Bunu bilemem. Bildiğim bir şey var: Bulmak istiyorum eski ayak izlerimi. Bu hep böyle olur; ne zaman başım sıkışsa şiire sığınırım. Bu kez de Ahmet Erhan...

Bunu bilemem. Bildiğim bir şey var: Bulmak istiyorum eski ayak izlerimi.

Bu hep böyle olur; ne zaman başım sıkışsa şiire sığınırım. Bu kez de Ahmet Erhan yetişti imdadıma.

Onca şeyden sonra kolay mı, “Akdeniz’e dönüyorum, Akdeniz’e dönüyorum; anamın rahmine yeniden, yeniden döner gibi” diyebilmek?

Bunu bilemem. Bildiğim bir şey daha var: Akdeniz’e dönmek istiyorum.

İnsanın kendisine dönmesini kışkırtan bu dizelere ayırabilirim tüm yazıyı. Aslında fena da olmaz. Şiirler böyle anlar için vardır biraz da. Kendine ayna tutmak istersen ya da arınmak; kalbinin dayanmayacağını, dağarcığının yetmeyeceğini hissedersen sığınabilirsin şiire.

Bu bir kaçış mı? Öyle olsa kaç yazar!

Asıl sorun kaçmak değil, kaçışın ne anlama geldiği hiç değil, “dupduru bir su, el değmemiş bir toprak” olup olmadığıdır insanın. Asıl sorun, kalırsan, kalmaya devam edersen, kaçmak istediklerine benzeme ihtimalidir ve kaçınılmaz olarak insanın kendisine saygısını yitirme tehlikesidir.

Tehlike var; bunu söylüyorum. Sadece benim için değil, herkes için var; Akdeniz’e dönmeyi akıl edemeyenler, inandırıcılıklarını yitirmek üzereler. Benden söylemesi. Mutlaka yenilecekler; farkında olmadıkları bu. Büyük olanın, güçlü olanın, kazanma ihtimali olanın yanında kalmanın yenilginin tescillenmesi olduğunu görmeleri gerekiyor. Oysa yenileceğini, mağdur olacağını bile bile, inandığını, aklına ve kalbine uyanı yapmak değil midir, solcu olmak. Bu memlekette solcu olmak ve dahi solcu kalmak biraz inat ve epeyce cesaret ister.

Ben gördüm, gördüğümü hissettim; cesaretimi ancak toplayabildim, ayıp değil ya, ancak anlayabildim, kalırsam asıl ihanet olacağını.

Akdeniz’e dönmek cesur olmayı gerektirir.

Siyasete dair ne söylenirse söylensin, bazı anlar vardır ki, nafiledir. Derinden, tarihsel bir yanılgı değilse mevzubahis olan, çoğu zaman beyhudedir. Üç vakte kalmaz doğruyu bulmak ihtimal dahilindedir. İhtimal dahilinde olmayan, hem ahlaki hem siyaseten zaafa uğramış ilişkilerden yola çıkarak yeniden doğruyu yakalamaktır. Küllerinden doğan anka kuşu olmanın yegâne şartı değil midir, küllerin rüzgârda savrulmaması.

Bir kavlimiz vardı: ‘sıradan sorunlarla zehretmeyecektik gecemizi.’ Çünkü biliyorduk, böyle yaparsak, ‘ne rüzgâr duraksayacaktı ne de ay bekleyecekti bizi’; duraksamadı, beklemedi hiçbir şey.

Şimdi, bir karar vermek gerekiyor: Yine her zaman olan, olmaya devam mı edecek? Sıradan sorunlar bugünü ve geleceği belirleyecek mi, yine? Sıradan olmakla, sıradan sorunlarla boğuşmak karıştırılacak mı?

‘Bu satırların derdi nedir’ diye soran olur mutlaka. Yazıyorum: Hiçbir şey tesadüf değildir. Ne Taraf gazetesinin sabah akşam Birgün’e saldırması tesadüftür ne de son bir yılda ÖDP’de yaşananlar tesadüften ibarettir. Solsuz bir “sol” istenmektedir; devrimcilerin olmadığı bir ülke yaratılmaya çalışılmaktadır. Sol adına, solun vazgeçilmezlerini koruyarak bu saldırılara karşı direnmek gerekmektedir.

Direnenin kazanacağı bir zaman diliminden geçerken şu nokta unutulmamalıdır: Asıl iş hangisidir? Solun halkla buluşması mı yoksa… Sorunun ikinci ayağını yazmaya gerek bile yok. Solun halkla buluşmasını sağlayacak çabaya ihtiyaç var, solsuz bir Türkiye özlemi içindekilerin heveslerini kursaklarında bırakmak için.

Biliyorum, bu, iğneyle kuyu kazmaktır. Kağnı gölgesini kendi gölgesi sayan eşeğin durumunda olmaktansa, iğneyle kuyu kazmak yeğlenmelidir; solun asli işi bu olmalıdır.

Sol bunu başaracak mı? Bunu kendine dert edinen sol galip gelecek mi? Bunu bilemem. Bildiğim bir şey var: Akdeniz’e dönmek istiyorum. Bakalım “dupduru bir su, el değmemiş bir toprak”tan geriye ne kalmış? Asıl soru budur.

Şiirlerimi, hayallerimi, şarkılarımı alıp gidiyorum. Bana ait ne varsa; pılımı pırtımı topladım.