İstanbul Barosu'nun geçmişi, geleneği ve işlevi hukuksuzlukları kayda geçmekten ibaret değil. Hele ki, baroların parçalandığı, savunmanın yok edilmek istendiği bir süreçte Durakoğlu'nun almış olduğu pasif tutum kabul edilemez. İstanbul Barosu yönetimi artık iflas etmiştir.

Büyük çaresizlik

Avukat Ekim Bilen Selimoğlu

İSTANBUL Barosu, 140 yılı aşkın süredir var olagelen, Cumhuriyet tarihinden daha eski ve köklü bir hukuk kurumu olduğu gibi, gerek niceliği gerekse de tarihsel birikimi ve hukuk mücadelesindeki konumu itibariyle oldukça değerli ve eşsiz bir meslek örgütü.

Tarihinde birçok defa iktidarın hışmına uğradı, 12 Eylül'de kapısına mühür vuruldu ve başkanı tutuklanarak cezaevine konuldu. Günümüzde ise, savunma ve savunmanın örgütlü gücü olan barolar, belki de 12 Eylül döneminden çok daha ağır bir saldırı altında. 'Çoklu baro' yasasıyla baroların ve savunmanın parçalanarak kötürüm bırakılması hedefleniyor, TBB Başkanı Metin Feyzioğlu üzerinden de iktidar (yürütme) ile işbirliği ve uyum içerisinde çalışan bir avukatlık anlayışı hâkim kılınmak isteniyor. Yanı sıra, muhalif olarak görülen avukatların uzun süreli yargılamalarla değil, doğrudan doğruya yürütmenin tasarrufuyla meslekten ihraç edilmesi şeklinde bir yöntemin de hayata geçirilmesi söz konusu.

Özetle, iktidarın yürürlüğe koymuş olduğu saldırı doğrudan savunmanın varlığına yönelik olup Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne uygun yeni bir savunma ve baro anlayışı dizayn edilmek isteniyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, kuvvetler ayrılığının olmadığı, tüm iktidar fonksiyonlarının yürütmenin tekelinde toplandığı bir sistem ve dolayısıyla yargının tüm unsurlarının da (iddia, savunma, karar) buna uygun olarak, yürütme ile uyum ve işbirliği içerisinde olması bekleniyor.

Mehmet Durakoğlu, 2016 yılından bu yana İstanbul Barosu Başkanlığı görevini yürütüyor. Kendisi darbe girişiminden hemen sonra başkanlığa seçildi. Bu dönem, iktidarın baskılarının daha da arttığı, OHAL yönetimi altında, her türlü hukuksuzluğun ayyuka çıktığı bir sürece denk geldi. Sayın Durakoğlu bu dönemden itibaren günümüze kadar yaşanan tüm hukuksuzluklara karşı, baro internet sayfasından yazılı açıklama yapmayı ve bazen de hukuki girişimlerde bulunmayı asıl 'mücadele' yöntemi olarak benimsemiş görünüyor. Bu bağlamda, başkanı olduğu İstanbul Barosu'nu ve ona bağlı olan yaklaşık 50 bin avukatı bu mücadeleye dahil etmemeyi özel olarak tercih ediyor ve mücadeleyi sadece 'Başkanlık' makamı düzeyinde sınırlı tutuyor.

‘Çoklu baro' yasasına karşı mücadele edilirken, Sayın Durakoğlu Ankara'ya tek başına yürüdü. Yine Ankara'da tüm avukatların katılımıyla bir eylem yapılması planlanırken, Baro'nun Ankara'ya kaldırmayı planladığı otobüsleri son anda iptal ettirdi ve İstanbul Barosu'na bağlı avukatların Ankara'daki eyleme katılmasına fiilen engel oldu. Ankara'da gerçekleştirilen 'çoklu baro' eylemlerinde İstanbul Barosu dışındaki tüm barolar kendi mensuplarına özel olarak döviz, t-shirt, şapka üretmiş ve her baro eylemde belirgin bir şekilde görünür kılınmış iken sadece İstanbul Barosu'na bağlı avukatlar dağınık, kopuk ve görünür olmaktan uzak bir şekilde 'tekil' olarak yer aldılar.

Devamında, 10 - 11 Ekim'de yapılması kararlaştırılan İstanbul Barosu Genel Kurulu başta olmak üzere 80 baronun genel kurulu, salgın gerekçesiyle ve bir genelge marifetiyle engellendi. Ayasofya açılışında, parti genel kurullarında, AVM'lerde ve toplu taşıma araçlarında bulaşmayan hastalığın, baro genel kurullarında bulaşabileceği öngörüldü.

AÇIKLAMA İLE YETİNİYOR

Sayın Durakoğlu, Baro internet sayfasında yayınladığı yazıda yapılan bu hukuksuzluğu eleştirmiş ve hukuksuzluğun arkasındaki siyasi saikleri tespit etmeye çalışmış ise de bu hukuksuzluğa karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini belirtmekten maalesef imtina etmiştir. Esasen Sayın Durakoğlu, başkanlığı boyunca meydana gelen her hukuksuzluğa ve saldırıya karşı yazılı açıklama ve durum tespiti yapmakla yetinmekte. Bu haliyle de kendisini İstanbul Baro Başkanı'ndan çok bir vakanüvis gibi görmekte.

Kuşkusuz, İstanbul Barosu'nun tarihsel geçmişi, geleneği ve işlevi hukuksuzlukları kayda geçmekten ibaret değil. Hele ki, baroların parçalandığı, savunmanın yok edilmek istendiği bir süreçte Sayın Durakoğlu'nun almış olduğu pasif ve sinik tutum kabul edilemez. Gelinen aşamada İstanbul Barosu yönetimi artık iflas etmiştir ve avukatların beklentilerine tamamen kayıtsız durumdadır.

Türkiye'deki pek çok baro, henel kurulun bir genelge marifetiyle engellenemeyeceğini, avukatların iradesine ipotek konulamayacağını dile getirerek daha önce yasa ile belirlenmiş olduğu şekilde genel kurullarını yapacaklarını duyurmuşken; 140 yılı aşkın birikimi olan İstanbul Barosu'nun bu hukuksuzluğa karşı sadece dava açacağını duyurması hayret verici.

TERCİH YAPMAK ZORUNDA

12 Eylül faşizmine direnmekle ve binasına asılan mührü söküp atmakla övünen Sayın Durakoğlu övünmekte her ne kadar haklı ise de, başında bulunduğu bu tarihsel kurumu övündüğü mücadelenin çok uzağında bir pozisyonda konumlandırması da o denli utanç verici.

Sayın Durakoğlu, 'feraset' sahibi bir görüntü sergilediğini düşünüyor olabilir. Avukatlara ve barolara yönelik saldırılara karşı sadece yazılı açıklama ve hukuki girişimlerde bulunmakla; iktidara makbul ve makul bir baro başkanı olduğu mesajını vermek istiyor olması da muhtemel. Bu şekilde davranarak, avukatlara ve barolara yönelik saldırılara artık son verileceğini, 'kabul edilebilir' ve 'ölçülü' tepkilerin zevahiri kurtaracağı sanrısına kapılmış olabilir. Sayın Durakoğlu'na bu durumda özellikle hatırlatılmalıdır ki, iktidarın 'Feyzioğlu' pozisyonundan daha azına kanaat etmesi mümkün değildir. Bu itibarla, Sayın Durakoğlu bilmelidir ki, kendisinin 'feraset' sahibi görüntüsü ve 'ılımlı başkan' duruşu zevahiri kurtarmaya yetmeyecektir.

Sayın Durakoğlu artık bir tercih yapmak zorundadır. Ya 50 bin avukatın mensubu olduğu, 140 yıllık geçmişi olan tarihsel bir baronun başkanı olarak en geniş, en ileri ve en sert şekilde mücadele yürütmeli, gerekirse bu uğurda bedel ödemeyi de göze almalı ya da işgal etmekte olduğu bu tarihsel örgütün Başkanlığını derhal terk etmelidir. Kendisinin bedel ödemeyi göze alamaması anlaşılabilir bir durumdur ve bundan dolayı kendisine elbette anlayış gösterilebilir, ancak bu halde Baro Başkanlığı makamını işgal etmeye devam etmesi halinde hem İstanbul Barosu'na hem de mensubu olan avukatlara ihanet eder bir pozisyon almış olacaktır.

Önümüzdeki süreçte, İstanbul Barosu'na kayyum atanması, başkan ve yöneticiler hakkında davalar açılması ve hatta tutuklanmaları dahi ihtimal dahilinde. Sayın Durakoğlu çaresizlik içinde bekleyerek ve hiçbir şey yapmayarak bu sonu geciktirmek veya önlemek gayretinde ise, bilmelidir ki bu beyhude bir çaba. Bunu başarmanın yolu ya koşulsuz teslim olmak ya da sonuna kadar mücadele etmekten geçiyor. Kendisine yapılması gereken yegâne tavsiye, bulunduğu konuma yaraşır şekilde, ikinci yolu tercih etmesidir.