Boyasın kendini boydan boya

ONUR CAYMAZ

Eşin dostunla birlikte rakı içmeye git; tepsi içinde mezeler getirilir, herkes sevdiğini seçer, sonra garson seçilen lezzetli mezeleri hazırlatıp masanın orta yerine bırakır... Ne demek peki meze, düşündün mü hiç? Yunanca mesos’tan geldiği söylenir, oradan yürümüş, İtalya’ya geçerken mezzo olmuş, Batılı zamanla medius demiş bu arkadaşa, sonunda da middle oluvermiş. Middle nedir düşün hele: Orta, değil mi? Garson nereye getirip bırakmıştı leziz mezeleri: Ortaya... Eski yazılarımın birinde bahsettiğim Esperantoca’da meze kelimesinin tam karşılığıdır orta! Sonra Farsça’da “maze” kelimesi var bir de. Farsça bak. Ne demek peki? Lezzet demek tabii. Madem meze dedik, rakı içiliyor dedik, birkaç saat içinde kafası güzel olunca kalkıp oynayanlar olacak; onlara da hatırlatma geçelim. Oryantal bir şey çalıyor diyelim, orient yani, yani Doğulu, ne diyorlar bu müziğe orada: “Mezdeke”. Ama yok, ben Yunan müziğiyle coşar taşarım dersen ona da tamam, o zaman adını “mastika” diye değiştireceksin. Kelime yürümüş, değişmiş geldiği yerde. Mastika ne anlatır? Mastik, damla sakızı dediğimiz reçinenin Yunanca karşılığı, bu reçineden yapılan sakız likörüne de mastikato deniyor. Uzo ve sakız likörüyle karıştırılır genelde. Menşei Bulgaristan’dır bu arkadaşın. Anasonlu ve sakız katkılı rakı, yüzde kırk yedi alkollü, her babayiğidin harcı değildir içmek. Yunan’daki mastika, sakız likörüdür, başka yazı konusu. Mastikanın bir de şarkısı var bilirsin. Onun için de Melih Duygulu’nun Türkiye’de Çingene Müziği adlı kitabına bakacağız. Bu kitapta, artık klasik olmuş, dillerden düşmeyen meşhur şarkısını, Deli Selim şöyle anlatır: “Bizim arkadaşlardan birisi Bulgaristan’a folklor grubuyla gitmişti. Sağ olsun dönerken bana bir şişe mastika getirmiş, birkaç paket de Marlboro cigarası... Kahveden geldim eve, koydum cigaralarla şişeyi masaya. Oturduk kız, kızan hep beraber, aldım elime klarneti, başladık hep birlikte söylemeye, çalmaya. Orada çalıp söylerken yaptık parçayı: Ooo mastika, ooo sigarası malbora... Alayım kızıma bir kutu boya boyasın kendini boydan boya.” Tabii bu arada adam kızına niçin bir kutu boya alıyor, o kız neden boyayla kendisini boydan boya boyuyor, bunları bilemiyorum. Her şeyi de bilecek değilim, Fuat Avni miyim ben?

AMERİKA'NIN ZENCİ HALİFESİ
California adı, 16. asırda yazılmış Las Sergas de Esplandián adlı kitapta yer alan, hayali kadın savaşçı ve kraliçe olan Calafia’dan türetilmiş. Hesapta burası, Calafia’nın hüküm sürdüğü yermiş. İyi de Calafia nereden geliyor acaba? Sesi tekrarla birkaç kez sesi, bir şey bulacaksın. Calafia’nın kökeni Arapça khalifa, yani bildiğin halife. Yani birinin yerine geçen... Zaten adını andığım kitapta da Calafia, Bizans’ı savunan Hıristiyanlara karşı savaşmaktadır ve Müslümandır. Daha sonra yenilerek esir düşer, “mecburen” Hıristiyan olur. Mecburen olmasa kim bir dinden olur zaten; geçeyim. Amerikalının genel özelliği, oradan buradan alıp kendine mal etmesidir, Arap’tan da epeyce şey almıştır bu minvalde. Kolej diyorsun ya mesela, o da Arap’tan: Külliyat. Külliyat, zaman içinde onca yolu aşıp gelinceye college - kolej oluvermiştir. Bir de ırkçılık edip beğenmezler Ortadoğuluları... Bilardolarına bile sinmiştir ırkçılık. Amerikan bilardosunda beyaz adam, yani top, sırayla tüm düz renkli topları ve parçalı topları deliklere sokar. En sonunda siyah topu da deliğe sokup oyun dışına gönderir. Üstelik yanlışlıkla beyaz topu deliğe atarsan ceza alırsın, ırkçılık değil de ne! Hatta Amerika’dan söz etmişken eklemeli: Bu fırsatlar ve özgürlükler (!) ülkesinde, kreş çağındaki çocuklara yeteneklerini aşan görev verildiğinde “yapamıyorum” cevabına izin verilmezmiş. “Bakın çok enteresan”, İngiliz dilinde, yapamıyorum, “I can’t” demek. Oysa Amerikalı için böyle bir şey söz konusu değil. Amerikalı yani Amerikan yani orijinal dilinde Amer – “i can”... Kendini tarif ederken bile “yapabilirim” diyor, baştan belli kaderi. Amerika kelimesinin kökenine da bakınca durum net görülür. Bu kıtayı bulan İtalyan seyyahın adı Amerigo Vespucci. İsim, Doğu Gotlar’dan geliyor. Emmeric yani. Germencesi de haimiric. Ev yöneten, oba beyi demek. Beylik, yöneticilik, kelimede başlamış... Yöneticilikse zor iş. Hiç borcun yoksa ve cebinde 10 doların varsa ABD’de yaşayan insanların %25’inden zengin olduğunu biliyor musun. Bu da her şeyi yönetmenin bedeli!

ALBERT CAMUS MARMARİS'TE...
12 Haziran 1958, akşamüstü, Camus’nün de içinde bulunduğu tekne Marmaris kıyısına ulaşır. Bölgeyi güzel ama iç karartıcı diye niteler Camus. Kasaba yoksuldur. Ahali gelenleri görmek için iskeleye toplanır. Tekneye Türk polisi ve gümrük memurları da gelir. Gerekli işlemler için diyor Camus, bitip tükenmez boş konuşmalar yapıldı... Sonra peşlerine takılan yoksul çocuklarla birlikte kıyıya, gezmeye çıkarlar. Bakımsızlık öylesine içini daraltır ki adamımızın hiç beklemeden tekneye döner. Memurlar gelir, pasaportlarını alıp sabah altıda vereceklerini söyler. Camus, hiçbirinin, bir tane olsun Batı dili konuşmamasına şaşırır. Kaptan karşı çıksa da pasaportlar altıda geri verilecektir. Gece boyu beklerler. Yedide hareketle Simi’ye geçerler, ne işleri var burada! Yunan temizliğine, en yoksul evlerin bile kireçli, süslü, derli toplu haline özenir Camus, not düşer günlüğüne: “Türklerin bu halkı o kadar uzun bir süre egemenliği altına alması inanılmaz ve isyan ettirici bir şey...

Not: 3 Mayıs Pazar, Caddebostan Muhtar Özkaya Halk Kütüphanesi’ndeyim. Dört yıl aradan sonra yeni kitap: Herkes Yalnız. Hem imza hem söyleşi, bir şeyler...