Öyle işte, insan sokakta olunca çok şey görüyor gözleri... Dedim ya, ben çok para nedir hiç bilmedim. Ama karnım hep doydu

“Boyacı sarı” ile asla yapılmamış bir röportaj...

A. SEYHAN GÜRELLİ

Ben boyacıydım o zamanlarda, bildiğin ayakkabı boyacısı. İzmir Basmane’de…

Para mı? Eh işte küçüktüm ya, yetiyordu sanki topladığım para… Hiç hesap filan yapmıyordum ki, aldığımı harcıyordum yani, ondan hiiç sorma bana kazandığın para yeter miydi diye… Çoklukla gündüz gevrek yerdim, Kuşlu Cami’nin olduğu yerde Vural’ın kahve vardı, orda… Bazen de çarık sağlam oldu mu, dooğru Kapılar’a ciğer ekmek yemeye… (gülüyor) Öyle işte para yetiyordu yani, annadın mı?

Akşamları oteller sokağının başına giderdim, mutlaka giderdim… Çünkü bi Necdet abi vardı, pavyonlarda bi saz çalıyordu, hani gövdesi kocaman sapı kısa bi çalgı var ya ut ,ut… Roman Necdet… Tepegöz de derlerdi ona neden bilmem… Tepegöz Necdet… Onun ayakkabılara iki fırça atardım, sağ olsun, mutlaka bir teklik atardı, sonra başımı okşayıp “ulen sarı, sana da aynalı bi sandık alamadık gitti” derdi.

Hı, ne? Yok be yaa nerde bende o aynalı boya sandıklarından, hiç olmadı ki... Rahmetli babam çakmıştı bi tane, kasadan bozup çaktıydı, bi de eski meşin bi kemeri vardı onu da askı yapıverdiydi. Babam mı? O Tepecik’te Yeşildere kenarında kasacılar vardı o zamanlar, bıçkıcı da derlerdi, orda bi yerde kasacılık yapardı.... Bildiğin domat filan, sebze kasası işte onları çakardı. İyi meslekti o zamanlar. Arada giderdim yanına, param olmadığında, acıkınca... Ağızlarına doldurdukları çivilerle öyle hızlı çakarlardı ki kasaları, bi de içerlerdi mutlaka... Ben rakı kokusunun, ağaç kokusuna bu kadar yakıştığını orda gördüm (gülüyor)...

Nasıl, ha bak olaydı bi aynalı boya sandığım. Belki başka olurdu. O Gar’ın duvarına bi sırtımı dayayaydım... Basmane Garı’nın yan duvarında kapalı bi yer vardı, şimdiki kapalı duraklar gibi, orda 4 tane boyacı dururdu. Yukardan (eliyle Kale tarafını gösteriyor) gelip Çankaya’ya işe giden fiyakalı abiler hep orda boyatırlardı kunduralarını. Çok isterdim çocuk aklımla orda boyacılık yapmayı.

O boyacılardan biri vardı Remzi diye... Faşo’ydu puşt. İşi olmadı mı beni kovalar, yakaladı mı da döverdi. Çocuğum ya, gücü bana yeterdi tabii. Ama Allah'tan Çerezci Arif, bir de Kadir abi vardı onlar kollardı beni. Kadir abi mi ? Yıldız sinemasının önünde dururdu, çok sağlam adamdı doğrusu. Devrimciymiş, öyle derdi.

Çerezci Arif de beni çok severdi , bir keresinde o it Remzi’nin elinden aldı da beni, bi kafa koyduydu p.zevenge. Remzi hoop uzandı iki seksen caddeye (gülüyor). Ama o faşo yine de kovalardı beni oralardan. Sanki işini alcam elinden.

Faşo mu ha, Kadir abi öğretti bana, o öyle derdi, “ulen sarı, uzak dur bu Remzi itinden, faşo oğlum o” derdi… Anlamını ne bileyim ya, kötü adam demekti herhalde.

Bizim bu Dönertaş çeşmesi var ya, Tilkilikte Kuşlu Cami’nin karşı köşesinde hani, bildin mi ? Oranın arka sokağında bir ev vardı, dernekmiş. Bir keresinde ben Kuşlu Cami’nin köşesindeyim, Kadir abi geldi bana “Sarı, karnın aç mı len” dedi. “Gel, gel bakim.” Oraya götürdüydü beni. Ooo bi görsen içerisini, genç genç, abiler ablalar, Dev-Genç’miş, onlar işte.

Sonraları hep gitmek istedim oraya ama, gidemedim ki... Bilmem, gidemedim işte.. Zaten askeriye geldikten sonra da kapandıydı orası... Ha, tabii canıım, o gün doyurdular beni. Bi abi vardı orda, benden büyük ama onların en küçüğü. Hakan’mış adı, o çok sevdiydi beni. Sonra vurdular onu. Çok ağlamıştım.

Nasıl mı? Anlatayım; çerezci var dedim ya Arif abi hani. O çağırdıydı dükkanına ; “gel len sarı, boya şu kunduraları, (tam karşıdaki Remzi itini eliyle gösterip) o ibnelere inat sen boya” dediydi... Yaz başı mıydı ne, öğleye doğru o vakitler yani... Aldım elime fırçayı, oturdum benim sandığa boyuyorum Arif abinin kunduraları. Arada da karşıya Remzi itine bakıyorum, korkmuyorum ama, Arif abi var ya...

Sonra, baktım yan sokaktan üç beş kişi çıktı. A, baktım dernekteki Hakan abi. Tam seslencem, “Hakan abi...” demeye kalmadan bi çatırtı koptu... Aralarında sonradan gördüm, Kadir abi de var, elinde silah, tam karşıya Gar duvarında doğru tutmuş bağırıyo “saklanma lan faşist köpek, bırak adamı...” diyo ama ateş eden o değil.

Ya benim aklıma Remzi iti geldi, “aha” dedim “onu vuracak”, baktım karşıya Remzi iti kaçıyo Kapılar’a doğru, arkasına bile bakmıyor şerefsiz... Sonradan ayıldım, Gar’ın küçük kapısının önünde iki tane adam, yaşlı bi amcayı siper almışlar ateş ediyorlar bu tarafa. Çerezci Arif abi bağırdı bana “Sarı, yat len yere !” Demeye kalmadan karşıdaki iki adam, yaşlı amcayı ittiler, garın içine doğru kaçtılar...

Anlamadım ki noluyo ? Sonra bi çığlık duydum; “Hakaaaaan !!”

Çok korktum çok. Uzak değillerdi 5-10 metre ilerde, baktım Hakan, o güzel çocuk yatıyo yerde, bi arkadaşı kucakladı hemen bi taksiye... Bağırış çağırış bir görsen. Sonra öğrendik ki, Hakan abi ölmüş yolda, takside o arkadaşının kucağında... Sonra bir daha Kadir abiyi de hiç görmedim...

Öyle işte, insan sokakta olunca çok şey görüyor gözleri... Dedim ya, ben çok para nedir hiç bilmedim. Ama karnım hep doydu. Babam öldüğünde çok üzüldüm... Çok şey var babamla ilgili aklımda, annadın mı? Ya hani, bazen insanın burnuna bi koku gelir ya da damağına bi tat, hatırlarsın bir şeyleri. Ben ne zaman rakı içsem, çam kokulu olur birden rakı, babamı hatırlarım... O gün o dernekte yediğim menemenin tadı da, Hakan’ı hatırlatır bana, ne zaman menemen yesem...

O gün Hakan abinin omzuma koyduğu elinin izi durur halen içimde…

NOT: Bu soruları ve soranı olmayan yapılmamış röportajdaki tek yaşanmış gerçek Hakan Çelebi’dir. Henüz 16 yaşında, 25 Mayıs 1980'de, tam da anlatılan yerde Basmane garının yan tarafında, tam da anlatıldığı gibi, faşist bir katil tarafından katledildi… Hakan Çelebi’nin o genç ve güzel anısına...