir grupları (üst orta sınıf-yeni orta sınıf ve burjuvazi) kent merkezlerini yoksullara terk edip, kentin dışında güvenli lüks sitelerine çekilir. Sanayisizleşmenin de etkisiyle çöküntü alanlarına dönüşen kent merkezleri yoksullara bırakılır. 1980’lerden itibaren siteleşme sürecinde buna Türkiye’de Kemer Country, Kasaba gibi adlar altında fazlasıyla şahit olduk. Yoksullar ve alt sınıflar görünürlülük alanlarının dışına atıldı. Hijyen siteler(!) kirli ve döküntü şehre karşı Arkadya (Cennet) işlevi görecektir. Burjuvazi ilk kez merkezi terk edecektir. Baron Haussman’ın, 19. yüzyıl Paris’indeki kentsel dönüşümü düşünüldüğünde (merkezi geniş bulvarlarla yeniden denetlenebilir hale getirmek) bu önemli stratejik değişimdir. Yalnız neo liberalizmin ‘kentsel dönüşümü’ düşünüldüğünde önemli bir kırılma daha gerçekleşir. Soylulaşma dediğimiz bu süreçte, kentin tarihi, eski semtleri yoksullardan arındırılarak, yeniden tarihselleştirerek, restore edilerek üst gelir gruplarına açılır. Vitrini gayet parlak bu dönüşüm, İstanbul’da öncelikle Beyoğlu-Pera bölgesinde uygulanır. (1986 sonrası Ortaköy’ün soylulaştırılmasından sonra 1991’den itibaren Vitali Hakko öncülüğünde ve Beyoğlu Emniyeti’nden Hortumcu Süleyman desteğiyle gerçekleşen dönüşüm). Kültür-sanat ve festivalizm makyajıyla gerçekleşen bu dönüşüm, çoğu zaman sol bir duyu için bile gözden kaçar. Çünkü solun önemli kısmı da bu mekânlara tıkılıp kalacaktır; kültürel sermayesi yüksek bir kesim olarak. Bu mekânsal dönüşüm insanları yoksulların görüntüsünden arındıran ‘loş bir ışık’ estetiği de doğuracaktır. Üstüne bir de ‘suşi’ ve ‘capuçino!” Neo-liberalizmin 2001 sonrası krizi gayrimenkul alanını fazlasıyla şişirecektir. Son yıllarda Haydarpaşa limanındaki inşaat araçlarının sayısı bu sürecin ‘pençeli’ grotesk bir imgesi olarak, vapur yolculuklarımıza eşlik ediyor. Gayrimenkule bu yüklenme, soylulaştırma sürecini hızlandıracaktır. İstanbul’da, tarihi yarımada ‘asit etkisiyle’ bunu yaşayacak. Çünkü soylulaşmanın en büyük makyajı kültür-tarih (retro) ve sanat oluyor. Dur denilemezse, belli bir süre sonra tarihi yarımada ‘kültür mirası’ ve koruma adı altında yoksullardan ve orta sınıflardan temizlenecektir. Süreci hızlandıracak kozlardan biri de yoksulları ihbar eden bir suç ve ‘kirlilik’ retoriği olacaktır. Sulukule’de gerçekleşen kentsel dönüşümü bu çerçevede düşünmek gerekiyor. Gelecekte semt, yabancılar da dahil üst gelir gruplarına ve yeni orta sınıflara, yeni Osmanlı-Bizans-Roman makyajıyla konut, rezidans olarak sunulacaktır. Romanlar orada olamayacak ama imgesi başka kesimlere bir kültürel makyaj olarak, kültürel bir salata olarak sunulacaktır. Kültür iktisadı ve sınıfı yine gizleyecektir. Seçkinler tekrar isyan ederek merkeze dönüyorlar! Ama bu sefer işleri kolay değil, çünkü tarih ve sınıf savaşı da merkeze geri döndü. Kolay gelsin. Ama kolay olmayacak... 19. yüzyıl gibi…

 

Derya Nüket Özer  Sanat Tarihçisi

 

Sulukule mektubu

Sulukule vakanüvisi gibiyim… Yazmalı. Unutmamalı.

Sulukule’de ne var ne yok?

Sessiz bir savaş alanı gibi Sulukule. Belediye ekiplerinin artlarında bıraktıkları yıkıntılar içinde çocuklar oynuyor. Kazalar oluyor. Sezgin bir parmağını kaybetti, Doğuş’un kafasında bir çatlak var. Tam da mahalleli “kaldırın şu molozları” diye imza toplarken oldu kazalar. 

Evler yıkıldıkça yaşam dengeleri de altüst oluyor. İnsanların birbirlerine tutunarak kurdukları yaşam örgüsünün hızla çözülmesiyle evlerin içinde gizlenen, yoksulluğun ve itilmişliğin en acı sonuçlarını anlatan yaşam hikâyeleri bir bir sokağa dökülüyor. İç burkan, kimi zaman insanı dehşete düşüren ama insanoğlunun yaşama gücüne hayran bırakan yaşam hikâyeleri.  Çocuklara “en büyük hayalinizin resmini yapın" dendiğinde, biri bir bilgisayar çiziyor; ama ötekilerin hepsi, yaklaşık 15 çocuk, ev çiziyor. Bahçelerinde el ele tutuşmuş anne babalar ve çocuklar olan evler.

Sulukule’ye gelen giden çok. Ama önce gelmeyenleri saymalı. Gözler saygın, imza sahibi mimarları arıyor. Sulukule’de “mimarlık kimin için, ne için”sorusu tartışılmalı. Gözler, Roman müziğinden beslenen bütün müzisyenleri, sanatçıları arıyor. Sulukulelilerin, özelikle de çocukların belki de en çok ihtiyaçları olan şey kendilerinden saydıkları, özendikleri birilerini yanlarında hissetmek. Tıpkı ünlü yönetmen Tony Gatliff’in ziyaretinde olduğu gibi. Aynı duyguda buluşabilmek, kötü kaderin yenilebileceğini hissetmek istiyorlar.

Genellikle yabancılar hevesli Sulukule’yi görmeye. AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk ve ABD Helsinki Komisyonu’ndan bir heyet geldi Sulukule’ye. Bunlar kadar ünlü olmayan onlarca yabancı gelip gidiyor her gün. Avrupa Birliği’nin çeşitli departmanlarından, Avrupa Komisyonu’ndan, Roman Hakları merkezlerinden. Onlar mahallede yaşayanlarla ve Sulukule Platformu üyeleriyle görüşüyor, raporlar yazıyor, adresler alıp veriyor ve gidiyor. Avustralya’da, Almanya’da radyolar Sulukule’den söz ediyor. Ama asıl sürprizi ABD yaptı. Hesinki Komisyonu’nun raporu üzerine 4 parlamenter Başbakan Erdoğan’a mektup göndererek, Sulukule’nin yıkılmamasını istedi. Romanların, “Avrupa’da şu anda en geniş, yoksul ve en hızlı büyüyen azınlık” olduğu belirtilen mektupta, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) 1999 İstanbul zirvesinde, katılımcı ülkelerin, bu toplumun karşı karşıya kaldığı zorlukları kabul ederek, tam fırsat eşitliğinin sağlanması yönünde etkili önlemler almayı kararlaştırdığı anımsatıldı ve AGİT kurallarının izlenmesi görevini üstlenen ABD Helsinki Komisyonu’nun, özellikle İstanbul’daki Roman halkının durumundan endişe duyduğu belirtildi. Ne kadar ironik. Çünkü 1999 AGİT zirvesinde üye ülkeler tarafından imzalanan ve 21. yüzyıl Avrupası için bir güvenlik modeli olan belge ‘İstanbul Şartı’ adını taşıyor, “Azınlık haklarının korunması, üye devletlerin kendi içinde demokrasi, barış, adalet ve istikrarın sağlanması bakımından temel unsurdur” deniyor.

İstanbul, adını taşıyan bir belge ile tarihe geçerken, taahhüdüne uymamakla da tarihe geçiyor. Üstelik Sulukule’de en fazla ev, ABD’den gelen mektubun hemen ardından ve 8 Nisan Dünya Roman Günü’nde yıkılıyor.

Talep ise; insanları yerlerinden etmeyen insanca bir dönüşüm

Sulukule’deki son gelişme, Başbakanlık’tan İstanbul Valiliği’ne gönderilen, “basında yer alan haberlere göre yer değiştirmeye zorlanan mahalle halkının yer değiştirme nedeniyle çok ağır ekonomik koşullarla karşı karşıya kaldığı iddiasının” araştırılmasının istenildiği yazı.  İstanbul İnsan Hakları Komisyonu üyeleri tarihi bir görev üstlendiklerinin farkındadır diye umuyorum. Umuyorum, insan hakları ihlalinin nedeninin ‘kentsel yenileme projesinin’ kendisi olduğunu saptayabilecekler. Sulukule Yenileme Projesi gündeme geldiği andan itibaren sivil toplum gönüllülerinden oluşan Sulukule Platformu (içinde şehir plancıları, mimarlar, sosyologlar vb alanlarda uzmanlar var) “Sulukule’nin Sulukuleliler için yenilenmesi, Sulukule halkının yerinden edilmeyerek yaşam koşullarının düzetilmesi” yönünde Fatih Belediyesi ile işbirliğini gerçekleştirmeye çalıştı. Halen de bu çabasını sürdürüyor. Platform çeşitli adımlar attı, yerli ve yabancı uzmanların yer aldığı geniş katılımlı toplantılar, atölye çalışmaları yaptı,  öneriler geliştirdi. Çalışmalarda belediyeyi dışarıda tutmadı, sonuçları paylaştı ve işbirliğinin yolunu hep açık tuttu. Ne var ki yerel yönetim tam ters bir tutum takındı.

Sulukule bir başlangıçtı ve merkezi yönetimin ülke çapındaki kentsel dönüşüm atağının bir adımıydı. En yoksul, en kolay sökülüp atılabilecek bir kesimdi söz konusu olan. Küçükbakkalköy’deki  Roman yerleşiminin seçilmesi de tesadüf değildi. Gazetelere düşen en son haber Yakuplu’daki Romanların konutlarına el konulması teklifi. Resmi belge olarak kayıtlara geçen, tarihe mal olan bu teklifte “bu konutlarda esmer vatandaş olarak tabir ettiğimiz vatandaşlarımız” yaşıyor ifadesi yer alıyor. Bu çok direkt etnik yaklaşım daha önce de başka yetkililer tarafından Sulukule ve öteki mahalleler için dile getirilmişti. Hazırlanmakta olan Kentsel Dönüşüm Yasası’nda TOKİ’nin yetkilerinin artırılacağı bilgilerini ediniyoruz ki, bu bile dönüşüm projelerinin sosyal projeler değil, inşaat projeleri olarak ele alındığının göstergesi.

Oysa bu projeler çok büyük mücadelelerle sürdürülmeye çalışılan yaşamlara katkıda bulunmak yerine onlara müdahale ediyor. Bu yaşamların hiçe sayılmasının, kazınıp atılmasının sayısız toplumsal soruna neden olacağını söylüyor sosyologlar, şehir plancıları ve hatta Tony Gatliff.  Dilerim İstanbul İnsan Hakları Kurulu bütün bu boyutlarıyla değerlendirme perspektifine sahiptir Sulukule’deki manzarayı.

Bugün Hıdrellez. Sulukule’de şenlik var. Kederler unutulacak bugün. Toprak, hava, su ve ateş kutsanacak. Can suyu yürüyecek yüreklere bir kez daha. yaşamın yeniden doğuşuyla coşulacak bugün.  Dans edilecek, şarkı söylenecek.. Rengârenk uçurtmalar uçurulacak, dilek ağacı rengârenk çiçeklenecek. Roman olan olmayan herkes aynı sevinçte buluşacak.  “Yaşamak, her şeye inat yaşamak ne güzel” denecek. 

Bugün herkes davetli Sulukule’ye, saat 3’te.

 

Ali KILIÇ  Yrd. Doç. Dr. YTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi

 

Kentsel dönüşüm kavramı ve İstanbul

 

Kentsel dönüşüm, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan, 1980’li yıllarda siyasi ve ekonomik yapıdaki değişimlerle birlikte küreselleşme rüzgârıyla ivme kazanan, ülkemizde özellikle 1984 yılından sonra İstanbul kıyıları ve Haliç’le başlayan, Tarlabaşı Bulvarı ile günümüzde farklı ölçeklerdeki tarihi, kültürel ve doğal alanları kapsayan kentsel bölgelerde de görülmeye başlayan sonuçları itibarıyla çokça tartışılan ve tartışılmaya da devam edecek bir süreçtir.

1980 öncesi yerel dinamiklerin etkisiyle yerel gereksinimlerin çözümüne dayalı sosyal belediyecilik anlayışının yerini, 1980 sonrası küresel dinamikler ve yarışan kentler, buna dayalı olarak ortaya çıkan liberal ekonomik politikalara dayalı ticari belediyecilik anlayışı almıştır. Bu yaklaşım, kamusal alanlara yaklaşımıyla birlikte planlama kavramını da değiştirmiştir. Bu yaklaşımın devamında kamu+özel sektör birlikteliğine dayalı bir mekânsal üretim modeli geliştirilirken, bu üretim modelindeki risk paylaşımına dayalı modelde, özel sektörün yatırımını maksimize etme, kısa sürede kendine döndürme isteği kamusal alanlarda kullanıma yönelik büyük zaaflara yol açmıştır.  Kamusal alan gerçekleştirmek için özel sektör devreye sokulmuş, kamusal alanların büyük kısmı ticari alanlara dönüştürülerek kamusal alanlar küçültülmek suretiyle elde edilmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte kamusal alan kavramı, alışveriş merkezleriyle ticari eylemlere, ticari meydanlara ve sokaklara indirgenmiştir. İstanbul’da  en büyük dönüşüm 1980’lerin ikinci yarısıyla Haliç ve İstanbul kıyılarıyla birlikte başlamıştır. (Menderes döneminden sonra). Bu dönüşümle İstanbul kıyı kentinden, kara kentine doğru dönüşmeye başlamış, kentle su arasındaki ilişkiye dayalı yaşam, kültür ve mekân ve bunlara dayalı kimlik yok olmuştur. Aslında İstanbul’daki dönüşümlerin özünde de bunların varlığı oldukça baskın olarak hissediliyor. Dönüşüm, geçmişi ve geçmişle ilgili tüm fiziksel, sosyal, kültürel değerleri yok ederek bunlar üzerine yeni bir sosyal, kültürel, ekonomik ve fiziksel değer inşa etmek, bunları inşa ederken, kârı maksimize edecek daha yoğun, daha yüksek yapılaşmalarla çevreyi, kenti ve kentin geçmiş ve gelecekle ilgili her türlü birikimlerini tüketmeye yönelik bir boyut kazanmıştır. Bu boyut kentsel dönüşüm yasasıyla beraber doğal ve tarihi mekânlara da sıçramıştır. Bunun en belirgin örneklerinden biri de İstanbul Sulukule’de gerçekleştirilmek istenen dönüşüm projesinde görülüyor. Sulukule’nin yaklaşık 800 yıllık geçmişi bu bölgeyi dünyadaki Romanlar için özel konuma taşıyor. Bugün Sulukule’nin en önemli değeri, orada yaşayanların oluşturduğu sosyal ve kültürel yapıdır.  Buradaki  fizik-mekân, bu yaşam ve kültürle anlam kazanıyor. Bu yaşam ve kültür oradaki sokakta, meydanda, avluda, bahçede ve evde yaşanıyor.

Bu yaşam ve kültürü kültür merkezlerine, apartmanlara sokmak istediğinizde bu kültür ve yaşam tıpkı daha önce yok ettiklerimiz gibi silinecektir. Kentin en önemli zenginliklerinden biri daha yok olacaktır. Bu bağlamda bakıldığında kentsel dönüşüm;

- Rant odaklı değil, insan odaklı bir yaklaşımdır, kentin süreç içinde kimliğini oluşturan kazanımlarını yok etmeden, o değerler üzerine inşa edilmeyen onlarla barışık bir süreçtir,  katılımı ve ortak bir payda da buluşmayı hedefler, bu dönüşümü uzun soluklu kılacak en önemli araçtır.  Sosyal ve kültürel boyutu daima ekonomik boyutun önüne koyar, bu yapıya uygun mekânsal çözümler üretir,

-Hedefi tüketmek değil, kentin belleğini, kimliğini oluşturan tükenen değerleri yerine koymaktır.

 

Hazırlayan: GÜLŞEN İŞERİ-ERKAN DOĞANAY