“Böyle gitse bile ülke ekonomisinin tarihinde görmediğimiz yoksullaşma sürecinden söz edeceğiz” diyen Prof. Dr. Orhangazi enflasyonla mücadelenin yoksulun yükümlülüğü olmadığını söyledi. Orhangazi “Darbe sonrasında gelirlerin azalması, emeğin gelirlerinin düşmesi birkaç seneye yayılmış bir şoktu. Bu sefer takriben bir sene içerisinde yaşanan sert bir şok var” dedi.

Bölüşümde 12 Eylül dönemine dönüş

Havva GÜMÜŞKAYA

Ülkede daha önce deneyimlenmeyen bir ekonomik kriz yaşanıyor. Kadir Has Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Özgür Orhangazi, önümüzdeki dönemde çalışan yoksulluğundan bahsedeceğimize dikkat çekiyor.

Sonu görülmeyen ve şokların birbirini takip ettiği bir kriz dönemi içerisinde olduğumuzu söyleyen Orhangazi ile ülke ekonomisinin gidişatını, küresel etkilerin yansımasını ve dar gelirli tanımının günümüzde nasıl değiştiğini konuştuk.

Geçtiğimiz günlerde asgari ücret 5 bin 500 lira olarak yeniden belirlendi. Enflasyon yüzde 78 olarak açıklandı. Ücret zammı bu yüksek enflasyonda emekçi kesimi yılsonuna kadar rahat ettirir mi? Yılsonunda nasıl bir tablo karşımıza çıkacak?

Yüksek enflasyon dönemleri reel ücretlerin hızlı bir biçimde aşındığı dönemlerdir. Asgari ücrete yapılan artış sene başından sene ortasına kadar enflasyonla gerçekleşen kaybın tümünü dahi telafi etmekten uzak kaldı. Buna ek olarak enflasyon yüksek seyretmeye devam edecek. Hem asgari ücret hem de diğer ücretler erimeye devam edecek. Bunun en net yansıması da milli gelir içerisinde ücretlilerin payının düşmesi ile görüyoruz. Kıyaslandığı zaman 12 Eylül dönemindeki kadar sert bir bölüşüm şoku var. Türkiye ekonomisi içerisinde yaşayanlar açısından en büyük sorun da bu oluyor. Sene sonuna doğru ne olur diye baktığımızda, her şey bugünkü gibi giderse her hangi bir şok ile karşılaşmazsak dahi Türkiye ekonomisinin tarihinde çok fazla görmediğimiz bir yoksullaşma sürecinden söz edeceğiz. Geçtiğimiz dönemlerde söz ettiğimiz yoksullaşmadan en önemli farkı çalışan yoksulluğundan söz etmemiz. Beyaz yakalısından, orta gelir grubundan her kesimin yoksullaştığı bir yere doğru gidiyoruz.

Toplumda “Biz daha önce böylesini yaşamamıştık” isyanı var. Emeklisinden gencine herkes şikâyetçi. Ülkenin içinde bulduğu durumun daha önce yaşanan krizlerden farklı mı ya da benzer yönleri var mı?

Şöyle bir fark var. Bu kadar sert ve hızlı bir reel gelirin erimesi ve bölüşüm şoku yaşadığımız 2 dönem var. Birincisi 2’inci Dünya Savaşı dönemi, diğeri de 1980 darbesi sonrası dönem. Ki 1980 darbesi sonrasında yaşanan gelirlerin azalması, emeğin gelirlerinin düşmesi birkaç seneye yayılmış bir şoktu. Bu sefer takriben bir sene içerisinde yaşadığımız sert bir şok var. O anlamda insanların hissettikleri doğru.

Daha önceki krizlerle benzerlikleri olmakla birlikte bu kadar sert bir düşüşün bu kadar kısa zamanda gerçekleştiği kriz çok fazla yoktur. Ender görülür. Daha korkutucu olan tarafı şu: Geçtiğimiz dönemlerde yaşadığımız krizler 94, 98, 2001 krizleri 2008’de küresel kriz. Sert gelip kısa sürmüş bir süre sonra tersine dönmüştür. Bu kez zamana yayılmış oldukça uzayan krizden söz ediyoruz. Sonunun görülmediği şokların birbirini takip ettiği bir krizden söz ediyoruz. O anlamda yeni bir süreç bu. Üstüne uygulanan politikalar krizden çıkmayı sağlayacak politikalardan ziyade krizi daha da derinleştirecek politikalar uygulanıyor. Çok iyimser konuşmak mümkün görünmüyor.

ŞOKLARA KARŞI KIRILGAN VE ÜRKÜTÜCÜ NOKTADAYIZ

Önümüzdeki dönemde Türkiye’de yeni döviz şoku riskini ön görüyor musunuz?

Bu politikalarla kaçınılmaz uzunca bir süredir sürekli ödünç alınmış rezervlerle piyasalara müdahale ediliyor. Ana gidişat Türk Lirası’nın değersizleşmesi yönünde. Buna bir de yüksek enflasyonu ekleyin, reel kurun aynı seviyede kalması için enflasyon kadar değer kaybetmesi gerekiyor. Türk Lirası’nın değersizleşmesi yönünde muazzam bir baskı var. Bu düzenli bir değersizleşme olarak devam edebilir ya da her hangi bir terslikte; politik terslik olur, iktisadi terslik olur… Şoklara karşı aşırı kırılgan bir hale gelmiş durumda ekonomi. Bir şok olursa buna karşı kırılganlığı engelleyecek bir şey kalmamış durumda, üzerine Merkez Bankası’nın eksi rezervlerini de hesaba kattığımızda çok ürkütücü bir noktadayız.

Ülkeyi krizden çıkaracak bir formül var mı? İktidar IMF defterini kapattığını altını çize çize söylüyor. IMF’li ya da IMF’siz nasıl bir çıkış formülü gerekir?

Belli bir dış borç ödemesi var bunun için döviz bulmak zorundasınız. IMF çözümleri nedir? IMF çözümleri sert bir devalüasyon içerir. Ekonomiye bir resesyona sokar. İçeride talebi azaltır. Bunun üstüne birde kamu harcamalarını azaltıp kamu bütçesinin dış borç ödemelerine harcanmasını sağlar. Şu an içinde olduğumuz süreçte bu IMF politikalarının bir kısmı aktif olarak devrede gibi gözüküyor. Kurda değersizleşme var, emek aşırı biçimde ucuzlatılıyor. Tek şey belki IMF anlaşmasından farklı olarak belli bir düzen içerisinde yapılmıyor. Eğer ki Merkez Bankası kurdaki kontrolü kaybederse o zaman IMF ile ya da IMF’siz böyle bir programın uygulanması kaçınılmaz hale gelecek.

Ama seçim öncesi iktidar böyle bir politika uygulamak istemeyecek, tam tersine olduğunca kamu bütçesini kullanarak giderek yoksullaşan kitlelere bir şeyler vermesi gerekecek. Bunu o zamana sakladığı konusunda ciddi emareler var. Kamu harcamalarını oraya aktaracak. Eğer her şey yolunda giderse seçim sonrası hangi iktidar olursa olsun IMF’li veya IMF’siz benzer programın gündeme gelmesi kaçınılmaz olacak.

Siz de bahsettiniz aslında seçim sonrası ekonomik bir rahatlama olur mu?

Seçimden sonra iki tür rahatlama olabilir. Biri bir iktidar değişikliği olur ve yeni gelen iktidar serbest piyasa koşullarına bağlı olacağını deklare eder, dış sermayenin istediği çerçeveyi çizerse dünya koşulları da uygun olursa Türkiye yeni bir sermaye girişi ile sorunları biraz daha öteleyebilir. Böyle bir ihtimal var. Ama sorunları öteler.

Temel sorununuz üretimdeki ithalat ihtiyacında kaynaklı döviz ihtiyacınız duruyor. Dış borcunuz çok yüksek, o ihtiyaç duruyor. Yeni gelen sermaye girişi ile bunları ödeyip sorunu ötelemiş olacaksınız. Altta yatan 2 bağımlılığı azaltmadığınız sürece aynı yere varıp duracaksınız.

İkincisi de 2023 ortalarında dünya ekonomisi nasıl bir konjektürde olacak onu da bilmiyoruz. Bu politikalarla gidilebilecek çok fazla bir yer kalmadı. Şapkadan sürekli tavşan çıkarmak gerekiyor.

TAVŞANLARIN FAYDALI OLMA SÜRESİ KISALDI

Peki, sıradaki tavşan ne olur?

Açıkçası her seferinde yaratıcı davranarak beklenmedik şeyler yapıyorlar ama şapkadan çıkan tavşanlar hep birkaç ay erteliyor. GES birkaç ay bile olmadı. Çıkan tavşanların faydalı olma süresi de kısalmaya başladı. Çünkü yapabilecekleri çok fazla bir şey kalmadı. Somut bir problem var ortada. Belli bir miktar dövize ihtiyacınız var sizin. Bunun gelebileceği yerde ya ihracat ya dış borç. İhracatınız ithalatınızın altında kalıyor. Dış sermaye girişleri yavaşlamış durumda. Ne yaparsanız yapın aynı soruna gelip vuracaksınız. Buradan başka çıkış yok.

AKP iktidarının ‘ne olursa olsun büyüme’ politikası söz konusu. İktidar seçime kadar da vazgeçmeyecek gibi görünüyor. Bir saplantı gibi de… Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bütün bir 2000’ler ve 2010’lar boyunca büyümeyi sağlayabilen bir iktidar oldu. Bunu küresel koşullar uygunken rahatlıkla yapabildiler. Çünkü çok kuvvetli dış sermaye girişi vardı. Küresel koşullar değiştiğinde büyümeden feragat etmek istemediler.

Mümkün olduğunca kredi kanalı ile büyümeyi sürdürmek istediler. Büyük ihtimalle yaptıkları hesap şuydu: Faizi düşürüp kredi genişlemesine giderek ekonomik büyümeyi sürdürürüz.

Bunun kurlar üzerinde de etkisi olur. Doğrudur. Kurlar yukarı gider biraz o da ihracatımıza yarar, ihracatımız da artar gibi bir hesapla bu işe girdiler. Fakat kontrolden çıktı.

Geçtiğimiz eylül-ekim ayında belki bir iki puanlık faiz artışıyla kontrol altına alabilecekken şimdi çok çok yüksek bir oranda faiz arttırmanız gerekiyor ki bu da ekonomiyi tamamen durduracak bir şey olur. Birçok şirketi batıracak bir adım olur. Çünkü işletme sermayesini dahi elde edemezler. Böyle bir ortamda ekonomiyi yavaşlatmak istemeyecekler ama kaçınılmaz olarak yavaşlayacak.

Bu koşullarda dar gelirliler için en acil talep ne olmalı?

Gelirler çok ciddi şekilde düşüyor. ‘Dar gelirli tanımı’ nedir o bile değişti. Eskiden dar gelirli dediğimizde dar gelirli gözümüzün önüne geliyordu. Bugün Türkiye’nin çok büyük bir kısmı birden dar gelirli haline düştü. Ne yapılabilir burada en acil talep aslında enflasyonun doğru ölçülmesi. Enflasyon doğru ölçülmediği sürece reel ücretlilerde gereken iyileştirme yapılamıyor. Birincisi bu.

İkincisi doğru ölçülen enflasyon üzerinden ücretlerin senelik veya altı aylıktan ziyade daha sık güncellenmesi gerekiyor. Ücretleri artırırsak enflasyon daha da artar iddiası gündeme geliyor. Bu iktisadı olarak doğru bir teori değil. İşletmeler kâr marjlarından feragat ederlerse ücretlerin artması illa enflasyona yol açmaz.

İşletmeler kâr marjlarını yüksek tutmayı tercih ettiklerinde ücret artışlarını direkt fiyatlara yansıttıklarında, evet fiyat artışlarına yol açabilir. Ama yol açmak zorunda değil. Bu bir bölüşüm meselesi esasen.

İkincisi de diyelim ki yol açıyor. Enflasyonla mücadele etmek dar gelirlilerin, en düşük ücretle çalışanların yükümlülüğü değildir. Minimum hayat standardını kurabilecek açlık sınırının, yoksulluk sınırının üzerinde bir ücret tesis edilmesi gerekiyor. Kısa vadede. Bunun dışında yapılacaklar çok anlamlı değil. Bunlar zaten büyüme içinde gerekli şeyler. İnsanların reel geliri düştükçe talepleri de düşecek doğal olarak. Siz emeği ucuzlattıkça, ihracatınız artacak ama iç talebiniz azalacak. İhracat piyasalarında ortaya çıkabilecek her tür çöküşe daha fazla açık hale geleceksiniz. İşin kötü yanı ortada açık ve net çizilmiş bir politika çerçevesi yok.

FED POLİTİKA DEĞİŞTİRMEK ZORUNDA KALABİLİR

Stagflasyon, resesyon, enflasyon… Bir yandan bu terminolojiye de hâkim oluyoruz. Küresel ekonomik gidişata yönelik endişeler haklı mı? Ülke ekonomisine nasıl yansır?

Birinci sorun dünya çapında enflasyonun yükseliyor olması. Bunun da birkaç sebebi var. Birincisi tedarik zincirlerindeki kırılmalar. Covid-19 döneminde başlayan kırılmalar henüz tamir edilmiş değil. İkincisi enerji şoku. Petrol fiyatları ciddi şekilde arttı. Üçüncüsü Ukrayna savaşının da tetiklemesi ile gıda fiyatları çok ciddi bir şekilde arttı. Girdilerde bir artış var. Girdi fiyatlarında bir artış var. Örneğin ABD’de resmi enflasyon hedefi yüzde 2 iken yüzde 9’u geçti. ABD’de enflasyona karşı merkez bankası faizleri arttırmaya başladı.

Problem şu, talep kaynaklı olmayan bir yanı var enflasyonun. Dolayısıyla Fed’in politikaları faizleri yükseltmesi enflasyonu kolaylıkla kontrol altına alamayacak. Bu politika ile beraber kaçınılmaz olarak ABD ekonomisinde bir yavaşlama getirecek hatta yılın ikinci yarısında resesyonun başlayacağına dair çıkarımlar var. Dolasıyla hem yüksek enflasyon hem de durgun bir dünya ekonomisi bekliyor bizi.

Bu bizi iki kanaldan etkileyecek. Bir Avrupa da yavaşlamaya başladığı zaman ihracat pazarlarımız daralmaya başlayacak. İkincisi daha önemli olan da zaten yurt dışından ülkemize sermaye girişlerinin yavaşladığı bir dönemdeyiz. Yurt dışındaki faiz oranları arttıkça bizim ödemeler dengesi sorunlarımız daha da ağırlaşmaya başlayacak. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir şey değil. Önümüzdeki dönemde gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırılan birçok ülkenin bizimkine benzer sorunlar yaşaması oldukça muhtemel. Ona karşın benzer ülkelerin hepsi faiz artışına gitmek zorunda kaldılar. Kendi ekonomilerini yeni döneme uyarlamaya çalışıyorlar.

Ama Fed enflasyonu kontrol altına almak için faiz artışlarında ısrarcı olmaya devam ederse, diğer bir risk ABD’deki finansal piyasaları zora sokması olacaktır. ABD’deki finansal piyasalarda faize duyarlılık yüksek oranda. Sene sonuna doğru şunu bekliyorum: Bu sorunlar artarsa Fed’in politika değiştirmek zorunda kalması kuvvetli bir ihtimal.