Aynur Kulak Eren Abaka’nın ilk kitabı Mahrum okurlarıyla buluştu. Gerilim türündeki kitaplara duyduğu ilgiyle başlayan kitap yazma tutkusu Abaka’yı Yusuf, Kadir ve Hatice’nin iç içe geçmiş, gizem dolu hikâyesini yazmaya yöneltti. Epsilon Yayınevi etiketiyle çıkan kitabı okurken, yaklaşan büyük felaketin ayak seslerini duyacak, giderek tırmanan gerilimi hissedecek ve kaçınılmaz sonu engellemek isteyeceksiniz. Yağmur Yavaş Aydın’ın […]

Büyük bir kaybın ve çürümenin hikâyesi

Aynur Kulak

Eren Abaka’nın ilk kitabı Mahrum okurlarıyla buluştu. Gerilim türündeki kitaplara duyduğu ilgiyle başlayan kitap yazma tutkusu Abaka’yı Yusuf, Kadir ve Hatice’nin iç içe geçmiş, gizem dolu hikâyesini yazmaya yöneltti. Epsilon Yayınevi etiketiyle çıkan kitabı okurken, yaklaşan büyük felaketin ayak seslerini duyacak, giderek tırmanan gerilimi hissedecek ve kaçınılmaz sonu engellemek isteyeceksiniz. Yağmur Yavaş Aydın’ın editörlüğünde Dilara Kavaklıoğlu çizimleriyle raflardaki yerini alan kitabı Abaka ve Kavaklıoğlu ile konuştuk.

• Kitabın sayfalarını çevirmeye başlıyoruz. İlk olarak bir çizim çıkıyor karşımıza. Bir pencerede aralık bir tülün ardından dışarıyı seyretmeye başlıyoruz. Dilara Kavaklıoğlu çizimleri roman boyunca eşlik etmeye başlıyor okura. Bu fikir nasıl ortaya çıktı Dilara? Romana katkısı olacağını mı düşündünüz?

D.K: Önce, “Eren ne yazmış diye” okudum. İlk başta böyle bir düşünce yoktu. Sonra okudukça bu güzel romana bir katkım olsun isteği doğdu içimde. Konu o kadar güzeldi ki; katkım olsun istedim. Şuraya şunu mu çizsem, bu bölüme şöyle bir çizim güzel olur diye diye çizimler ortaya çıkıverdi. Çoğu yerde, sahnede bu çizimin buralarda, bu kitapta olması gerekiyor diye düşündüm.

E.A: Dilara yazdıklarımı kendi bakış açısıyla yorumladı. Çizimlerin hiçbirine karışmadım ve o kadar güzel oldular ki. Okurun hayal gücüne müdahale etmeden, bazı şeyleri belli etmeden ve olması gerektiği kadar çizdi. Hem kitabın içindeki çizimlerden hem de kapak görselinden dolayı öyle mutluyum ki iyi ki Dilara’yla yollarımız kesişmiş.

• Çarpıcı bir şekilde açılıyor roman ama ilk çizim çok nahif. Hikâyedeki nahiflik ve karanlık duygu kitapta sonuna kadar gidiyor. Böyle başlayan bir dosyada böyle bir çizim düşünmezdim. Fakat harika bir geçiş yapılıyor başlangıçtaki bu çizimle.

E.A: Aslında bu ilk çizimle birlikte okuru başka bir dünyaya çağırıyoruz ve sonra yavaş yavaş perde aralanmaya başlıyor.

• Aynen, hiçbir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığının başlangıç çizimi bu. Mahrum’u özel kılan taraf da bu. Bu çizim kafanda ne zaman belirdi Dilara? Çünkü sonraki çizimler konuya paralel zaten.

D.K:  Mizanpajda düşündük aslında. Açılış ve kapanış yapalım dedik.

E.A: Evet. 1998 daha güzel zamanlar bu yüzden biraz daha nahif başlasın istedik. Tabii kitap ilerleyip 2018’e geldiğimizde her şey bambaşka bir hal alıyor. 

• Hatice tüm duygularını bastırmış biri olarak toplumumuzda kadın olmanın örneği aslında romanın başından sonuna kadar. Hatice nasıl bir karakter?

E.A: Hatice karakteri aslında en iyi arkadaşım sayesinde ortaya çıktı. Bir gün onun boğucu insan yığınlarından kaçma ve evde saklanma isteğinden bahsediyorduk. Sohbetimiz evden çıkmayan bir kadının dünyası üzerine şekillenmeye başladı. Sonra üzerine düşündükçe ve yazdıkça Hatice bu ülkedeki kadınların hayal kırıklıklarının toplamı haline gelmeye başladı. Çok seviyorum onu. Hem dinamik hem gerçek bir karakter olduğu için.

• Hatice’nin bir de abisi var. Hatice’nin abisiyle olan farkını; ailelerdeki erkek çocuk ve kız çocuk rollerini; yanlış ailede büyümenin zorluklarını Hatice ile ilgili bölümler boyunca hep hissediyoruz. Aslında ailenin en aklı başında kişisi iken Hatice’nin yaşadıkları duygularımızın sınırlarını zorluyor.

E.A: Ne yazık ki Türkiye’de kadınlar hem çoklar hem de yoklar. Bol kadınlı bir ailede büyüdüm. Bir şekilde onların mahrumiyetlerini, hayallerinin ve dünyalarının nasıl daraltılmaya çalışıldığına kendimce şahit oldum. Hatice pek çok hayal kırıklığı yaşamış, sindirilmiş ve bunun sonucunda da birçok şeyden mahrum edilmiş bir karakter. Türkiye’de yaşayan ve şu son 20 yılda çok yıpranmış kadınların tek vücutta toplanmış hali diyebiliriz. 

• Mahrum, İstanbul’un eski mahallelerinden birinde geçiyor. Niye bir mahalle olmasını tercih ettiniz? 98 yılı niye?

E.A: Biyografik unsurlardan dolayı. İstanbul, Gültepe’de geçti çocukluğum ve romanda bahsettiğim gibi bir mahallede büyüdüm. Daima diğer evlerde ne olduğunu merak eden, sıkış tıkış ve mahremiyetin ne kapılarla ne de duvarlarla sağlanabildiği bir mahalle. Aslında kalabalık, tatsız bir aile. 1998 yılı büyük bir kırılmanın öncesinde gerçekten mutlu olduğumu hatırladığım son yıldı. O hissi, o zamanları anımsayarak ve sonra her şeyin parça parça yok olduğunu bilerek bu tarihi seçtim.

• Aynı zamanda 20 yıllık bir çürümenin de hikâyesi Mahrum. Her şey iyi gidiyormuş gibi gözüküp, içten içe yaşanan çürümenin ilanı aslında. Hiçbir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığının hikâyesi. Hatice’nin geldiği nokta, yaşadığı ev ülkenin geldiği nokta. Kadir’in mahkûmiyeti ülkenin mahkûmiyetleri. Yusuf’un hayal kırıklıkları ülkenin gelişememesi ve alacakaranlığa sürüklenen geleceği… Ne dersiniz?

E.A: Mahrum büyük bir kaybın ve çürümenin hikâyesi ama ne romanın kurgusunu hazırlarken ne de karakterleri çizerken dönüp ülkenin haline baktım. Yine de kitapta başlangıç ve sonuç arasında geçen yirmi yılın en az ülkemizde yaşananlar kadar gerilimli olduğunu söylemek zorundayım. Tüm mahrumiyetlerimize ve mahkûm olduklarımıza rağmen hepimiz için mutlu bir son diliyorum.