Renklerle, dokularla ve yarım bırakılmış senaryolarla uzun süre uğraştık. Yasaklı Oda’yı iki farklı alanda izleyiciyle buluşturmamız onu farklı kılıyor

Bu film biraz oyun gibi...

ÇİSİL HAZAL TENİM

Kayıp, yarım kalmış ve bitememiş filmlerin sahnelerinden ortaya çıkarttığı The Forbidden Room (Yasaklı Oda) filminin !f İstanbul’daki gösterimine katılan Kanadalı yönetmen Guy Maddin ile yeni filmiyle ilgili keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Maddin, sohbetimizin sonunda uzun süredir filmlerini derinlemesine irdeleyen bu kadar farklı ve güzel sorularla karşılaşmadığını da vurguladı.

Filmin hazırlık süreci nasıl gelişti? Bildiğimiz kadarıyla Yasaklı Odayı diğer filmlerinizden ayıran keskin farklılıklar var?
Açıkçası hazırlık sürecinde heyecan verici hiçbir şey yok. (Gülüyor) Şaka bir yana, bu filmin içeriği 16 farklı hikâye oluşan interaktif bir internet projesi. Yüzlerce film var web sitemizde her seferinde farklı filmden parçalar gösteriliyor ama geriye dönüp tekrar izlemek istediğinizde aynı filmi yeniden göremiyorsunuz. Siteye girdiğiniz her sefer farklı bir film ile karşılaşıyorsun.

Filmin hazırlık sürecini, izleyici ve filmin arasına bu projeyi dâhil ederek farklılaştırmayı hedefledik. Bu durum izleyici ve film arasındaki çekim gücünü daha da arttırdı. Tabii hazırlık sürecinin yorucu yanları da vardı çünkü filmi oluşturan video parçaları konuşma metnine sahip değildi ve çoğunluğu sessiz film olduğu için günümüze uyarlamamız gerekti. Renklerle, dokularla ve yarım bırakılmış senaryolarla uzun süre uğraştık. Yasaklı Oda’yı iki farklı alanda izleyiciyle buluşturmamız onu farklı kılıyor.

Filminiz 16 farklı parçadan oluşuyor ve bir bütünü tamamlıyor, ancak bu parçaların kendi içlerinde de bir bütünlüğe sahip olduğunu görüyoruz ve parçaları filmin içinden çekip çıkardığımız an kendi içlerindeki anlamı yitirmediğini fark ediyoruz...
Evet, Yasaklı Oda, John Brahm’ın filmlerine benziyor bu yönüyle. Sanırım 1946 yapımı bir filmdi, içe içe geçmiş onlarca hikâyeden oluşuyordu. Üç adam hayatlarını etkileyen tek bir kadın hakkında konuşuyor ve hikâye bu üç adamın âşık oldukları aynı kadını, birbirlerinden farklı bir bakış açısıyla anlatmasıyla oluşuyor. Film kadının elinde küçük gümüş bir yüzükle kendi hikâyesini anlatmasıyla son buluyor. Film oldukça mistik ögelere sahip, bu konuda ‘Yasaklı Oda’ ile benzerlik taşıdıklarına inanıyorum. Farklı parçalardan oluşan filmlerin gizemine inanıyorum. Gerçi benim filmim çok ama çok uzun. Birçok kişi bundan keyif aldığını söylüyor ama tabii ki de herkes değil. Eğer parçalardan oluşan bir film yapmak istiyorsanız bu elbette uzun sürecektir. Süreyi kısaltmaya kalktığınız an anlatmak istediklerinizi yeteri kadar ifade edemezsiniz ve o zaman filmin duygularınızı ifade etme açısından ne kadar yetersiz kaldığını fark edersiniz.


Filmlerinizde genellikle ‘Kafkaesk’ bir atmosfer hissediliyor. Yaratılan bu atmosferde doğup büyüdüğünüz ve halen yaşamaya devam ettiğiniz şehrin etkisi var mı yoksa daha farklı etkenlerden söz edebilir miyiz?
Kafka, 18’li yaşlarımda film yapmayı hayal ettiğim zamanlarda, etkilendiğim isimlerden yalnızca biri. O zamanlarda her üniversiteli Franz Kafka’ya deli oluyordu. Hatırlıyorum da, genç yazarlar Kafka’dan etkileniyor, entelektüel açıdan sıkı kavgalara tutuşuyorlardı. Kafka’nın etkisi ne kadar büyük olursa olsun tabii ki de etkilendiğim tek isim o değil.
Geçmişimde etkisi büyük olduğu için bugün filmlerimde bunun yansıması görülüyor olabilir. Aslında Kafka’nın etkilerini her yerde görebilirsiniz. Polonyalı yazar Bruno Schulz’un eserlerinde Kafkaesk dokuyu hissedersiniz. Schulz da benim için çok önemlidir.  David Lynch, Eraserhead filmini ilk gördüğünde çok etkilenmiştim, planlanmamış bir bebek ve onunla baş başa kalan bir adamı anlatıyor. Bütün bu karışık hisleri sürreal biçimde anlatan Kafkaesk bir filmdi. Bu yüzden bu Kafkaesk atmosferi hissetmekte haklısınız. Kafka ile garip bir empati kurabiliyorsunuz. Bu empatinin sonucu da ortaya koyduğunuz eserlere yansıyor elbette.

Eserleriniz de yalnızlaşma, topluma yabancılaşma ve unutarak var olma hissi hâkim. Yasaklı Oda filminizde de izleyiciye yansıyan bu aidiyet hissiyle mücadelenin kaynağı nedir?
Sanırım ben çok yalnız bir adamım (gülüyor). Filmlerimde yalnızlık duygusunu yaratmayı seviyorum, bu hayatımın, hayatımızın bir parçası. Bu konuda kendime karşı çok dürüstüm ve bu durum filmlerimin yaratım aşamasını da etkiliyor. Filmdeki karakterlerden birinin benim adımı taşıması tesadüf değil aslına bakarsanız. Bu durum kendime karşı çok zalimce hatta mazoşistçe bir tutum belki de. Ben özel bir çocukluk geçirdim biraz yalnız ve hassastım. Çocukluğumun yansıması olabilir filmlerimdeki bu his. Eğer sahilde yalnız başıma ya da bir köpekle yürüyor olsaydım sahilde duran herhangi birinden uzak durmaya çalışırdım. Kendimi dinlemek bana daha iyi geliyor.
Sadece yalnızlık değil muzipliklerde var hayatımda ve onun yansıması olan filmlerimde. Judi Gardner’la trans bireyler ile ilgili havuz partisi filmi yaptık. Film için annemin evini kullanmıştık tabii annem evi bize verirken tek bir şart koştu: “Eve kız getirmek yok!” Ben de trans havuz partisi filmi çekerek hem anneme verdiğim sözü tutum hem de eğlenceli bir film yapmış oldum (gülüyor)


Filminizin başında İsa’dan alıntılar var: “Herkes doyduğunda ortada kalanlar toplansın.” Her şey bittiğinde geriye kalan, yarım kalmış filmleri toplayıp yeniden bir yaratım süreci içine girmenizle ilgili olarak bu sözün filminiz içinde geçerli olduğunu düşünebilir miyiz?
Evet, kesinlikle çünkü ‘yasaklı oda’ yarım kalmış, tamamlanmamış hatta bazı bölümleri kaybolmuş filmlerin toplamından var oluyor. Fragmanda geçen bu söz aslında bütün bu yarım kalmışlıkların ipucusu olarak izleyiciye sunuluyor. Biyografik özellikler, yarım kalmışlıkların toplamı hepsini içeriyor. Film bittiğinde arkadaşlarıma izlettikten sonra bir açıklama yapma ihtiyacı duydum. Bu açıklamayı da filmin başında üstü kapalı olarak vermeyi tercih ettim. Belki de bu söz bütün bu süreci özetliyordur.

Filmin bir sahnesinde arkamda oturan izleyici, erkek oyuncunun tepkilerine kahkahalarla gülmeye başladı, ama bense aynı sahnedeki kadın oyuncunun gerginliğinden etkilendim. Filmde, izleyiciler aynı sahneye farklı reaksiyonlar gösterebiliyor. Filminizin duygu geçişi konusunda bu kadar açık uçlu olması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu film biraz oyun gibi. Birini eğlendirirken başka birinin gerginliğine sebep olabiliyor dediğiniz gibi. Bu durum, filmin ritmiyle, heyecanıyla belki de karşı tarafın beklentisiyle ilgili olabiliyor. Biri müzikten etkilenmiştir, birisi başka bir oyuncunun tepkisinden bambaşka biriyse belki filmi saçma bulduğu için eğlenmiştir kim bilir? (gülüyor) En sevdiğim yönetmen Ed Wood, çünkü hem çok gülüyorum ona hem de üzücü yanlar bulabiliyorum aynı anlarda. Eğer bu kadar farklı duyguların geçişini onu gibi sağlayabildiysem kendimi şanslı hissederim. Bir filmin tamamen üzücü olması ya da sadece güldürmesi çok saçma. Filmi zengin kılan bu duyguların geçişi.