Başlangıçta salgını önemsemeyen, ‘sürü bağışıklığı’ politikasından tepkiler üzerine vazgeçmek zorunda kalan Johnson şimdi aşılama başarısından siyasi sermaye çıkarma peşinde.

Boris Johnson’un virüsle imtihanı

Levent ÖZÇAĞATAY - Londra

Birleşik Krallık, koronavirüse karşı geliştirilen aşının onaylanmasında öncülük yaptı. Aşının stoklanmasında, dağıtımında ve komplo teorilerine inanarak virüsün varlığını reddeden ve aşıya karşı olan kesimi aşı olmaya ikna etmede de başarılı olmuşa benziyor. 20 milyon kişi aşının birinci dozunu ve 1 milyon kişi de ikinci dozunu almış durumda. Aşılanma sırası nisan ve mayıs olarak belirlenmiş guruplar bile aşılanmaya başlandı. Boris Johnson hükümeti bu başarıdan siyasi sermaye çıkarma peşinde.

Gözlerden kaçmayan gerçek ise aşının hükümetle bir bağı olmayan Oxford Üniversitesi’nde geliştirilmiş olması ve özel bir firma tarafından üretilip salgın sürdüğü müddetçe kâr amacı güdülmeden piyasaya sürülmesiydi. Gerçekten de üniversitenin İsveç’ten Astra ve İngiltere’den Zeneca ilaç firmalarının birleşmesi ile kurulan ve merkezi Cambridge’de olan bu firmayı aşının üretimi ve satışı için ortak olarak seçmesinin nedeni, AstraZeneca’nın aşıyı kâr yapmadan ve rakiplerinin geliştirdiği aşıların beşte biri fiyatına satmayı kabul etmesiydi.

Johnson’ın liderliğindeki Muhafazakâr Parti, 2019 genel seçimlerini tahmin edildiği gibi ezici bir çoğunlukla kazanmıştı. Brexit için oy kullanmış kesimin referandumun kazanılmasında büyük katkısı olmuş ve Brexit’i uygulamaya geçirmeyi seçim malzemesine dönüştürmüş olan Johnson için oy kullanması şaşırtıcı değildi. Şaşırtıcı olan İngiltere’nin kuzeyinde 1920’lerden beri İşçi Partisi’ni desteklemiş sanayi ve maden işçilerinin Johson için oy kullanmasıydı. Bu gelişme tarihe “kızıl duvarın çöküşü” olarak geçti.

DUVAR’IN ARKASINDAKİLER

“Kızıl duvar”ın arkasındaki bu kesim 1970'li yıllardan beri süregelen fabrikaların ve madenlerin kapatılmasına ve bölgedeki işsizliğin artmasına neden olan Ronald Reagan ve Margaret Thatcher’in önderliğini yaptığı Anglo-Saxon ekonomik modeline karşı tavır almaktansa, kolay olanı seçip Avrupa Birliği’nden Krallık’a göç etmiş Doğu Avrupalı işçileri ve adanın deniz sularını İspanyol ve Fransız balıkçılara açan Avrupa Birliği’ni hedef alıyordu.

Johnson hükümeti böyle bir çoğunlukla yalnızca seçim manifestosunda vaat edilenleri değil, dilediği her kanunu parlamentodan geçirebilirdi. Avrupa Birliği’nden muazzam bir ticari anlaşma ile ayrılmayı sağlayacak, zengin arkadaşlarının ve büyük firmaların ödemesi gereken vergileri indirecek, onları kontrol altında tutan bürokrasiyi ve ticari kuralları azaltacak, kamu harcamalarını kısıtlayacak, sendikaların gücünü azaltacak, devasa boyutları olan ulusal sağlık kurumunu sağlık sigortası ve sağlık hizmeti veren Amerikan firmalarına peşkeş çekecekti. Gerçekten de ABD ile Brexit sonrası ticaret müzakereleri başladığında Donald Trump’ın ilk koşulu Krallık’ın sağlık kurumunun özelleştirilmesi olacaktı. Bütçesi savunmaya, eğitime ve ulaşıma ayrılan bütçelerin tamamından bile fazla olan bu devasa sağlık kurumu, kurulduğundan beri Krallık’ın gurur kaynağıydı ve yıllardır ABD’li firmaların ağzını sulandırıyordu.
Johnson sekiz yıl başkanlığını yaptığı Londra Belediyesi’ni nasıl yönettiyse Krallık hükümetini de aynı şekilde yöneteceğini hesap ediyordu. Belediyenin bütçesini fantezi projelere harcamış, zamanının çoğunu sayısı bilinmeyen sevgilileri ile gazetelere ve TV kanallarına yansıyacak şovlarla geçirmişti.

Başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra gündeme gelen ilk skandallardan birisi belediye bütçesinden Amerika’lı sevgilisinin firmasına aktardığı paralar olacaktı.

boris-johnson-un-virusle-imtihani-846722-1.

UYDURDUĞU YALANLAR

Gazetecilik yaptığı dönemlerde çömezi olan bir yazarın kendisi ve Trump’u konu edinen ve şubat ayı içinde yayınlanan kitabının başlığı ilginçtir: “The Assault on Truth: Boris Johnson, Donald Trump and the Emergence of a New Moral Barbarism” (Gerçeğe saldırı: Boris Johnson, Donald Trump ve Ahlaki Barbarlığın Yükselişi). Kitap Trump’tan daha çok Johnson’un uydurduğu yalanların ve yaptığı sahtekârlıkların listesini veriyor.

Kırdığı cevizlerin bazıları zaten biliniyordu. Gazetecilik yaptığı yıllarda yalan haberler yazmış, yazılarında uydurma alıntılar kullanmıştı. Brüksel’de gazetecilik yaptığı yıllarda Avrupa Birliği’nin her üye ülkede tek tip tabut uygulaması için düzenlemeler planladığı iddiasını içeren haber bunlardan biriydi. İlk evliliği eşini aldattığı için sona ermişti. Dört çocuğunun annesi olan ikinci eşini en azından dört değişik kadın ile aldattığı biliniyordu. Bunlardan birisi partisini parasal olarak destekleyen bir arkadaşının nişanlısı idi ve Johnson’dan bir bebeği olacaktı. Sonuncu ilişkisi eşi kanser tedavisi görürken bile devam etmişti. Evlilik dışı ilişkileri ile ilgili kendini sorgulayan parti liderine yalan söylediği için partideki görevinden alınmıştı. Dışişleri Bakanı iken Başbakan’ın ve koruma görevlerinin itirazına rağmen kendi başına uçağa atlayıp bir Rus oligarkının İtalya’da verdiği partiye katılmış ve dönüşte havaalanında diğer yolcular tarafından “akşamdan kalma” olarak tespit edilmişti. Brexit referandumunda kampanyanın başlamasına bir gün kala bile hangi tarafı destekleyeceğini kendisi bile bilmediği için birbirine zıt iki ayrı köşe yazısı hazırlayıp ertesi gün birden bire bütün gücüyle Brexitçilerin safına geçmişti. Avrupa Birliği ile ilgili uydurduğu ve abarttığı yalanların en ilginci Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne kabul edilmesi halinde 77 milyon Türkiyelinin Krallık’ın kapılarına dayanacağıydı.

Bütün bunlara rağmen seçmenlerin yarısının yaklaşımı hala “Johnson yalancı olabilir ama o bizim yalancımızdır” idi. Beklenmeyen ve bütün planları bozan gelişme koronavirüs oldu. Trump gibi Johnson da bu virüsün getirdiği tehlikeyi anlamakta gecikip olağanüstü durumlarda liderlik yapamayacağını gösterdi.

VİRÜSÜ CİDDİYE ALMADI

Koronavirüs ile ilgili haberlerin ocak ayı içinde adaya ulaşması ve ilk vakanın ocak sonunda tespit edilmesine rağmen Johnson hükümetinin konunun önemini anlayıp uzmanlara kulak vermesi ve koruyucu önlemlerin alınması mart ayının sonuna kalacaktı. Hükümete danışmanlık yapan bilimsel danışma kurulu el yıkama, kucaklaşma, mesafe koruma ve maske takma ile ilgili koruyucu önlemleri 3 Mart’ta basına açıklarken, aynı gün Başbakan Johnson koronavirüse yakalanmış hastaların da olduğu bir hastaneyi ziyaret edip hastaların ellerini sıkacak ve daha sonra yaptığı basın toplantısında bunu basın mensuplarına gururla anlatacaktı. Hükümetin acil durumlarda toplanan ve normalde Başbakan’ın yönettiği komite toplantılarının çoğuna katılmayacaktı bile.
Uzmanlar vaka sayısındaki artışı ve günümüzde 125 bin rakamına yaklaşmakta olan can kaybını bu gecikmeye bağlıyorlar. Birleşik Krallık’ın dünya genelinde ölüm oranın en yüksek olduğu ülkeler sıralamasında Belçika ve İtalya gibi ülkeleri geçerek birinci sıraya yerleşeceği tahmin ediliyor.
Koronavirüs sayesinde savaş dönemi liderleri ve barış dönemi liderleri arasındaki fark bir kez daha görüldü ve Johnson’un da Trump gibi savaş dönemi lideri olamayacağı anlaşıldı. Ama bunun 2024 yılında yapılacak genel seçimleri nasıl etkileyeceğini tahmin etmek güç. Kamuoyu yoklamaları Jonhson’u ve Muhafazakâr Parti’yi hala ilerde gösteriyor.