Bu hafta Galatasaray’dan bahsetmek istedim. Durumlar ne âlemde, yolculuk nereye falan. Tabii; “işler iyi giderken neredeydin, tökezlemeler başlayınca yazmak kolay” diyenler de olacaktır. Haksız da sayılmazlar…

 
Evet, Galatasaray tökezliyor. Bunu fark etmek için Mourinho olmaya gerek yok. Keza Fatih Terim olmaya da. Orduspor maçından bu yana ortaya koyulan saha içi performansını kim takip etse bu teşhisi koyabilir.
 
Ortada bir gerçek var ki; Galatasaray, geçen seneki Galatasaray’ı mumla aratıyor. Lider olduğuna bakmayın siz. Bu ligde Galatasaray’ın liderliği, o meşhur” marka değerimizin” ne durumda olduğunun da özetidir aslında.
 
Lig ikincisi M.P. Antalyaspor’a bakalım. Eğer geçen hafta kazanabilseydi ya da bu hafta bir beraberlik alabilseydi bugün liderdi. Hatta eğer iki maçı kazanmış olsaydı Galatasaray’la arasında 5 puan fark olurdu.
 
Hemen peşlerinden gelen Kasımpaşaspor’u da anmadan olmaz. Daha geçen sene bir alt ligdeydiler. Sezona iyi başladılar ama yaşadıkları teknik direktör değişimiyle duraksar gibi olsalar da bugün lig bitse Avrupa Ligi’ne direkt katılacak pozisyondalar.
 
Sırasıyla 4. Fenerbahçe, 5. Beşiktaş…
 
***
 
Henüz 12. haftanın ardından baktığımızda bu tablo çarpıyor gözlere. İlerleyen aylarda elbette köprü/su ilişkisi bize daha çok tablolar gösterebilir ama hangi tabloya bakarsak bakalım, acınacak halde bir futbol kalitesi göreceğimize adım gibi eminim…
 
Dönelim Galatasaray’a. Şampiyon kadronun üzerine gelen yüksek bütçeli transferlerden sonra yapılan “rüya takım” yorumları hala kulaklarda. Gerçeklik durumu ise göreceli. Ortada bir takım var ama “rüya” kısmı biraz farklı. Kanımca Galatasaray futbol takımına yapılacak en büyük iyilik, birinin gidip mışıl mışıl uyuyan “milyon dolarlık beybileri” dürterek rüyadan uyandırması olur. Aksi takdirde dürtme şekli de dürten kişi sayısı da haftalar ilerledikçe hızla çoğalacaktır…
 
Tabii; ilk dürten kişinin Fatih Terim olma olasılığı çok yüksek! Ama onun da bazı handikapları ve kişisel sıkıntıları var. Örneğin o da,  transfer sürecinde yaptıkları ve yapamadıklarının ezikliğini yaşıyor olmalı şu günlerde.
 
Bir Felipe Melo gerçeği var. Herkes anlamış olmalı ki; Melo’nun geçen yıl ki performansı kendi tarihinin zirvesiydi. Bir daha o noktaya gelebileceğine ben inanmıyorum. O yüzden devasa bir bonservis ücretinin ödenip alınmaması Galatasaray için en hayırlısı olmuş. Yüksek bir ihtimalle sezon sonunda Melo’nun transferi bir daha gündeme bile gelmeyecektir. 
 
Tomas Ujfalusi’nin sürpriz sakatlığına karşılık son dakikada alınan Cris’in ne kadar riskli bir transfer olduğu da ortada. İşin komik tarafı, Cris’in sözleşmesinde “25 karşılamada görev alırsa otomatikman sözleşmesi bir yıl daha uzar” şeklinde bir madde var! Şu ana kadar 9 maçta görev aldı. Yani yeni sözleşme için 16 maça daha ihtiyacı var. Ujfalusi’nin en iyi ihtimalle Mart ayında geri döneceğini ve Gökhan Zan’ın bırakın ilk 11’i 18’e dahi alınmadığını düşünürseniz bu ihtimal hiç de uzak durmuyor!
 
8.6 milyon avroya kavga/dövüş alınan Nureddin Amrabat’ın henüz istenilen katkıyı yapmaması, Albert Riera’dan sol bek yaratılmaya çalışılması, Milan Baros’un sessiz sedasız yitmesi vs.vs...
 
Gerçek şu: Fernando Muslera ve Johan Elmander (ki Elmander Terim’den önce alındı) dışındaki yabancı oyuncular bu senenin kayıp oyuncuları durumundalar. Ve muhtemelen birçoğu önümüzdeki yıl kadroda olmayacaklar. Ancak bu bile Terim’in şampiyon kadroyu geliştirmek isterken zayıflatmış olmasının özrü değildir.
 
Büyük umutlarla alınan Hamit Altıntop’un bir türlü ritmini bulamaması, sol bek eksikliği ve attığından daha çok pozisyon veren takım savunmasıyla boğuşmak zorunda olması Terim’in diğer sıkıntıları arasında…
 
Ben bu yazıyı yazarken henüz ManU maçı oynanmamıştı. Umarım siz yazıyı okurken Terim’in ekibi, eksiklerle gelen rakibinden istediği sonucu alıp şansını son maça taşıyabilmiş olsun.
 
Olsun ki; benim karamsarlığım da bir son bulsun…