AKP rejimi devletin tüm kurumlarına doğrudan el koyma sürecini tamamlarken, MHP ile de işbirliği yaparak iktidar bloku içinde liberallerden boşalan yeri doldurmaya çalışıyor

Bu karanlığa bir ışık gerekmez mi?

ERGİN YILDIZOĞLU
Araştırmacı - yazar

Siyasal İslam’ın AKP rejiminin laik cumhuriyete, demokratik, ekonomik haklara, basın özgürlüğüne, toplumun siyasal İslam dışında kalan kesimlerini yıldırmaya, susturmaya yönelik saldırıları, uyguladığı devlet şiddetinin hızı ve dozu 15 Temmuz'dan bu yana giderek artıyor. Siyasal İslam’ın AKP rejimi ülkedeki kutuplaşmayı derinleştiriyor, karşılıklı nefreti körüklüyor, artık ülkeyi hızla bir kaosa doğru sürüklüyor.

Ekonomi yönetilemiyor...

Tüm bunlar, AKP rejiminin, egemen sınıfı Müslüman entelijansiyanın, ahlak, kültür, bilgi formasyonunun, modern kapitalist bir ekonomiyi ve toplumu yönetmeye yetmediğini kanıtlıyor.

Stockholm Institute for Transition Economics’in akademisyenlerinden Meyersson’un geçen hafta yayımladığı bir çalışma, AKP rejiminin bu beceriksizliğinin yeni değil, ilk döneminden bu yana süre gelen bir durum olduğunu ortaya koyuyordu [1]. Böylece, liberal entelijensiyanın, AKP yükselirken verdiği desteği haklı göstermek için sattığı fantezilerden biri daha çürümüş oluyordu.

Meyersson’un “Sentetik Kontrol Metodu” (SCM) olarak bilinen bir ekonometri yöntemiyle yaptığı karşılaştırmalı ölçümler, AKP döneminde ekonominin, çok sayıda ülkeyi kapsayan bir karşılaştırma grubundan daha hızlı büyümediğini gösteriyor. Grubu daraltmaya başlayınca, AKP Türkiye’sinin Müslüman ülkeler grubundan daha düşük bir büyüme performansı sergilediği ortaya çıkıyor. Zaman aralığı kriz sonrası döneme kadar daraltıldığında da bu gözlemler değişmiyor. AKP döneminde en yoksul kesimlerin eğitime ve sağlığa erişiminde belli bir iyileşme görülse de, iş piyasasına erişimlerinde, kadınların iş gücü piyasasına giriş olanaklarında bir gelişme değil belli bir gerileme gözleniyor.

Bu genel tarihsel değerlendirmeye ek olarak son döneme baktığımızda ekonominin, 2015’in son çeyreğinden bu yana yavaşladığı görülüyor. En son veriler sanayi üretiminin eylül ayında yüzde 3.8 gerilediğini gösteriyor. Türkiye’nin kredi notu çöp düzeyine düştü. Türk Lirası'nın değer kaybetme eğilimi devam ediyor. Bankaların faizleri piyasa sinyallerine göre değil siyasi idarenin kaprislerine göre belirleniyor. Önemli bir döviz kaynağı olan turizm sektörü çöktü. Mali sektörün kararları adeta vatan hainliği suçlamasına endekslenmiş. Bloomberg mali analiz sitesine konuşan, Nomura’nın Türkiye uzmanları, faizler emirle düşürülerek, insanların zorla borçlanmaya, yatırım yapmaya itilemeyeceğini, hane halkının da çoktan borçlanma sınırını geçtiğini vurguluyorlar. Bu arka plan üzerinde, Wall Street Journal’a göre yalnızca 15 Temmuz'dan sonra devlet 496 şirkete el koymuş, “Yatırımcılar açısından riskler oransız düzeyde artmış.” Belli ki özel mülkiyetin güvencesi artık siyasi idarenin iki dudağı arasında.

Tüm bunlar, bize sırası gelmişken sol içinde yaygın olan iki yorumu sorgulama fırsatı da veriyor.

(1) “Egemen sınıflar krizi aşmak için AKP’yi koç başı olarak kullanıyorlar”. Bu saptama AKP’yi sermaye karşısında pasif bir unsur olarak tanımlayarak özgünlüğünü görmezden geliyor. Ayrıca, AKP’nin kapitalizmin krizini aşmakta (bir an için krizin tek bir ülkede aşılabileceğini varsaysak bile) pek de işe yaramadığı, aksine, kapitalist sınıfların kimi sanayi ve finans kesimlerine, piyasa dışından, kendi özgün ekonomik çıkarları [2 ] doğrultusunda siyasi baskı uygulayarak ek yük getirdiği de görülüyor.

(2) AKP iktidarını, neoliberal politikaların sadık bir uygulayıcısı olarak görmekten de vazgeçmek gerekiyor. AKP’nin; özel mülkiyet güvencesi, devletin ve piyasa dışı aktörlerin ekonomik artığa erişimin en aza indirilmesi, ekonomik artığa siyasi araçlarla, güç tacirliği yoluyla, hatta rüşvetle el koymanın önlenmesi, yatırımcının yatırımının ve kazancının yasal güvence altına alınması gibi öncelikler konusunda uyumsuzluğu sürekli artıyor.

Kısacası, çoktan neoliberal vahşi kapitalizmin ötesine geçerek, “devlet kapitalizmi” yağına bulaşmış bir “rantiye-ahbap çavuş” kapitalizmine dönüşen Türkiye ekonomisinin geleceği karanlık.

Siyasi manzara da karanlık

Bir askeri darbe girişimi yaşandı 200’den fazla insan öldü, Meclis bombalandı ama hâlâ birçok kritik soru cevaplarını aramaya devam ediyor, cevapsız sorular gittikçe artıyor. Uluslararası basında, “Bu darbenin arkasında bir başka gündem de var mıydı?” sorusu giderek daha çok soruluyor. “Erdoğan kendi darbesini yapıyor” saptamasına giderek daha sık rastlanıyor.

Darbe girişiminin ardından, çok önceden hazırlanmış bir takım listelerin hızla devreye girmesi tüm bu soruları, kaygıları güçlendiriyor.

Darbeden bu yana 100 binden fazla insan işten atıldı; On binlerce insan tutuklandı. Bu arada ağır işkenceler yapıldığına ilişkin söylentiler yeniden nüksetti. Bir Bakan "bunları araştırmayacağız" dedi. Zaten insan haklarının da resmen askıya alındığı açıklanmıştı. OHAL ilan edilerek yasama, yargı denetimi olasılıkları da devreden çıkarıldı.

İşten atılanlar çoluk çocuk, açlığa itilirken; mala mülke el koymalar, işletme kapatmalar, düpedüz mülksüzleştirmeler birbirini izlemeye başladı. Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu bölgelerde, kimi belediyelerin yönetimlerine, seçilmişler bir kenara itilerek, kayyum atanması yoluyla el kondu. Siyasal İslam’ın AKP rejimi devletin tüm kurumlarına doğrudan el koyma sürecini tamamlarken, MHP ile de işbirliği yaparak, iktidar bloku içinde liberallerden boşalan yeri doldurmaya çalışıyor. Aynı anda, AKP rejimi HDP liderliğini, Cumhuriyet gazetesinin yazarlarını yönetimini tutuklamaya başlayarak her türlü barış olanağına kapıları kapatıyor.

Diğer bir değişle, yeni rejimi inşa etme süreci televizyon kanallarının susturulmasıyla, gazetelerin kapatılmasıyla tamamlanarak, gelip Cumhuriyet gazetesi yönetiminin ve yazarların, en hafifiyle akla ziyan gerekçelerle, kendisi de bizzat FETÖ üyesi olmakla suçlanan bir savcının emriyle tutuklanarak Silivri’ye gönderilmesine, Kürt sorunun çözümünü yalnızca silaha (Srilanka-Tamil modeline) endeksleme, ana muhalefet partisinin eleştirilerine dayanamayarak liderliği hakkında suç duyurusunda bulunma noktasına kadar geldi.

Bu arada, karanlık ekonomik manzara içinde, MİT bütçesi yüzde 21, Diyanet İşleri Başbakanlığı bütçesi yüzde 400 artıyor. Bu artışları, “Proje okullar” , “taraftarları silahlandırma”, “özel kuvvetlere” ilk kez TSK dışından personel alma hazırlıkları... İdam cezasını geri getirme çabaları... İnternet kesintileri, sosyal madde sansürleri...düzmece iddianameler, derken HDP liderliğinin adeta yaka paça tutuklanması ve CHP hakkında suç duyurusu ile birleştirince de karşımıza korkunç bir siyasi manzara çıkıyor.

Siyasal İslam’ın AKP rejiminin geleneksel uluslararası müttefikleriyle arasındaki köprüleri de atmaya başladığı görülüyor. AKP liderliği, ABD ve Avrupa’dan gelen eleştirilere kayıtsız kalmanın ötesinde, diplomatik dili, kimi zaman da ahlak sınırını zorlayan cevaplar veriyor. Cumhurbaşkanı eleştirilerin “bir kulağından girip öbüründen çıktığını” söylüyor. Sınıra yığılan tank asker sevkiyatı, patlayan bombalarla, bu noktadan sonra nereye gidileceği artık tümden belirsizleşmiştir.

Tüm bunlar olurken, sokaklara, Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırıya karşı gelişen tepkiye bakınca, toplumda bir direnme çabasının, yol arayışının şekillenmekte olduğu söylenebilir. Ancak, ve ne yazık ki, şu sırada ana muhalefet partisinde garip bir şaşkınlık, kararsızlık egemen. Ana muhalefet partisinin liderliği, toplumsal muhalefete önderlik etmek yerine çelişkili reflekslerle, açıklamalarla, kafaları daha da karıştırıyor. CHP liderliğinin, siyasal İslam’ın AKP rejimi döneminde toplumda yer eden “algısal kilitlerin” esiri olmaktan kendini kurtarmak için etkin bir çaba gösteremiyor; sıranın hızla kedilerine gelmekte olduğunu göremiyor.

Örneğin, CHP lideri, HDP milletvekillerinin gözaltına alınması üzerine, “Demokrasiyi savunuyorsanız seçimle gelenlerin seçimle gitmesini savunacaksınız. Aksi halde demokrasiyi katledersiniz” ya da “Sivrisineklerle uğraşarak olmaz, bataklığı kurutacaksınız” gibisinden, adeta yaşanan sürecin özelliklerinden tamamen habersiz demeçler veriyor. “Kime diyor acaba? ‘Sivrisinekler’ kimdir? Demokrasi gemisi limandan ayrılalı çok olmadı mı?” diye düşünmeden, “neden partinin Kürt düşmanı milliyetçi kesimine bu kadar taviz veriyor?” diye sormadan edemiyorsunuz.

W.B. Yates’in 100 yıl önce, I. Dünya Savaşı'nın ardından yazdığı dizeler de bence, bugünkü durumu, AKP rejiminin saldırganlığını, ana muhalefet partisinin ruh halini çok güzel betimliyor:

“Dönerken ve dönerken genişleyen girdabın içinde
Şahin şahinciyi duyamaz;
Her şey dağılır, merkez tutamaz;
Yalnız anarşi salınmıştır dünyanın üzerine,
Kanla-kararmış dalga engelsiz yükselir, ve her yerde
Suçsuzluğun töreni boğulur;
En iyilerin eksiktir inancı, en kötüler
tutkulu bir yeğinlikle doluyken.”

( abç. Çev: Vehbi Taşar. Kimi yerlerde bazı değişiklikler yaptım.)

1 Erik Meyersson, “A Case Study of Economic Development in Turkey under AKP”, 7 Kasım 2016

2 Ergin Yıldızoglu, “Rant ve Hayat” Cumhuriyet, 01/11/2016.