“Duvarları bembeyaz bir odada, bir yazı masası başındayım. Masada bir vazo içinde tek bir gül var, üzerimde bembeyaz bir tül elbise. Ayaklarım çıplak, saçlarım uzun. Yazıyor, yazıyordum. Odaya oğlumuz girdi, yerimden kalktım. Beyaz duvara, Yenice’nin uçan atına…

'Böyle güzel ve anlamlı bakan birine neden Çirkin Kral diyorlar'

EMİNE UÇAR İLBUĞA

Türkiye sinemasının tartışmasız en önemli isimlerinden biri olan Yılmaz Güney’in sineması, politik kimliği ve özel yaşamı hakkında çok şey yazıldı, söylendi. Bu kez Yılmaz Güney’in hem düşünsel, hem özel yaşamında hem de sinemasında ciddi bir kırılmanın, farklı bir kulvara geçişinin en yakın tanığı olan Fatoş Güney (Jale Fatma Süleymangil Pütün) İthaki yayınlarından çıkan Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun kitabıyla tüm bu süreci en yalın, en içten bir dille bizlerle paylaşıyor. Fatoş Güney Yılmaz Güney’in Paris’teki hastane odasında kendisine “Yazmalısın, mutlaka yazmalısın! Yazacaksın değil mi? Anlatacaksın beni, kendini, yaşadıklarımızı, direncimizi, zor günleri…” diye tembih ettiği son arzusunu Güney’in ölümünden beş yıl (1984) sonra 1989 yılında Paris’te kaleme alıyor. Kitap, Fatoş Güney’in çocukluğuyla başlıyor ve Yılmaz Güney ile tanışması, onun etrafında şekillenen yaşamları, Türkiye’deki politik atmosfer, Yılmaz Güney’in bu süreçteki değişim ve dönüşümünü yazarın kendi yaşadığı düşünsel, duygusal değişimleri ve Fransa’da Yılmaz Güney’in ölümüyle son buluyor.

Orta sınıf bir ailenin tek çocuğu olan Jale Fatma, 17 yaşında kolej eğitimi gören, Yeşilçam melodramları, İtalyan ve Fransız filmlerine aşina, Alain Delon, Jean-Paul Belmondo, Steve McQueen hayranı bir sinema izleyicisi ve pembe hayaller peşinde koşan bir liseli… Bir gün İtalyan Lisesi’nden yakın arkadaşının isteğiyle gittiği film setinde, daha çok magazin sayfalarında vurdulu-kırdılı haberler ve aşklarıyla gündemde olan Yeşilçam’ın aykırı ismi Yılmaz Güney ile tanışır. Daha ilk andan itibaren, elini sımsıkı tutan, kederli gözlerini hiç ayırmadan kendisiyle konuşan, “Böyle güzel ve anlamlı bakan birine neden Çirkin Kral diyorlar” diye düşündüğü Güney’den çok etkilenir. Tanışmalarının ertesi günü Yılmaz Güney’in gönderdiği laleler ve çikolatayla başlayan buluşma davetine hayır demez. Güney’in Muş’taki askerliği nedeniyle uzun bir mektuplaşma dönemi ve sonrasında ailesinin izni olmadan gerçekleşen nikâhla masal dünyasından hem Türkiye gerçekliğine hem de Yılmaz Güney ile birlikte son derece zorlu, mücadeleli bir hayata geçiş yapar. Yılmaz Güney’in Fatoş Güney ile tanışma dönemi aynı zamanda onun sinemasında da bir kırılma dönemine denk gelir. O nedenle Yılmaz Güney, eşine sık sık hayatının Fatoş öncesi ve sonrası diye ayrıldığına vurgu yapar. Evliliklerinin ilk yıllarında lüks arabalar, lüks evler, bol hediyelerle Yeşilçam filmlerindeki karakterlerin masalsı dünyalarına benzer bir yaşam sürerler. Bu süreçte Fatoş Güney oldukça gençtir ve yabancısı olduğu bir ortama adapte olmaya, âşık olduğu Güney’i tanımaya hem kendi istek ve arzularını hem de ilişkilerini anlamaya çalışır. Öte yandan Yeşilçam’ın ele avuca sığmayan Çirkin Kralı’ndan siyasi bir aydınlanmaya doğru yol alan Yılmaz Güney’in farklı dünyaları arasında ilişkileri şekillenir. Ancak 1972’de Mahir Çayan ve arkadaşlarını evlerinde sakladıkları gerekçesiyle tutuklanan Yılmaz Güney’in ardından oğlu henüz altı aylıkken Fatoş Güney de gözaltına alınır. İşkence ve sorgulamalara maruz kalırlar. Bu yıllardan itibaren Güney ailesinin yaşamında cezaevleri büyük önem taşır. Bir dönem Yılmaz Güney, cezaevi ve film setleri arasında bir yaşam sürdürür. Farklı nedenlerle farklı illerin cezaevlerine gönderilen Güney’in peşinden o da İstanbul, Ankara, Kayseri, Kocaeli, Isparta, İmralı demeden oğluyla peşinden gider. Cezaevlerine gidiş gelişler… Cezaevleri önlerinde bekleyişler… Tutuklu Yılmaz Güney’in isteklerine, beklentilerine cevap arayan, siyasi bir mahkûmun eşi, babasız büyüyen bir çocuğun annesi ve tüm Türkiye’de her çevreden, her yaştan insanın sevdiği kült bir ismin dışardaki sesi olur.

boyle-guzel-ve-anlamli-bakan-birine-neden-cirkin-kral-diyorlar-868601-1.

Anadolu insanının dramını, aşklarını, başkaldırısını karakterize eden ve Yeşilçam’ın alışık olunan yıldız kalıplarına uymayan yapısıyla sinema izleyicilerinin gönüllerinde taht kurmuş, başkaldırı ve direnmenin sembolüne dönüşmüş bir oyuncu… 1970’de hem kendi hem Türkiye sinemasında ciddi bir dönüşümün habercisi olan Umut filmi ile izleyicilerin hem duygularına hem de düşüncelerine hitap eden, sınıf bilincini merkeze alan filmlere imza atmaya başlayan Yılmaz Güney’in değişim sürecine de kitabında geniş bir yer veriyor.

Yılmaz Güney’in 1974’te Endişe filminin çekimi için bulunduğu Adana’nın Yumurtalık ilçesinde bir restoranda tartıştığı ilçe hâkimini öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanmasına neden olan olay bir de Fatoş Güney’in gözünden anlatılıyor. 12 Eylül askeri darbe sürecinden 1982’de Fransa’ya ilticaya kadar uzanan hayat hikâyesinin tüm ayrıntıları Fatoş Güney’in belleğinin izinden, olayların en yakın tanığı olarak ortaya konuluyor. Fatoş Güney, Yılmaz Güney’in uzun tutukluluk döneminde etrafının kalabalık görünmesine karşın, bir o kadar da yalnız bırakıldığı günleri, ayları, yılları göğüslerken umutsuzluğa kapıldığı zamanları özellikle oğlu Yılmaz üzerinden anlatıyor. Cezaevi kapılarında birlikte geçirdiği günleri, oğlunun sürekli farklı kentlerde yeni okullara, yeni arkadaşlara adapte olmak zorunda kalmasını, babası ile sınırlı görüş saatlerinde bir araya gelmesini, çok küçük olduğu için tüm yaşanılanları bütün açıklığı ile ona anlatamamasını, oğlunun meraklı bakışlarına çoğu zaman sessiz kalmasını o dönem yaşadığı çaresizlikle ortaya koyarken, Yılmaz Güney’e olan tutkulu aşkı ve birlikte mücadeleye olan inancı, yaşadıkları, düşündükleri, hissettikleriyle bir kadının yaşam mücadelesini hem yoğun bir duygusallık hem de yalın gerçeklikle anlatıyor. Hem ev hem cezaevine koşullu yaşamında Fatoş Güney, 12 Eylül ile birlikte Yılmaz Güney’in cezaevinden kurtulma şansının tükenmesi, aralarına giren mesafe, iletişimin kırıldığı anlar, zaman zaman umutsuzluğa kapılmalar, duygusal gelgitleriyle Fransa’ya uzanan yolculukları, yeni bir ülke yeni bir dil, yeni bir çevrede yeniden özgür Yılmaz Güney’in film ve siyasi çalışmaları ile büyümekte olan iki çocuk arasında yalnız ve güçlü bir kadının portresini çiziyor.

Sonuç olarak Fatoş Güney Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun kitabında zorlu bir hayatın sadece en yakın tanığı değil, bu hayatın zorluğunun en büyük taşıyıcısı olarak Yılmaz Güney ile yaşadıkları, yaşayamadıklarını otobiyografik bir romana dönüştürmüş.

Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun, tutkulu bir aşk hikâyesini, bir dönemin Türkiye’sini, bir dönemin en önemli sinemacısını daha yakından tanımak için oldukça etkili bir kitap. Son sözü Fatoş Güney’den bir alıntı ile bitiriyorum:

“Duvarları bembeyaz bir odada, bir yazı masası başındayım. Masada bir vazo içinde tek bir gül var, üzerimde bembeyaz bir tül elbise. Ayaklarım çıplak, saçlarım uzun. Yazıyor, yazıyordum. Odaya oğlumuz girdi, yerimden kalktım. Beyaz duvara, Yenice’nin uçan atına…

Yazdım.”